Genel
Ziraat ve Ziraatımız
Ziraat, dünyanın ilk mesleğidir. Her ne kadar bilim tarihçileri çobanlığın daha eski olduğunu ifade etmişlerse de; tespitleri doğrudur, ama tasnifleri hatalıdır. Çünkü ziraatın tarifi; “Her türlü hayvani ve nebati ürünün üretilmesi, bunların işlenerek, yarı ve tam mamul haline getirilmesi” şeklinde yapılmaktadır. Yani, hayvancılık da ziraatın en önemli kollarından biridir.
Ziraatçıların piri ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Âdem’dir. Derler ki; Hz. Âdem, öküzlerini kara sabana koşarak tüm dünyayı bir tarla edercesine sürmeye başlar, karşısına insan şeklinde Cebrail çıkarak buna mani olur (burada peygamberliğin ismet sıfatı göz ardı edilerek insandaki ihtirasın (HAŞA) ona kadar uzanmış olduğu vurgulanmaktadır).
Ziraatla Türk milletinin ilgileri çok daha özeldir. Bir şairimiz şiirinde;
“Kimimiz çiftçiyiz tohum ekeriz,
Yazda kışta pek çok zahmet çekeriz,
Barışta rençperiz, harpte askeriz,
Hem süngümüz hem de sabanımız var.”
demektedir.
Hakikaten süngü ve saban, milletimizin adeta sembolü olmuşlardır ve ikisinin de hakları fazlasıyla verilmiştir. Birincisini düşmanın yozlaşmış medeniyetine saplayarak, ikincisi ise toprak ananın bağrına gömerek bu hak verilmiştir.
Birincinin meyvesi üç kıtayı harmanlayabilmek olmuş, ikincininki ise; kendi tabiasını ve her an hazır olan beş yüz binlik ordusunu besledikten sonra; açlıktan kıvranan İrlandalılara kadar, Somalililere kadar gemilerle buğday gönderilmesi olmuştur.
Maalesef binlerce ziraat mühendisi ve veteriner hekime rağmen; onlarca Ziraat ve Veteriner Fakültesine rağmen; konuda faaliyet göstermekte olan çokça teşkilata rağmen; bu günkü ziraatımıza yukarıda bahsettiğim payeyi vermek mümkün olamamaktadır.
Belki sebze gibi, meyve gibi, bağ bahçe ürünlerinde bazı artışlar olmuştur. Ancak, özellikle buğday üretimi 30 yıldan beridir ki aynen patinaja düşmüş olan araba gibi, her yılda 20 milyon ton civarında dönüp durmaktadır. Bunlardan çok daha acısı, ziraatçının üzerine ağır bir burukluk çöküp, evine barkına, toprağına misafirmişçesine ilişerek, her an için çiftini çubuğunu bırakarak başka sahalara göçme durumuna gelmiş olmasıdır.
Bunun sebebi, her yıl biraz daha küçülerek ortalama 50 dekara kadar inmiş olan arazisinden midir (ABD ortalama 3832 dekar), toplam nüfusun yüzde otuzunu teşkil ederken, milli pastadan sadece yüzde on pay alabilmesinden midir? Yoksa çok daha önemlisi ülküsünü kaybetmiş olmasından mıdır bilinmez?
Ama kesin bilinen bir şey varsa o da; aşağıya aldığım bir Erzurum manisinde belirtilmiş olduğu üzere TOHUM YERİNE DERT ektiğinin farkında olmasıdır. Bereketli günler dileği ile…
“Âşık der derde kerem,
Rabbimdir derde kerem,
Çiftim gam tarlam hicran,
Sürdükçe dert ekerem”
Adınız...
27 Eylül 2012 at 10:44
Ziraat fakültelerinde sosyalist öğretim üyeleri ne zaman derslerde öğrencilere sosyalizm propagandası yapmayı bırakır ve tarım alanında bilimsel bilgileri öğrencilere vermeye başlarlarsa o zaman Türk tarımı kurtulmuş demektir.
Ziraat Hocaları
27 Eylül 2012 at 11:26
Sendikacılık yapmaktan hocalığı unutmuş sayın hocalarımız!
doğru söyleyen
27 Eylül 2012 at 15:33
ders konusundada haklısınız birisi size nasıl yapacağınızı gösterirse çok rahat öğrenirsiniz. ancak tarımın kurtuluşu ziraatçi hocaların derse girmelerinden değil bilim gibi bilim yapmalarından geçer. sosyalizm yada sendikacılıktan değil. en son hangi ziraatçi üretime katkısı olan yada verimi arttıran bir şeyler üretmiş. yoksa arpa, buğday nasıl ekilir ne zaman gübrelenir vs vs bunları köydeki hacı dayılar inanın sizden daha iyi bilir. velasıl kelam ziraatdeki çok değerli öğretim üyeleri çalışmıyor. nokta