Herkesin bildiği tanımıyla kültür, bir toplumun zaman içerisinde ürettiği ve süreç içerisinde nesilden nesle aktardığı maddi ve manevi tüm değerlerin toplamıdır. Mutlaka her milletin kültür birikimi farklıdır. Günümüzde maddi kültür öğeleri, büyük oranda benzerlik gösterse de -ki bu istenmeyen bir durumdur- manevi kültür unsurları her toplumda ayrıdır ve ayrı olması da doğaldır.
Türk toplumu olarak kültür değişimini genelde dışımızdaki etkilerle yaşadık. Tanzimat dönemiyle başlayan Frenk etkisi dilimize, edebiyatımıza, kıyafetimize keza tüm yaşantımıza zamanla sirayet etti. Batı kültürünün ülkemize girişi genel olarak Fransız etkisiyle başlar. Son dönem Osmanlı siyasetinde Fransa’nın diğer ülkelere nazaran yeri mutlaka farklıdır. İngiliz sömürge zihniyeti ve Rus güney politikası Fransa’yı Osmanlı devleti içinde diğerlerine göre nispeten sempatik bir yere itmiştir. Bunda Fransa’nın o dönem Avrupa’sında kültür moda öncülüğü yapması, elçilik ve öğrenci değişimi noktasında etkinin daha fazla olması, Fransız kültürünün Osmanlı devletinde daha baskın olmasına neden olmuştur. Bu etkiyi III.Selim dönemi askeri ve siyasi münasebetlerine kadar götürmek mümkündür. Son döneminde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarının etkisinde siyaset yürüten Osmanlı devletinde Batıcılık dar alanıyla toplumda ,devlet ciddiyetinde de siyasette değişmeyen harita olmuştur. 20. yy başlarında Türk toplumundaki Batı etkisi, Fransa’nın yanına Alman kültürünü de eklememize olanak tanımış, devletin dış siyaset çizgisi Osmanlı toplumuna da yansımıştır. Fransız yazar ve eserlerinin Osmanlı edebi hayatına ve İstanbul sosyetesine girmesi Almanya’nın sanayi ve ekonomik yatırım hamlelerinden daha derin bir etki yaratmıştır. Osmanlı Devletindeki batılı bakış açısı, yalnızlaşan siyasetin çizgisinde ilerlese de, etkisi Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar gelen bir batı rotası oluşturmuştur.
Türkiye’nin batıyla olan münasebeti Cumhuriyet tarihinde birkaç farklı döneme ayrılabilir;
Atatürk döneminde Türk-Avrupa kültür etki süreci, kanunlar nezdinde çok açık göstermiştir ki Osmanlının siyaseten yürüttüğü ve son döneminde başkent ve birkaç vilayetle sınırlı kalan batılı yaşam tarzı, bu dönemde tüm halkın çağdaşlaşabilmesi için kilit rolü oynamıştır. 1923-1938 döneminde Cumhurbaşkanlığı seviyesinde hiçbir batılı devlete ziyarette bulunulmasa da Atatürk’ün batıya yönelik bakış açısı, toplumu Türk kültüründen koparmadan Avrupalılaştırmak olmuştur. İnönü dönemi siyaseti özellikle 2. Dünya savaşının son aylarında Alman yenilgisinin kaçınılmaz oluşu ve tehditkar İngiliz ve Amerikan tutumu neticesinde Almanya’ya savaş ilanıyla yeni bir şekil almıştır. Siyaset sözcülerimizin, Sovyet Rusya’ya güveni içten içe duyulan korkuya rağmen yalnız kalma endişesini yenmiş ve içte de milliyetçi gruplara sert önlemler almaya itmiştir. Bu süreç toplumsal kültürel çizgi,siyasetinde yönlendirmesi ile katı bir devletçi zihniyet ve yeni devleti koruma refleksi arasında sıkışmıştır. Kültürel değişimimizde dönüm noktası mutlaka soğuk savaş yıları olmuştur.1946 ‘dan sonra ülkemizde esen çok seslilik söylemleri ve DP ile başlayan 3 dönemlik ve toplamda da 10 yıllık Amerikan etkisi kültürümüze bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Marshall ve Truman Doktrinlerinin bölgede ve tabii ki Türkiye’de oluşturduğu Amerikan hayranlığı ve siyaseti kültürümüzü içine almıştır. Büyük kentlerimizde gezmeye başlayan Amerikan arabaları ve yazılı görsel basında dolaşan Amerikan propagandası, rahatlayan ekonomimizin diyeti olmuştur. Kore’ de verilen şehitler ve NATO’ya girerek kurtulduğumuz Rus tehdidi, içte Amerikan kültürüne ve etkisine karşı özellikle üniversite gençliğinde biriken bir tepki yaratmıştır.
1970’li yıllar Türk kültürü açısından bir arayış devri olarak geçmiş, gençlikte Amerikan ve batı kültürüne yada rakibi Rus ideolojisine karşı kendi Milli kültürünü sorgulama araştırma ve öğrenme merakı oluşturmuştur. Beş bin yıllık Türk tarihine duyulan merak, yeni Osmanlı dirilişi diyebileceğimiz bir atılım ve İslam kültürüyle yeniden yoğrulup kurtulma hevesleri kültürümüzde de bir öze dönüş sürecini başlatmıştır. Bu süreç 1985’li yıllardan itibaren Özal dönemiyle yerini tekrar Amerikan baskın kültürüne bırakmış, liberal ekonominin zenginleşen basın kültürü ile batılı yaşam tarzını tekrar Türk insanının hayranlıkla izlediği ve ulaşılması gereken yer olarak gördüğü bir devir açmıştır.
12 Eylül darbesinin siyasi yasaklarının kalkmasıyla başlayan Özal dönemi Türk toplumunda marka giyinmekten, İngilizce düşünmeye,Tommiks okumaktan kovboyculuk oynamaya kadar her yaşta insanımızın tüm hayatına işleyen bir kültür aktarımının başlangıcı olmuştur.Bu hızlı süreç önce, AB’nin zihnimizde oluşturduğu kurtuluş yolu ve demokratikleşme imajının etkisini yitirmesiyle azalmıştır.AB’nin Türkiye ye yönelik ne yaparsan yap üyelik kazanamassın duruşu ,terör örgütü elebaşının İtalya,Belçika gibi hayran olduğumuz kültür sahiplerinden beslenmesi önce beynimizde ki AB şemasını yıkmış ve yerini milli kine bırakmıştır.Boykot ,bayrak yakma ve dilimize süreç içerisinde yerleşen kelimelerin terkine kadar bir çok tepkiye neden olmuştur. Hemen ardından 2001 ve Amerika’nın Afganistan ve Irak işgalleri sayısız Müslüman’ın katledilmesi, 10 yıl önceki Rambo hayranlığı ve marka tutkumuzu yerle bir etmiştir.
Türkiye’nin 2002’den sonraki seyri ise daha manidardır.Acı hafızamızın zaman zaman küçük siyasi çıkışlarla kullanıldığı bu dönemde, AB tekrar bir demokrasi toplumu, ABD ise en dindarımızın! bile yaşayabileceği özgürlükler ülkesi olmuştur. Kültürümüzün dış etkilerle bu kadar değişmesi ve bir kültür öğesi olan sosyal tepkinin bu denli tutarsız seyri sosyologların üzerinde önemle durması gereken bir konudur. Türk kültürünün binlerce yıllık tarihi birikimi son 60 yıllık tahribata dirense de bu tahribatın gençliğimiz üzerinde oluşturduğu tatmin olmama,hayattan çabuk yılma, intihar, cinnet, uyuşturucu ve daha bir çok öz kültürümüz dışındaki etkilerin çoğalması gelecek yıllar adına endişe vericidir.
Türküsünden utanmayan, figürünü gördüğünde hangi yöreye ait olduğunu bilebilen,Voltaire okuyan, Da Vinci‘yi anlayan ancak Mevlana ve Yunus tadında yaşayan bir Türk genci, hepimizin ortak çabalarıyla tekrar yeşerebilecek bir tohumdur. Zira bu topraklar bu tohumları binlerce kez çınar heybetinde yeşertmiş ve yaşatmıştır…