Genel

Hz. Peygamber’e Hakaretin Psikolojik Boyutu

Yayınlandı

-

Bu yazı tumhaber.com’dan alıntılanmıştır.

Bundan yıllar önce, büyük İslam bilgini, filozof, kelamcı ve Kur’an müfessiri/yorumcusu Fahreddin Razi’nin (ö.1209), “Münâzara fi’r-Reddi ale’n-Nasârâ” adlı eserini, “Hıristiyanlığın Reddine Yönelik Tartışmalar”adıyla Türkçeye çevirirken kitapta dikkatimi çeken bazı ifadelerle karşılaşmıştım. Daha sonra İz Yayıncılık (İstanbul, 2006) tarafından yayınlanan eser, Orta Asya’nın Harezm bölgesine gelen bir Hıristiyan misyoneri ile Razi arasında geçen tartışmaları içeriyor. Bu tartışmalarda Razi, Hıristiyan bilgini tam anlamı ile mağlup ederek İslam Dini’ni seçmesine ve hidayetine sebep olmuş. Özellikle Hz. İsa’nınTanrı/Tanrı’nın Oğlu olmasının imkansızlığını bütün yönleriyle ortaya koyması ve Hıristiyanın İslam Dini’ne yönelik bütün şüphelerini cevaplandırması açısından kitap son derece önemli.

Söz konusu kitaptaki aşağıda vereceğim ifadelerle karşılaşmam tam da o tarihte Danimarka’daki bir gazetede Hz. Peygamber’e hakaret eden ve bütün Avrupa’ya ve Amerika’ya yayılan karikatürlerin yayınlanması ile aynı zamana denk gelmişti. İslam dünyasının her tarafında protesto gösterileri düzenlenmesine rağmen Danimarka özür dilememiş, Müslümanlara “hamam böcekleri” diyen İngiltere Milliyetçi Partisi Lideri de yargılandığı davadan “ifade özgürlüğü” gerekçesiyle beraat ettirilmişti.

Yine eş zamanlı olarak, yeni seçilen Papa XVI. Benediktus Almanya’nın Regensburg Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta, Bizans İmparatoru II. Manuel Paleologos’un ağzından Hz. Muhammed ve İslam Dini aleyhine ağır hakaretler içeren ifadeler kullanmıştı. Müslüman dünyayı ayağa kaldıran ve özür dilemediği bu konuşmasında Papa, İmparator ile Farisi bir müderris arasında 1391 yılında Ankara’da geçen bir diyalogdan söz etmişti. Benim, “Bâkıllânî’nin Bizans’taki Dînî Tartışmaları (el-Mesâilü’l-Konstantıniyye)” adlı kitabımda (Konya, 2010) söz ettiğim (s. 87-92) bu olayda Papa, İslam’a ve onun aziz peygamberine şu sözlerle saldırmıştı: “Hadi bana Muhammed’in yeni olarak ne getirdiğini göster! Bu konuda, kendisinin vaz’ ettiği (ortaya koyduğu) dini kılıç ile yayma emri türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın”.

Razi’nin, yukarıda söz ettiğim, “Hıristiyanlığın Reddine Yönelik Tartışmalar” adlı kitabında gördüğüm ifadeler, başlangıçta bana son derece abartılı gelmesine rağmen bahsi geçen karikatürler ve Hıristiyan Batı’nın bunun karşısındaki tavrı ile Papa’nın konuşması bu ifadeleri yerli yerine oturtmuştu. Münazara’da Razi, Hıristiyan’a, dinlerinin esasını sorduğu zaman Hıristiyan misyonerin, -birçok Hıristiyanın bugün de yaptığı gibi- son derece küstah ifadeleri ile karşılaşmıştı. Bu ifadelerinde misyoner, “Hz. Muhammed’e düşmanlığını açıkça ortaya koymuş, hatta kendi zamanında yaşasaydı O’nu öldüreceğini belirtmiş, bununla da kalmayarak O’nun ümmetine düşmanlığını açıklamış, ellerine geçse bütün İslâmî eserleri imha edeceklerini söylemiş, mümkün olsa Hz.Muhammed’i bedevi bir çoban şeklinde tasvir edeceklerini beyan etmiş, çocuklarını da bu şekilde yetiştirdiklerini itiraf etmişti”. (s. 70).

Danimarka’da yayınlanan karikatürlerin ne olduğunu şu anda tam olarak hatırlayamıyorum ama, Razi’nin tartıştığı misyonerin resimlemesindeki bedevi bir çobandan çok daha tahkir edici olduğunu hatırlıyorum.

Batı’daki, tarihten günümüze İslam’a, Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara yöneltilen hakaretler şüphesiz bunlarla sınırlı değil. Bugün de bütün dünya, gerçek adı Nakoula Basseley olan Amerikalı Yahudi yapımcı Sam Bacile’ınPeygamberimize hakaret eden “Müslümanların Masumiyeti” filmi ile sarsılıyor. Müslüman dünya yine ayağa kalkarak filme büyük tepki gösterdi ve maalesef Amerika’nın Libya/Bingazi konsolosu göstericiler tarafından öldürüldü.

Son hak din olan İslam’a, sevgili Peygamberimize ve mazlum Müslümanlara yöneltilen hakaretlere tepki göstermek elbette en doğal hakkımız. Ancak bu hakkımızın şiddet kullanılarak yapılmasının bir takım provokasyonlara ve istenmeyen sonuçlara sebep olduğu da kesin. Bu yüzden Müslümanların tepkilerinde daha sağ duyulu olmaları ve oyuna gelmemeleri gerektiği aşikar. Böyle olmakla birlikte ülkemizdeki tepki ve protestoların yeterli olmadığını da ifade edeyim.

Filmin yapımcısı Sam Bacile diyor ki: “Bu film için 100 İsrailli bağışçıdan 5 milyon dolar aldım ve filmi İsrail için yaptım. İslam kanserdir, Müslümanlar da yok edilmesi gereken böceklerdir. Bu film ile islam’ın nefret içerikli bir din olduğunu göstereceğim”.

Bu küstah ve hiçbir dine, hiçbir insan hakkına uymayan ifadelerin sahibi Bacile, 52 yaşında ve İsrail-Amerikan çifte vatandaşı. Ancak filmin danışmanı Steve Klein, onun bir Kıpti Hırisyan olduğunu söylüyor. Bu yapımcı, daha önce sahte kimlikle dolandırıcılık yaptığı suçlamasıyla 21 ay hapis ve 790 bin dolar tazminat cezasına çarptırılmış. Filmin tanıtımcısı ve en büyük destekçisi de 2010 yılında “Kur’an yakma ayini düzenleyeceğim” diyerek ortalığı ayağa kaldıran Amerikalı evanjelist rahip Terry Jones. Filmi Arapçaya çeviren Ulusal Amerikan Kıpti Meclisi’nin Mısırlı başkanı Morris Sadek. Yapımcı Bacile, filmin oyuncularını da kandırmış. Zira oyuncular, “Çöl Savaşçıları” adlı, İslâmofobik bir filmde değil, Antik Mısır’ı konu alan bir yapımda rol aldıklarını sanıyorlarmış. Bu yüzden filmde rol alan yaklaşık 80 kişilik ekip, ortaklaşa bir mektup kaleme alarak, “kandırıldık” mesajı yayınlamışlar.

Üstelik daha bu film olayı soğumadan Newsweek dergisinin, “Müslüman hiddeti” manşetiyle ve birinci sayfanın altında “Nasıl hayatta kalabilirim, nasıl bunu bitirebiliriz?” sorularıyla yayınlandığı görüldü. Haberi, son derece kışkırtıcı bir fotoğraf altında yazan kişi ise Müslüman düşmanlığı ile tanınan Ayaan Hirsi Ali.

Bütün bu anlatılanlar bile filim olayının ne kadar alçak, ne kadar iğrenç ve ne kadar mide bulandırıcı olduğunu gözler önüne seriyor. Dünya ve ülkemiz medyasında filmin çekilmesi ile ilgili çok çeşitli yorumlar yapıldı. Obama’nın neo-conlara göre daha barışçı, İslam dünyasına daha yumuşak ve İsrail’e daha mesafeli duruşu yüzünden yaklaşan Amerikan seçimlerini onun değil de neo-con cepheden olan Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’in kazanmasına yönelik, Amerikan derin devletinin bir tezgahı olduğu söylendi. Filmin Arapça dublajını yapanın Mısır’lı bir Kıpti Hıristiyan olması sebebiyle Cumhurbaşkanı Mürsi ile başlayan Mısır’daki Müslüman Kardeşler destekli hükümeti sarsma ve Kıpti azınlık kanalıyla Mısır’ı karıştırma niyetinden söz edildi. Yükselen Arap Baharı’yla İslamcılığın güç kazanması ile süreci tersine çevirme ve hatta Suriye’ye, Esad’a destek olma senaryoları tartışıldı.

Bütün bunlar şüphesiz üzerinde durulması gereken hususlar. Zaten stratejistler, uluslarası ilişkiler uzmanları ve siyaset bilimciler bunlar üzerinde tartışıyorlar. Onlar bunları tartışa dursunlar, benim burada üzerinde durmak istediğim, meselenin bunlardan tamamen farklı bir boyutu. Ben, bir ilahiyat hocası olarak meselenin tarihî arka planı, dînî/teolojik yönü ve psikolojik boyutu üzerinde durmak istiyorum. Yani ne oluyor da, tarihten günümüze Batı’da Yahudiler ve Hıristiyanlar, Doğu’da Hindular ve Budistler, devamlı İslam’a, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara saldırıyorlar? Geçmişte İslam’ı ve Müslümanları yok etmeye yönelik fiilî saldırılara ilaveten bugün -fiili saldırılar devam etmekle birlikte- sözlü ve medyatik saldırılar neden hala devam ediyor? Bu saldırıların ardındaki tarihi arka plan, teolojik düşünce, psikoloji durum ve ruh hali nedir?

Bu noktada, Gayr-i Müslim dünyada oluşan bu nefretin, saldırıların, hakaretlerin ve yok etme stratejilerinin psikolojik kökeninin yenilmişlik ve ezilmişlik psikolojisi olduğunu düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın lütfen, günümüzdeki alışılmışın dışında Müslümanlardaki ezilmişlik ve yenilmişlikten değil, Müslüman olmayanların İslam ve Müslümanlar karşısındaki yenilmişliğinden ve ezilmişliğinden bahsediyorum. Zira Batı ve Uzak Doğu, tarihte İslâmî yayılmanın ve Müslüman hakimiyetinin önüne bir türlü geçememiştir. Bugün de Müslümanların olanca rezil ve sefil durumlarına rağmen İslam/Kur’an kendi başına, kendi kendini müdafaa ederek ve kendi yolunu açarak hızla ilerlemektedir. Üstelik 11 Eylül’deki Amerikan ikiz kulelerinin yıkılmasından sonra küresel çapta başlatılan İslam karşıtı saldırılara rağmen bugün dünyada en hızlı yayılan din yine de her şeye rağmen İslam Dini.

Burada dikkat çekmek istediğim husus şudur: Günümüzde İslam’ın bu kadar hızlı yayılmasında ve tarihteki İslamî yayılmada ve Müslüman hakimiyetinde şüphesiz din olarak İslam’ın teolojik yapısının, ibadet esaslarının ve ahlakî unsurlarının diğer dinler karşısındaki tartışmasız üstünlüğünün birinci derecede rolü vardır. Şüphesiz bu da İslam’ın son hak din olarak bozulmamış ve değiştirilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Hıristiyanlık’taki son derece karmaşık olan inanç sistemi, teslis, inkarnasyon, İsa’nn tanrılığı gibi hususlar hiçbir zaman mensuplarını mutmain edememiş ve rasyonel aklın sorularına cevap verememiştir. Yahudilik’teki Cumartesi yasağı, Yahudi Şeriatı’nın modern dünyada uygulanamaz oluşu ve üstün ırk anlayışı gibi konular, Yahudiliği, kendi mensupları yanında bile içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Uzak Doğu’daki mistik miskinlik, dünyaya karşı pesimist yaklaşım, Hinduizm’deki Reenkarnasyon anlayışı, kast sistemi ve putperest inanç yapısı, Budizm’deki dînî unsurların zayıflığı, bu dinin dinden çok felsefeye yakınlığı ve reenkarnasyon gibi hususlar bu dinlerin önünde duran handikaplardır. Bu örnekleri bir hayli çoğaltmak mümkündür.

Bütün bunlara karşın, İslam’daki rasyonel akla ve insan duyularına/duygularına hitap eden saf, yalın, katışıksız tevhit/tek tanrı inancı insanları her zaman cezbedici bir özelliğe sahip olmuştur. Bunun yanında İslam’ın, mensuplarına gerçekten huzur veren ibadet esasları ve sağlam karakterli ahlaki yapısı her zaman insanların ilgisini ve hayranlığını çekmiştir. Üstelik bütün bunların yanında İslam, insan ve toplum hayatının bütününe hitap eden ve hem dünyayı hem de ahireti kuşatan bütüncül bir yapıya sahiptir. İslam’ın din olarak uhrevî söyleminin yanında dünyaya ait söyleminin de bulunması, dünyayı ve dünyevî hayatın kurumlarını inşa edecek teklifler sunması onun diğer dinlerden farklı bir yönünü içermektedir. Üstüne üstlük tarihteki Müslüman hakimiyeti ve Müslümanların, Hz. Peygamberin vefatından yaklaşık otuz küsur sene sonra Arap yarımadası dışına çıkarak İslam’ın Anadolu’ya ve Orta Asyaya ulaşması gayr-i Müslim unsurların engel olamadıkları bir husus olmuştur. Dahası, Hz. Muhammed’in zirve insan ve ufuk peygamber olarak örnek ahlakı ve eşsiz şahsiyeti insanların tarihten günümüze Müslüman olmalarında çok önemli bir etken olmuştur.

İşte, bütün bunlar karşısında diğer dinler teolojik anlamda İslam’ın karşısında duramayınca ve diğer din mensupları doğal yollarla İslam’ın yayılmasını durduramayınca tarih boyunca güç kullanmak zorunda kalmışlardır. Ancak bu da İslam’ın ve Müslümanların yayılmasını durduramamıştır. Haçlı seferleri sonuç vermemiş, Budist/Putperest Moğol saldırıları İslam’ı ve Müslümanları ortadan kaldıramamış, Endülüs katliamı Müslümanları Avrupa’dan silememiştir.

Buradan günümüze gelecek olursak bugün de İslam’ın yayılmasının önüne geçilememekte, Müslümanların dünyanın her köşesindeki varlıkları sürmekte ve halen İslam en fazla ve en hızlı yayılan din olma özelliğini korumaktadır. Böyle olunca da bu durum Batı’yı, Yahudi ve Hıristiyan alemini, Hint ve Budist dünyayı endişeye sürüklemektedir. Halen dünyaya hakim olan uygarlık, Batı kültür ve uygarlığı olunca da bu hakimiyetlerini kaybetmek istemeyen Yahudi ve Hıristiyan unsurlar İslam’ı ve Müslümanları yer yüzünden silmek için çaresizce, adeta köşeye sıkışmış bir kedi misali saldırgan bir konuma geçmektedirler. Çünkü çok iyi bilmektedirler ki, olanca güçlerine ve teknolojik üstünlüklerine rağmen, aslnda tarihte olduğu gibi bugün de teolojik anlamda İslam’ın ve Müslümanların karşısında yenik durumdadırlar. İşte bilimsel, rasyonel ve doğal yollarla İslam’ı ve Müslümanları mağlup edemeyince bu mağlubiyet pisikolojisiyle saldırgan bir üslup takınmaktadırlar. Bunun için de saldırılarını öncelikle, İslam’ı Yüce Allah’tan alıp insanlara tebliğ eden Hz. Peygamber’e yöneltmektedirler.

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, İslam’ı ve Müslümanları ortadan kaldırmak, sonuç itibariyle mağlup etmek mümkün değildir. Burada, Tasavvuf’un temel klasiklerinden olan “Reşahat”ta geçen bir ibareyi nakletmek istiyorum: “Hak nefyedildikçe kuvvetlenir”. Yani, Hak ve hakikat ortadan kaldırılmaya çalışıldıkça daha da kuvvetlenir. Serbest bırakılınca ise kendi doğal seyrinde zaten kuvvetlenmeye devam eder. Zira Hak ve hakikatin, Hak ve hakikat olmasından kaynaklanan muhteşem bir gücü vardır. O halde bu noktada Müslüman olmayan dünyanın önünde iki yol bulunmaktadır: Ya Müslüman olacaklardır ki bu bütünüyle zaten mümkün değildir, ya da İslam’la ve Müslümanlarla uzlaşacaklardır. Yoksa mağlubiyet pisikolojisiyle ve bu pisikolojinin oluşturduğu ruh haliyle içine düştükleri hırçınlık, saldırganlık ve hakaretle bir yere varmaları mümkün değildir. Zira, Yüce Allah’ın Kur’an’da buyurduğu gibi Allah nurunu tamamlayacak ve İslam’ı bütün dinlere üstün kılacaktır:

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor. O öyle bir Allah’dır ki, Resulünü hidayetle ve hak dinle bütün dinlere üstün kılmak için göndermiştir. Müşrikler hoşlanmasalar da”. (Tevbe 9/ 32- 33).

“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır. O, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, müşrikler istemese de onu, bütün dinlerin üstüne çıkarsın”. (Saf 61/ 8- 9).

4 Yorum

  1. Yaşar ÜNER

    20 Eylül 2012 at 15:37

    Hıristiyan İlahiyatının önemli isimlerinden Tertullianus, “Anlamadığım için inanmıyorum” diyerek hıristiyan inançlarının, bırakın normal bir insanı bu ilimde şu kadar yol almış bir kişinin bile anlayamayacağı birşey olduğunu vurgulamıştır. “Anlamadığım için inanıyorum” sözünü tersten okuduğumuzda Benim inandığım şey, anlaşılmaz olmalıdır, gibi bir sonuç çıkar ki, bu da bence Hıristiyan teolojisinin ana fikridir. İşte bu zihniyetten dolayıdır ki, 1 Milyarın üzerinde insan Hıristiyanlık dairesinin içinde kalıyor. Kilise eski gücünü kaybetti, batıda din güçsüzleşti, tarzındaki söylemlere şahsen katılmıyorum. Dini taassup batının iliklerine kadar işlemiş olmalıdır ki; İsa tanrı/ tanrının oğlu’dur, o kendini insanda bulunan asli günahın etkisini ortadan kaldırmak için feda etti, tarzı önermelere inanıyor. Bu bakımdan batı, inanç bakımından hala kilisenin tekelinden kurtulup gerçeği- İslam’ı- yakalayamıyorlar. Kilisenin tekelinden kurtulup doğru yolu bulmak isteyenler de anti- İslamik ve İslamofobik tuzaklara düşerek İslam hariç tüm yolları; budizm, hinduizm vb.doğu kökenli batıl dinleri deniyorlar.İslamofobik ve anti- İslamist tuzaklar da endirekt olarak Müslümanlara kurdurtuluyor. Peki nasıl oluyor bu? bazen birisi bir karikatür yayınlıyor, bazen bir film çekiliyor vb… Bunlar İslam Dini’nin mukaddesatı ile hadsizce alay eden subjeler olduğundan kalbinde hardal tanesi kadar iman olan Müslümanın bile tepki vermesine neden oluyor. bu durumu bilen mihraklar bunu hep kullanıyor. Bu cümleden olarak Müslüma akıllı olmalı ve tahriklere kapılmaksızın tepkisini ortaya koymalıdır.

  2. Yaşar ÜNER

    20 Eylül 2012 at 15:58

    Hocama yazısı için teşekkür ederim, eline sağlık…

  3. Kelebek

    21 Eylül 2012 at 09:10

    verimli ve doyurucu bilgi – yorumlar için teşekkür ediyorum. Batı tarihte hiçbir zaman kendisini prezente ettiği gibi kibar-hoşgörülü-toleranslı olmadı. Sadece bu kavramların reklamını yaptı, süreç sıkıştıkça hırıstiyan ve yahudi kitlelerin gerçek tavırları çok net olarak ortaya çıkıyor.

  4. ...

    21 Eylül 2012 at 11:41

    buradaki yazıya bir yorumum yok ama yorum yapan arkadaşlar neden hep islam dışındaki dinleri ezme, itme, beğenmeme güdüleri içindesiniz onu anlayamadım. sizin dininiz islam , diğerinin başka birşey. neticeye baktığımızda hepimiz tek bir şey’iz. ‘insan’

Leave a Reply

Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version