Genel
Savaş Neden Çıktı!
Antik dönemden günümüze kadar , hangi savaşı ele alacak olursak olalım; olaylardan birkaç kuşak sonra savaşın aslında neden çıktığı konusunda ortak bir görüş yoktur. Bu durum Troia Savaşı için de söz konusudur.
Troia Savaşı, mitolojik anlamda Paris’in Helena’yı Troia’ya kaçırması olayının etrafında gelişir. Ancak destanlarda anlatılanlardan yola çıkarak Miken İmparatorluğu’nun (Akhaların) büyük bir orduyla Troia’ya saldırdığını kabul etmiş olalım. Peki ama neden böyle bir olay için, böylesi büyük bir savaş göze alınsın? Destana göre, savaşın nedeni kaçırılan Helena’yı geri getirmek ve Troialıları cezalandırmaktır. Ancak bunun olanaksızlığı için önemli bir neden var: Yine destana göre Helena ölümlü bir prenses değildir. Zeus’un yumurtadan doğan kızı ve aynı zamanda bir anatanrıçadır . Klasik dönemlerde bile halen Sparta ve Rhodos’ta yaşayan bir Helana kültünün hüküm sürdüğünü görmekteyiz. Ancak bu kült, uzun ve acımasız bir savaşa neden olan kadını, savaş sonrasında bir tanrıçaya dönüştüren bir kült değil; tam tersine bir tanrıçıya bir zinacıya dönüştüren kültürdür. Tanrıça bu külte, ölümcül bir kadına dönüşmüştür.
Benzeri tanrıça kültünün tarihini oldukça eski dönemlere kadar takip edebilmekteyiz. Örneğin Sankristçedeki Rigveda metinlerinde olduğu gibi, Letonya halk şarkılarında da olağanüstü güzellikteki tanrıça kız, atla gezi yapan, gökyüzü tanrısı Dyasu, yani Diev iki oğluna rastlar. İşte bu iki kardeş Grek mitolojisindeki Zeus’un atla yollculuk yapan oğulları ve aynı zamanda Helena’nın da kardeşi olan Dioskurlara (peri kızları) çok benzer. Bu güzel kızın Hintlilerdeki ismi ‚güneşin kızıdır‘. Bu söylencenin Baltık versiyonunda ise bu tanrıça kız, bir yumurtadan doğar. Böylelikle daha 1875 yılında Wilhelm Mannhardt’ın yazdığı gibi Helena isminin etimolojik açıklaması için bir ipucu yakalamış oluyoruz. Eski biçimi ‚Swelena’dır. ‚Swel‘ güneş anlamına gelmekte; buna bir de İndogerman dilinde tanrı ismine dönüştürmek için kullanılan enos/ena soneğini (suffix) eklerseniz, dilbilgisel açıdan oldukça iyi bir sonuca varabilirsiniz. Grek mitolojisinde Helena her zaman güneşle ilişkilendirilmiştir; o güneşin kızıdır. Rhodos adasında güneş tanrısı ile birlikte ona da tapınılır.
Peki bütün bunların sonrasında Helena’nın Paris tarafında kaçırılmasını nasıl açıklayacağız? Diğerlerinde olduğu gibi bu da oldukça eskiye giden mitolojik bir öğedir. Paralel geleneğe baktığımızda gökyüzü tanrısının oğulları tanrısal kardeşler, güneşin kızının kurtarıcısı olarak çıkarlar ortaya. Ama aynı zamanda ay da onunla evlenmek istemektedir. Bu nedenle tanrıça sadece bir yere verilebileceği için, olay ikili bir oyuna dönüşür ve sonunda kaçırılır. Aslında bütün bu hikaye, Grek mitolojisinde değişim göstermiştirtir; Helena güneşin değil; Zeus’un kızıdır; böylece de Zeus’un oğulları Dioskurların kızkardeşi de olduğu için de artık kurtarılmasına gerek yoktur. Bu rol, diğer kardeşlere; Atreus oğullarına, yani Agamemnon ve Menelaos’a düşer. Helene, ikisinden biriyle evlenmek durumundadır; ancak söylenceler Dioskurların Helena’nın evlenecek yaşa geldiğini söyler söylemez, ikisinin de evlenmek için girişimde bulunduklarını belirtir. Agamemnon aslında evlidir; bu nedenle kardeşinin lehine bir öneride bulunur ve sorun böylece çözülmüş olur. Güzel Helena daha sonra başka biri tarafından kaçırıldığında ise, Atreusoğulu bu iki kardeş onu geri getirmek için yeniden biraraya gelirler. Burada adı geçen kişilerin hepsi mitolojik ölümlüler sınıfına dahildirler; ancak olayların içeriğinden hepsinin tanrılarla ölçülebilecek özellikleri olduğunu görebilmekteyiz.
Acaba bu söylence, destan, hikaye, mitoloji, Miken İmparatorluğu’nun Troia’ya yaptığı sefer ve saldırıyla ilgili bazı anıları içermekte mi?
Pekçok konuda olduğu gibi, bu konuda da yüzümüzü Eski Doğu’ya çevirmek zorundayız. Eski Doğu savaş geleneğinde düşmanın tanrılarını, yani tanrı sembollerini bulundukları kentten kaçırmak, alıp götürmek alışılmış bir olaydır. Tevrat’ta Davut peygamber, Philister’in heykelini alıp götürür. M.Ö. 13. yüzyıldan itibaren pekçok Assur kralı feht ettikleri yabancı tanrıları alıp Assur ülkesine getirmişlerdir. M.Ö. 16. yüzyılın başlarında Hitit kralı II. Mursuli Babil’in kent tanrısı olan Marduk’u kaçırıp ülkesine götürmüştür. Marduk ancak 14 yıl sonra geri getirilebilinmiştir. Marduk M.Ö. 1215’de ise Assur’a götürülmüş ve uzun yıllar sonrasında yeniden geri getirilmiştir. M.Ö. 1158’de ise Elamitler Marduk’u Susa’ya kaçırmışlardır. Bu durum önemli bir savaşa da neden olur. Bu olaydan kırk yıl sonra Babil kralı I. Nebukadnezar, Elam’a karşı savaş açar ve Marduk’u alıp ülkesine geri götürür. O dönemlere ait Babil şiirlerinde Babil kralının çaresizce oturup, …efendim, merhamet et bana, merhamet et bize, daha ne kadar yabancı topraklarda kalacaksın?…tapınağına dönmek istemiyor musun? diye Marduk’a yalvardığını belirtmekte. Bunun üzerine, bu sesi gökyüzünden duyan Marduk, krala Elam’a karşı savaş açarak, kendisini geri getirmesini buyurduğu, belirtilmektedir. Savaştaki zaferi kesin gibidir.. Eski Doğu savaş geleneğindeki tanrı sembollerinin kaçırılması ile ilgili olay ve mitolojileri gözönüne getirdiğimizde, İlyada Destanı’ndaki olayların, teorik olarak, kaçırılan bir Helena sembolünün mitolojideki dönüşümü olarak kabul edebiliriz. Hatta biraz daha ileri gidersek, bu olayın Alaksandu (Paris) tarafından M.Ö. 1280’de gerçekleştiğini ve intikamın M.Ö. 1180’de alındığını bile düşünebiliriz. Böylelikle Wilusa kralının Hititlerle kabul ettiği Alaksandu antlaşması ve sonrasındaki Homeros Troiası dönemle (yani Troia VIi -VIIa) bir bağ bile kurabiliriz. Ancak bunları ileri sürmek o kadar kolay değildir. Arkeolojik (kazı sonuçları) edebi (Homeros destanları) ve tarihsel (Hitit metinleri) verileri bir arada yorumlamak o kadar kolay değildir. Ancak kesin olan şu ki, Hitit metinlerindeki Ahhijawa (Homeros metinerindeki Akhalar) sürekli Anadolu’nun batısı ve Hitit metinlerindeki Wilusa’yı (Homeros metinlerindeki İlois/Troia) kontrolü altına almak için büyük çaba göstermektedir. Hiç kuşkusuz bunun politik, ekonomik ve tarihsel nedenleri de söz konusudur. Özellikle Tunç Çağı ekonomisinde vazgeçilmez olan maden yataklarına giden deniz yolunu kontrol etmek ve böylece zenginliğine zengilik katma isteği, bütün diğer nedenlerle birlikte bölgeler arası büyük bir savaşa yol açmış olabilir. Bu savaşın kesinlikle Troia Savaşı olup olmadığı konusunda elimizde kesin bir belge yok, ancak binyıllardan yoğrularak günümüze kadar gelen İlyada Destan‘ı o dönemden, o savaştan unutulmaz bazı anıları, mitolojinin rengiyle olayları bize ‚Troia Savaşı‘ olarak yeniden sunmakta. Asıl önemli olan da budur.
Her savaşta olduğu gibi, bu savaşta da zamanla savaşın gerçek nedenleri etrafında gerçeklikle destanın içiçe geçtiği yeni tarihsel bir olaylar yumağı karşımıza çıkmaktadır. Biz arkeolog ve tarihçilerin görevi de bu olayları anlaşılabilir bir silsilede yeniden yorumlamak ve sunmaktadır.