BİRİM HABERLERİ
ÇOMÜ KÜTÜPHANESİ BAŞ DÖNDÜRÜCÜ BİR HIZLA BÜYÜYOR
Aynalı Pazar’da geçtiğimiz hafta yayımlanan denemesinde Rüstem Aslan “ÇOMÜ’de neler oluyor!” diye sordu, ardından ÇOMÜ’nün yaşadığı hızlı ve radikal değişimi bir bilim insanı gözüyle ortaya koydu.
“Son iki yıldır Terzioğlu Kampüsünde dikkati çeken gelişmeler söz konusu. Her geçen gün yeni bir binanın yükseldiğini kentin herhangi bir yerinden baksanız bile görebiliyorsunuz” diyen Aslan sözlerini şöyle sürdürdü:
ÇOMÜ Kütüphanesi’ndeki gelişimi en iyi kendisi gibi araştırmacıların anlayabileceğini ifade eden Doç. Dr. Aslan yazısını şöyle devam ettirdi:
“Hayatının son 25 yılı üniversite ve kütüphaneler içinde geçen biri olarak kitap ve kütüphanenin birey, üniversite, kent ve ülke için ne kadar önemli olduğunu yaşayarak gördüm. Sadece iyi bir kütüphane ile her şeyi başaramazsınız, ancak iyi bir kütüphane olmadan hiçbir şeyi başaramazsınız. Kütüphanesi kötü olan üniversiteden iyi doktor, iyi mühendis, iyi sosyolog, iyi arkeolog çıkmaz. Nobel ödüllü bilim insanlarının çalıştıkları üniversitelerin kütüphanelerine baktığınızda durumu kolayca anlayabilirsiniz.
Üniversitelerdeki değişiklikleri ve gelişimleri en çabuk gözlemlediği yerlerin kütüphaneler olduğuna inanırım. Nereye gidersem gideyim, bir fırsat yaratıp o kentin kütüphanelerini ziyaret ederim. Çünkü kültürel dinamizmi, seviyeyi ve geleceği en iyi görebileceğimiz yerler kütüphanelerdir.”
“ÇOMÜ KÜTÜPHANESİ’NDE DEVRİM YAŞANIYOR”
“Kütüphaneler üniversitelerin ve dolayısıyla da içinde yaşadıkları kentlerin beyinleri, kalpleri, kan damarları gibidirler. Kütüphaneler ne kadar zayıf olursa etrafındaki yaşam alanı da o kadar zayıf olur ya da tam tersi. Bir süredir Çanakkale Onsekiz Mart Üniversite Kütüphanesi’nde bir devrim yaşandığını fark etmemek imkansız. Kitap sayısı hiçbir yerde görülmediği kadar hızlı bir şekilde artıyor. Kitaplar kütüphaneye sığmıyor, yeni kütüphane binaları inşaa ediliyor. Bu gelişim halkaları suya atılan taşın halkaları gibi büyüdükçe büyüyor. Bu bağlamda Türkiye’deki çok eskilere giden üniversite ve kütüphane sorununun geçmişine değinmek gerekmektedir:
‘Sevgili Üniversite’ Dehen Altıner’in 2007 yılında yayınladığı, Türkiye’deki üniversite reformunu konu alan güzel bir roman. Roman, Nazi rejiminden kaçan Yahudi kökenli bir grup Alman akademisyenin etrafında gelişen olaylarla, Türkiye’deki üniversite reformunu ana hatlarıyla anlatmakta. Kısa bir süre sonra Türkiye’de üniversite reformunun üstünden koca bir 80 yıl geçmiş olacak. Neredeyse dört kuşak. Uzun bir zaman. Türkiye’deki üniversitelerin günümüzdeki seviyesini anlamak için belki de en iyi yöntem o döneme dönüp bakmaktır. Romandaki olaylar 1932’de başlar. Atatürk’ün isteğiyle Cenevre Üniversitesi’nden Prof. Dr. Albert Malche, Türkiye’ye davet edilir. Malche, üniversite reformu konusundaki raporunu hazırlamadan önce politikacılara, Darülfünun’un var olan yapısından ve üçüncü bölümde yapılması gereken yeniliklerden söz edilmektedir. Malche’nin 10 maddelik raporunu okuduğunuzda zamansal bir paralaksla karşı karşıya kaldığınızı sanırsınız: Seksen yıl sonra Türkiye üniversitelerinin halen bazı aynı sorunlarla boğuşmakta olduğunu görürsünüz. Malche’nin rapor 1933 yılında TBMM tarafından kabul edilerek uygulanmaya koyulur. Tam bu dönemlerde Nazi Almanyasından kaçan akademisyenler sığınacak bir liman aramaktadırlar. Türkiye bu akademisyenlere kapılarını açar ve üniversite reformu belki de hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir hızla başlar. İstanbul ve Ankara’da pek çok yeni üniversite ve bölüm açılır. Hukuk Fakültesi’nden Tıp Fakültesi’ne, Tıp Fakültesi’nden Mimarlık Fakültesi’ne her alanda önemli adımlar atılır. Bu çalışmalar genel olarak II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam eder. Söz konusu akademisyenlerin çok büyük bir bölümü, farklı nedenler yüzünden, Türkiye’den ayrılırlar. Ancak bu süreçte belki en sancılı çalışmalar fakülte kurmakta değil, fakültelerin kütüphanesini oluşturmakta yaşanır. Çünkü kitapsız ve kütüphanesiz bir aşama kaydetmek ne o zaman ne de günümüzde mümkün değildir. Parantez açarak, yine aynı konuyla ilgili yeni bir kitaptan daha söz ederek ilginç bir örnek vermek istiyorum: Kemal Yalçın’ın 2011 yılında yayınlanan ‘Haymatlos Dünya Bizim Vatanımız’, isimli belgesel-kronik çalışması. Yalçın, kapsamlı bu kitabında üniversite reformu sürecini insan kaderleriyle üst üste anlatmaktadır. Benim için belki de bu kitabın en can alıcı bölümü, İstanbul Üniversitesi’ndeki Hukuk Fakültesi kütüphanesiyle ilgili olan bölümüdür. Prof. Ernst Eduart Hirsch, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşu ile görevlendirilir. Ancak Hirsch işin en çetin bölümünün kütüphane kurmak ve öğrencileri kütüphaneye sokmak olduğunu bilmektedir. Prof. Hirsch 1934-35 yıllarında Avrupa’dan sandıklar dolusu kitap ısmarlar. Binlerce kitap 1935 yılında İstanbul’a gelir. Büyük bir hızla kitapların tasnif edilerek raflara yerleştirilmesi gerekmektedir, ancak kendisine böyle bir iş için ne ödenek ne de uzman bir kütüphanecinin olmadığı bildirilir. İş başa düşmüştür. Prof. Hirsch, yapılacak işin önemini, manevi değerini ve bilimsel öneminin uzun uzun anlatır. Ancak asistanlar hiçbir şey söylemeden durmaktadırlar. Hiçbiri kitaplara el sürmez. Prof. Hirsch’in asistanı Halil Arslanlı, asistanların sözcülüğünü üstlenerek konuşmaya başlar: ‘Sayın hocam, bir kitaplık düzenlemek, katalog hazırlamak, kitap sandıklarını boşaltma, kitapları raflara yerleştirmek kesinlikle ordinaryüs profesörün yapacağı işler değildir. Asistanlardan da böyle bir iş yapmaları istenemez. Bu işler aşağılardaki hizmetlinin yapacağı işlerdir. Bu nedenle bizler burada çalışmak istemiyoruz. Elbette hocamıza yardım etmek isteriz, fakat yaz tatilinde dört hafta boyunca çalışmayız. Eğer mutlaka yapacaksak bize fazla mesai ücreti verilmelidir. Hocam bize ne kadar fazla mesai ücreti verebilirsiniz?’ Hirsch oldukça ciddi bir sesle ‘Bana verilenin tam iki katı’ diye cevaplar soruyu. Asistanların yüzleri gülmeye başlar. Birisi ‘hocam siz ne kadar alıyorsunuz?’ diye sorunca, Prof. Hirsch tek kelimeyle cevap verir: ‘Sıfır’. Asistanlar dolup kalır. Böyle bir hatayı nasıl yaptıklarını kendilerine sorarlar. Hep birlikte kitapları düzenleyerek raflara dizmeye başlarlar. Bu çalışmalar sürer gider. 1938 yılında ise tesadüfen Tıp Fakültesi’nin büyük amfisinin altında 1918 yılında Almanya’dan Darülfünun Hukuk Fakültesi’ne armağan olarak gönderilmiş, içi kitaplarla dolu onlarca sandık bulunmuştur. Bu kitaplar tam yirmi yıl üniversitede tozun, pasın içinde unutulmuştur. Prof. Hirsch, bu kitapları da asistanlarıyla birlikte çalışarak Hukuk Fakültesi kütüphanesine kazandırır. Türkiye’nin en başarılı hukukçuları işte bu kütüphanenin içinde yetişir. Türkiye üniversite tarihi buna benzer olaylarla dolu.”
KÜTÜPHANEDEKİ GELİŞME DESTEKLENMELİ
Arkeolog araştırmacı Doç. Dr. Rüstem Aslan yazısının son kısmında ise en iyi akademisyenlerin, uzmanların ve araştırmacıların ancak en iyi kütüphanelerde yetişeceğini hatırlatarak sözlerini şu cümlelerle tamamladı:
“En iyi akademisyenler, en iyi araştırmacılar, en iyi uzmanlar en iyi kütüphanelerde yetişir. Bu durum yüzyıllar önce de böyleydi, şimdi de böyle. Türkiye’deki üniversite reformunun ardından seksen yıl geçmesine rağmen bir üniversite için en önemli yerin kütüphane olduğu kimi zaman unutuluyor. Anadolu’daki yeni kurulan üniversitelerin kütüphanelerinin içler acısı durumu ortada. İşte tam böyle bir zamanda, bölgesinin en büyük kütüphanesi olan ÇOMÜ üniversite kütüphanesinin baş döndürücü bir hızla büyümesi ve gelişmesi; sevinilecek, saygı duyulacak, desteklenecek bir durumdur.”