Genel
Homeros’un Çiçekleri
Homeros’un destanlarını ve o destanlara konu olan kültür coğrafyasını anlamak istiyorsanız; önce insanlar, tanrılar ve yarı tanrıları etkileyen doğadan işe başlamalısınız. Ege dünyası, tarih öncesi dönemden günümüze kadar pek çok değişiklikler yaşadı/ yaşamakta. Ege Bölgesi’nin en önemli kenti Troia gibi diğer tüm kentlerden, saraylardan, tapınaklardan, tiyatrolar ve pazar yerlerinden geriye çok az şey kaldı. Arkeologlar ve tarihçiler bu kalıntıları dillendirmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Ancak bu coğrafyadaki bitkiler dünyası ise büyük oranda yaşayarak günümüze kadar gelmiştir. Ege coğrafyasının bitki dünyası binyılları aşan bir yerleşim sürecinden etkilenmiş olmasına rağmen, bu uzun sürece direnen yaklaşık 6000 bitki türü günümüze kadar ulaşmıştır. Buna karşın Homeros’un destanları İlyada ve Odysseia’da ise 60 bitki türüne değinilmektedir.
Antik dönemde doğanın sembolik bir din gibi algılandığı bilinmektedir. İşte bu nedenle de çicekler şifalı etkileri nedeniyle tanrıların bir hediyesi olarak kabul edilmiştir. Homeros iki destanında çiçekler de oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Arkeolojik olarak Grit ve Thera adasındaki M.Ö. 2. bine ait freskolarda resmedilen ve destanlarda sıkça adı geçen çiçeklerin başında leylak gelmektedir. İnsanın eskiden beri ulaşmak için çaba gösterdiği simetri, harmoni, saflık ve masumiyet, Homeros’da ‘leylak gibi’ terimiyle anlatılmaktadır. İlyada Destanı’nda Homeros, Aias’ın tenini ‘leylak sesli’ diye tanımlar. Demeter’e adanan ağıtta ise ‘ bir mucizedir onlara bakmak’ diye söz edilir leylaklardan.
Homeros’un en çok sözünü ettiği çiçeklerden diğeri ise güldür. Bu çiçekle ilgili çok sayıda mitolojik öykü vardır. Daha antik dönemlerde gülden kokulu yağlar üretilmiştir. Ancak o dönemlerde söz konusu olan yaban gülüdür. Günümüzdeki bahçe gülleri daha sonra kültüre alınmış güllerdir. Gülün ortaya çıkması konusunda da farklı mitolojik öyküler anlatılmıştır. Büyük oranda Homeros’tan esinlenerek mitolojiyi yeniden yaratan Ovidus’a göre gül, Adonis’in kanından doğmuştur. Diğer bazı kaynaklara göre ise gül, Aphrodit’in damlayan kanının toprağa değdiği yerden fışkıran kaynaktan çıkmıştır.
Homeros’un ismini andığı çiçeklerden biri de lotus (nilüfer )dur. Lotus çiçeğine İlyada Destanı’nın dört farklı yerinde değinilmektedir. Zeus ve Hera’nın aşk yuvalarının anlatıldığı bölümde ozan bizi, günümüzde de ağaç olmayan İda Dağı’nın zirvesine ışınlar:
‘Bulutlar devşiren Zeus karşılık verdi, dedi ki:
<<Tanrılar, insanlar görecek diye korkma
altın gibi bir sisle örterim dört bir yanımızı
güneş bile onu geçip göremez bizi
her şeyi keskin ışıklarıyla gören güneş bile>>
Böyle dedi, aldı karısını koynuna, sarıldı
tanrısal toprak yumuşak bir çimen saldı
taptaze lotus bir halı serdi toprakla aralarına
çiğdemlerden, sümbüllerden, tatlı bir halı
uzanıverdi ikisi de halının üstüne
sardı onları güzel bir altın bulut
buluttan çiy damlaları akıyordu pırıl pırıl’ (İlyada. XIV, 340 vd.).
Ozanımızın, İda Dağı zirvesini çok iyi tanıdığı belli. Gerçekten de günümüzde nisan-mayıs aylarında gittiğinizde Kazdağı’nın 1400 metre üzerinde sarı, mavi ve beyaz renkli çiğdemleri görebilirsiniz. Burada iki tür çiğdem söz konusudur: Sarı olan Crocus gargaricus; mavi ve beyaz ise crocus biflours’dur. Güneşin bu çiçeklerin üstüne vurması sonrasında çok renkli tanrısal bir örtü ortaya çıkmaktadır. Homeros’un dizelerinde adı geçen lotus, çiğdem ve sümbül çiçekleri İda Dağı’nda günümüzde de bir arada bulunmaktadır. Kimi araştırmacılar Homeros destanlarında bazı çiçeklerin doğal olarak aynı zamanda ve yerde yetişmemelerine rağmen, bir arada anlatıldıklarına da değinmişlerdir . Bu durumun Homeros tarafından şiirsel bir coğrafya oluşturmak için bilinçli bir şekle yapıldığı düşünülmektedir. İlyada’nın II. kitabında öfkeli Akhilleus’un denizin kıyısında zaman geçirmek için oyalandıkları bölümde şu dizeler yer alır:
Deniz kıyılarında oyalanır adamları
disk atarlar, kargı atarlar, ok atarlar
atlar arabaların yanında aknilüfer çiçeği yer
arabalarsa, efendilerinin barakaları yanında
öylece dururlar, bataklığın beslediği çimenlikte, sımsıkı bağlı.’ (II- 775).
Bu dizelerde lotus çiçeğiyle ilgili üç bilgi verilir. 1)Lotus çiçekleri atlar tarafından yenmektedir. Odysseia’da da at yetiştiriciliğinin yapıldığı yükseltilerdeki lotus çiçeklerinden bahsedilmektedir. 2). Olay denizin kıyısında olup bitmektedir. Bu da kıyıda ve ovada yetişen bir lotus türünün varlığına işaret etmektedir. 3) Tüm bu anlatılanlar günümüz topografyası ve botanik özelliklerine uymaktadır.
Akhilleus’un nehir tanrısı Skamandros’la mücadelesinin anlatıldığı bölümde de ovadaki lotus ve diğer çiçeklerden de söz edilir:
‘Böyle dedi, Hephaistos da şaşılacak bir ateş hazırladı
Yaktı kurbanlarını Akhilleus’un
yaktı ırmaktaki binlerce ölüyü.
Kurudu baştan başa bütün ova.
Durdu parlak suyun akışı
güzün yeni sulanmış bir yemiş bahçesini
Boreas yeli nasıl birden bire kurutursa
bahçeye bakan da sevinirse nasıl.
Tekmil ova öyle kurudu, ateş yaktı ölüleri.
Sonra da ışıldayan alevini çevirdi ırmağa doğru
Gürgenler, söğütler, demir hindiler yanıyor
ırmağın güzel suları boyunca uzanan
nilüferler, kamışlar, mazılar yanıyordu.’ (İlyada-II- 345…).
Homeros destanları; çiçeği, böceği, kurdu ve kuşuyla bu eşiz coğrafyayı şiirle ölümsüzleştirmiştir.