Bizimle İletişime Geçin

Politika

ERdoğan’ın bileğini bırakın bükmeyi yerinden bile oynatamaz!

Yayınlandı

-

ERdoğan'ın bileğini bırakın bükmeyi yerinden bile oynatamaz!Bugünün önemli gündem maddesi olan CHP ve MHP’nin ‘çatı adayı’nı bakın yazarlar nasıl yorumladı…

Mustafa Karaalioğlu, Ahmet Taşgetiren, Taha Özhan, Selim Atalay, Ali Bayramoğlu, Abdülkadir Selvi, Mahmut Övür, Sevilay Yükselir, Okan Müderrisoğlu, Burhanettin Doğan, Fahrettin Altun bugün neler yazdı?

Mustafa Karaalioğlu: CHP, adayını Sosyalist Enternasyonel’den değil İslam Teşkilatı’ndan buluyorsa…

CHP ve MHP genel başkanlarının ortak aday olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu göstermeleri Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaderini değiştirmez ama Türkiye’nin siyasal karakterinin değiştiğini kesinlikle gösterir. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, son 10 yılda yaşanan muazzam değişime boyun eğerek bu ülkenin yönetiminde artık muhafazakar karaktere sahip olmayan bir profilin mümkün olamayacağını ilan ettiler. Siyasetin ve idarenin kuralıyla toplumun genel eğiliminin birleşmesi gerekiyordu; dün bu konudaki son büyük direnç de kırıldı.

Kim, bu ülkenin bir, iki, üç numaralı koltuklarına aday olacaksa, kim Türkiye’yi idare etmeye niyetleniyorsa referansını ya muhafazakar gelenekten almalı ya da o geleneğin onayladığı biri olmalı.

Değişim budur…

Erdoğan, bu haberi duyduğunda herhalde koltuğuna yaslanıp tebessümle başını sallamıştır. Nereden nereye…

10 yıl önceye kadar, bırakın 10 yılı 3-5 yıla kadar red ve inkar objesi olan kimlik bugün siyasette tek çıkış yolu haline geldi. Başbakan, o değişimin lideri olarak çatı adaydan memnun olmasın da ne yapsın…

CHP adayını Sosyalist Enternasyonal’den değil, İslam Teşkilatı’ndan buluyor.

MUSTAFA KEMAL’İN KOLTUĞUNA KEMALİST BİR ADAY ÇIKARTILAMADI

Kemalizmin kalesi olan parti toplumun önüne Kemalist kimliğiyle temayüz etmiş bir isimle çıkamıyor; tarihin ve toplumun yürüyüşüne teslim olarak illa da muhafazakar bir isme mecbur oluyor.

Mustafa Kemal’in koltuğu için bir Kemalist’in düşünülememesi; böyle bir adayın toplum tarafından seçilemeyeceğinin kabulü, önemli bir gelişmedir. Böyle bir adayla seçime dahi girilme cesaretinin gösterilememesi bir devrin sonunu ilan etmektedir.

Adayın adı Kemal Derviş, Yılmaz Büyükerşen, Deniz Baykal, Nur Serter, İlker Başbuğ ya da Kemal Kılıçdaroğlu değil, Ekmeleddin İhsanoğlu’dur…

Çünkü, sayılan isimlerin hiçbirinin kesinlikle sandıktan çıkamayacağı biliniyor. O zaman geriye bir umut kalıyor. Hiç olmazsa bir “muhafazakar” aday olsun. Olsun da Erdoğan’ın oylarını azaltsın…

YENİ TÜRKİYE’NİN VE SİYASAL DEĞİŞİMİN ZAFERİ

Görünen o ki CHP-MHP yine de Çankaya’yı kazanamayacak…  Ama, adayın kimliği olmasa da aday profili sayesinde Yeni Türkiye kazandı. Adayın ismi, aslı varken taklitlere bakılmayacağı için yanlış, ama aday profili değişimin zaferini ilan ediyor. Ne kadar farkında bilinmez ama CHP, bu kararıyla şimdiden sonraki siyasal yönelime de güçlü bir destek vermiş oldu. AK Parti’nin elitleriyle ve kararlarıyla şekillendirdiği siyasal yapıyı onaylayarak halk oyuyla seçilecek yeni Cumhurbaşkanı’nın elini de rahatlattı.

Evet, muhafazakar aday fikri kesinlikle doğrudur ama seçilmek için bu özellik yetmeyecektir. Bugünün Türkiyesi’nde adayın aynı zamanda demokrat, değişimci ve mutlak surette sahici olması şarttır. Siyasal varlığını bu ilkelere karşıtlık üzerine kurmuş partilerin adayı ise ne demokratlık, ne de sahicilik konusunda bir pırıltı sunmamaktadır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ahmet Taşgetiren: İhsan Efendi’nin oğlu

CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu. Ne Baykal, ne Büyükerşen, ne Abdüllatif Şener, ne Sami Selçuk. Kılıçdaroğlu CHP adına önerdi, Bahçeli de MHP adına “çok hayırlı” buldu.

Ekmeleddin İhsanoğlu da adaylığı kabul eder, Ak Parti’nin adayı olarak Başbakan Erdoğan ismi de kesinleşirse, Cumhurbaşkanlığı seçimleri Erdoğan ile İhsanoğlu’nun yarıştığı bir seçim olacak.

Bu önerinin Ekmeleddin İhsanoğlu için kabulü de, dikkat çekici bir durum olacaktır. Çünkü CHP-MHP adayı olmak demek, bir anlamda Tayyip Erdoğan’a karşı konuşlandırılmak demektir ve bu hiç kuşkusuz, bir “misyon”a tekabül etmektedir. İhsanoğlu’nun o misyona tekabül etmek isteyip istemeyeceği gibi bir kritik durum söz konusudur.  İlginç bir durum tabii.

Bir kere, Çankaya’ya gönderilmesi muhtemel her iki adayın “islami kimliği”nin belirgin olması ilginç. Tayyip Erdoğan’a karşı islami kimliği belirgin bir ismi CHP’nin aday olarak göstermesi ilginç.

Bir ara, Kılıçdaroğlu’nun Abdullah Gül’ü ve Haşim Kılıç’ı aday gösterebileceği ihtimalleri seslendiriliyordu ve ben biraz da espri ile, “İyi olur, diye  yazmıştım, Erdoğan veya ötekisi, kim seçilirse Türkiye için iyi olur.” Şimdi de, iyi bir sonuç İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi, diyeceğim.

Tabii İhsanoğlu’nun adaylığının üzerine söylenecek daha pek çok şey var:

Bir kere bu adaylık, “çatı aday”lıktan bekleneni verecek mi, sorusu önemli. Bu soruyu öncelikle CHP camiasının, ardından MHP camiasının soracağını tahmin etmek zor değil.  İhsanoğlu’nun adaylığı, muhtemelen Camia’yı rahatlatır. Onlar CHP’ye oy isterken çok zorlandılar, insanların yürekleri kanırtıldı bir bakıma. İhsanoğlu, o açıdan Camia’nın beklentilerini karşılayacak bir isimdir.  Ama CHP’nin farklı alanları İhsanoğlu ismine nasıl bakacak sorusu sorulduğunda ortaya çok iyimser bir cevabın çıkmayacağı kesindir.

Çankaya yarışında İhsanoğlu’ndan beklenen “Erdoğan rakipliği” sergilenebilecek mi, sorusu, bu yarışın en önemli sorusudur. Malum “çatı aday” arayışı, “Erdoğan karşıtlığı”nın ortaya çıkardığı bir siyasi girişimdir. CHP ve MHP tabanları, Erdoğan karşıtlığı ile motive edilecek, ve oylar çatı aday etrafında toplanacaktır. Peki bu motivasyon içinde bizatihi İhsanoğlu’nun kendisi var mıdır? Şöyle soralım: İhsanoğlu ne kadar Kılıçdaroğlu veya Bahçeli’dir? Ne kadar CHP kitlesinin tansiyonunu yükseltebilir, ne kadar MHP tabanının nabzını harekete geçirebilir?

Çankaya yarışı, belli ki, hangi oyların nasıl dağılacağı tahminlerini de gündeme almayı gerektiriyor. Bu noktada “BDP oyları” ya da daha genelde “Kürt oyları”nın nasıl akacağı sorusu önemli. Bu noktada yapılacak tahmin, çözüm sürecinde siyasi iradesi belirgin olan Tayyip Erdoğan’ın siyasi karşılığı pek net görülmeyen İhsanoğlu’na göre çok daha avantajlı olduğu yönünde olacaktır.

İhsanoğlu ile ilgili önemli bir problem de, her ne kadar Ahmet Necdet Sezer gibi bir “ana muhalefet misyonu yüklenmek”ten söz edilemese de, şu an iktidarda olan ve yakın gelecekte de siyasi tabanı tek başına iktidar olmaya en elverişli bulunan Ak Parti ile bir açı farkı taşıyacağıdır. Bu açı farkının, İKT Genel sekreterliği döneminde de yer yer ortaya çıktığı biliniyor.

İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı olması halinde, kendisini “Çatı aday” olarak gösteren CHP ve MHP ile ilişkisinin hangi nitelikte olacağı da önem taşıyor. En azından CHP ve MHP camiası, Hükümet ile ilişkilerde kimi beklentiler içine girerlerse, bunun karşılanıp karşlanmayacağı hali de soru üretecektir.

Nihayet, bu seçimde, halk oyu ile seçilecek bir Cumhurbaşkanından söz ediyoruz. Böyle bir Cumhurbaşkanlığının içi nasıl dolacak ve Ekmeleddin İhsanoğlu, nasıl bir Çankaya  sakinliği ya da hareketliliği vadedecek sorusu, güncel sorular arasındadır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!

Taha Özhan: Cumhurbaşkanını kim seçecek?

Muhalefet partileri cumhurbaşkanlığı seçimleri için çatı adayda siyaset dışında bir isimde uzlaştılar. Muhalefetin CHP’li veya MHP’li olarak bilinmeyen bir ismi aday gösterme çabası seçimlerden bir kaçma stratejisi. Büyükölçüde dokuzuncu seçim yenilgisine maruz kalmamak üzere buldukları bir çözüm formülü ortaya atmış oldular. Bu elbette muhalefeti sorumluluktan kurtarmayacak. Zira çatı aday seçimi kaybettiğinde CHP ve MHP seçimi kaybedecek. Aksi beklenti milletin ferasetini küçümsemek anlamına gelecektir.

CHP ve MHP’nin, 30 Mart’ta Erdoğan karşısında sekizinci kez seçim kaybetmelerinin ardından anti-siyaset bir pozisyona sürüklenme süreçleri devam ediyor. Bu bir yönüyle de siyasi konforlarını koruma çabası olarak görülmelidir. Her hangi bir kurucu siyasi pozisyon geliştirmek yerine Türkiye’nin bazı bölgelerinden aldığı destekle TBMM’de var olmanın ötesine geçmeyen bir ufka iyiden iyiye gömülüyorlar. Bu içinden çıkılması bir fasit daire ortaya çıkarıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri muhalefete içine düştükleri fasit daireden çıkmak için eşsiz bir fırsat sunuyordu. Görünen bu imkanın muhalefet tarafından bile isteye heba edileceğidir. Her ne kadar tuzsuz aşım dertsiz başım yaklaşımı gösterseler de, yaşadıkları krizin temelinde 20. Yüzyıldan bugünlere devrettikleri büyük kriz bulunuyor. Bu kriz Kemalizm’den başkası değil. Açık bir şekilde Kemalizm’le yüzleşmedikleri sürece de değişim hatta anlamlı bir siyasi aktör olmaya başlama anını yaşayamayacaklar.

Kemalizm’le yüzleşmek muhalefet partilerinin kendilerini var eden sosyolojileriyle de yüzleşme hatta karşı karşıya gelmeleri anlamına geliyor. Bunun olabilmesi içinse riskleri üslenen, tabanlarına güven veren liderliğin ortaya çıkması gerekiyor. Erdoğan kendi tabanına güven verdiği, İslami kesimler tarafından bir siyasi sigorta poliçesi olarak okunduğu için 28 Şubat sonrası ortaya koyduğu yeni siyasi perspektif içinden çıktığı ve hitap ettiği sosyoloji tarafından sindirilebildi. Benzer bir cesareti muhalefet göstermediği sürece, tabanı devam eden yenilgi psikolojisiyle birlikte her geçen gün düne göre daha az değişim riskini kabul edebilecek bir çizgiye doğru evirilmeye devam edecektir. Son tahlilde başarı hikayesinin ortada görünmediği zamanlarda elde olana daha fazla sarılmaları kimseyi şaşırtmamalıdır.

Muhalefet beklenen değişimi yaşamayı, kurucu bir siyaset yapmayı şimdilik oldukça mütevazi ve neredeyse anlamsız kabul edilebilecek bir düzeyde yaşamayı tercih ediyor. Bu anlamda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemalist siyasi kimliği belirgin bir aday gösterememeleri bile aslında durumu özetlemeye yeterlidir. Lakin bu pozitif bir gelişme olmakla beraber, akıllarından geçen adayın 20. Yüzyıl Kemalist dünyası dışından bir isim olmaması da göze almayı düşündükleri değişim düzeyinin ne kadar sembolik olduğunu da gösteriyor. Aynı adayı AK Parti eski Türkiye ve eski Ortadoğu için bir siyasi pragmatizm gereği tercih etmek zorunda kalmıştı. 10 yıllık değişimin ardından bu tercihini de sorgular hale geldi.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Selim Atalay: Ne lokum ne de çiçek

ABD askerlerinin -lokum ve çiçeklerle karşılanacağı- varsayımı ile Washington Irak’ı işgale karar vermişti. Lokum ve çiçek ikramı hiç olmadı… Aksine ABD’ye en sert direniş geldi. Bu direniş ve işgalin bedeli hâl ödeniyor. Bedel o kadar yüksek ki,  Irak ve benzeri yerlerde yaşanan en temel stratejik çıkar ihlallerine bile ABD göz yumar oldu. Kırmızı Çizgiler Mor’laştı. Silahlı müdahale konusunda ABD’nin isteksizliği, yeşilbarış örgütünün silaha bakışı ile neredeyse aynı.

Süper güç olmanın en temel göstergesi -her zaman her yerde olmak- iken, ABD yönetimi -artık her yerde aynı anda olamayız- diyor. Son dönemde Obama yönetimi, -arka koltuktan liderlik yapmak- diye bir terim kullanmaya başlamıştı. Yani direksiyona oturmadan, arka koltuktan sürücüye ve diğerlerine söylenerek yönetmek… Libya’da az çok işe yaradı. Ancak bu yıl arka koltuk da kurtarmıyor. Şoför ve yolcular meğer o araçta değilmiş. Irak’ta ABD’yi dinleyen yok. Süper güç çözüm değil, mazeret üretiyor.

Irak’ta ABD ordusunun karış karış kan dökerek ilerlediği bölgeler şimdi IŞİD’in eline geçiyor. Felluce’de savaşmış bir Amerikalı asker, şimdi olanları duyunca -Odanın ortasına sandalye fırlatmak geldi içimden- diye medyaya anlatıyordu. Irak ve Afganistan’dan gelen askerlerde -Biz neden savaştık- sorusu var… ABD siyaseti de aynı soruyu sormaya başladı: Irak nasıl kaybedildi?

ABD’nin son Irak gelişmelerine tepkisi zaten ağır ve düşük kalmıştı. Yeniden Irak’ta silaha sarılmak istemeyen Başkan Obama, sanki Patagonya devlet başkanıymış gibi uzaktan ve ilgisiz konuşuyor. Silahlı müdahale ve bombardıman ihtimalini zaten düşük tutan Obama yönetiminin hesabı şu: IŞİD denen grup birkaç bin kişi. Bu grubun geniş bölgeleri uzun süre kontrol altında tutması mümkün değil. IŞİD, Irak’taki Sünniler’in desteği ile büyüyor. Sünniler ise Şii Maliki yönetiminin hatalarına ve baskısına karşı ayaklanıyor. Demek ki Maliki Başbakanlıktan ayrılırsa ve daha makul bir Şii Başbakan olursa ve de Sünniler ve Kürtler’le yeni bir mutabakata varırsa, Irak’ta siyasi denge kurulur ve Sünniler’in IŞİD’i desteklemek için gerekçesi kalmaz. O zaman da Irak yatışır.-

Kurgu belki mantıklı, ama Irak’ta en son ne zaman mantıklı birşey olmuş- diye sormak gerek. Üstelik Bağdat’ın ve Maliki hükümetinin uzaktan kumandasına sahip olan Tahran’ın tavrı burada en önemli unsur. Tahran, Şii Bağdat rejiminin devamı için her yola açık. Tahran’ın Irak’a asker yollama ve IŞİD’e karşı savaşma isteği de var.

Obama Yönetimi şimdi, İşid bizim adımıza etkisiz hale getirilsin diye  İran ile -doğrudan diyalog- kuracak. Bu hafta görüşmeler başlıyor. Müzakere ya da pazarlık havası verilmesin diye de doğrudan diyalog denecek, ama masaya oturunca müzakere – pazarlık demek.

Diyalog ve müzakere faydalıdır da, Ortadoğu’da ABD ile İran’ın bir meseleye aynı açıdan baktıklarına inanmak güç. Bakıyorlar ise, bir yanlışlık vardır… ABD -Rica etsek bizim adımıza İşid ile siz savaşır mısınız ?- diyecek. Tahran da herhalde bu hizmetin karşılığını fatura edecektir. Irak zaten yıllardır İran’ın denetimine bırakılmıştı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ali Bayramoğlu: İhsanoğlu nasıl bir aday ve şansı var mı?

Muhalefet aradığı adayı sonunda buldu:

Ekmeleddin İhsanoğlu.

İhsanoğlu kaliteli, saygın, uluslararası bilinirliliği olan ve etkili bir isimdir, buna şüphe yok.

Temsil ettiği Doğu’nun muhafazakar kültürü, İslami kültürüdür. Bunun yanında Batı’yı da değerleri ve sistemiyle bilen Harvard ve UNESCO’da çalışmış bir bilim ve kültür adamıdır. Ancak kamuoyu ismini daha çok AK Parti döneminde, 2005’te İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği’ne seçilmesiyle duymuştur.

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak Baykal, Sami Selçuk, Rıza Türmen gibi isimleri önermesi beklenirken bir muhafazakarı, İhsanoğlu’nu seçmesi şüphe yok tartışılacaktır.

Bu seçimde etkin olan, görebildiğim dört neden var.

İlki, Ağustos seçimlerinde başta CHP olmak üzere muhalefetin ana motivasyon olarak Tayyip Erdoğan’ı, AK Parti’yi engellemek üzerine kurulu, bu açıdan kısmen siyasi, ancak önerileri ve iddiaları açısından edilgin ve kısmen siyaset dışı bir strateji benimsemesidir.

İkincisi, bu çerçevede, CHP seçmenini ürkütmeden diğer muhafazakar oyları da çelebilecek ya da çekecek bir isim arayışının önplanda olmasıdır…

Üçüncüsü, özellikle CHP’nin Tayyip Edoğan’ın kutuplaşmacı, sert, popüler dili üzerine oynamayı tercih etmesi, bunun karşısına yumuşak, tansiyonu düşük ve nispeten elit bir tarzı siyasi bir koz olarak çıkarmak istemesidir…

En nihayet dördüncüsü siyasi kökenli cumhurbaşkanı ve adayı fikri ve profilinden uzak durarak Anayasa’daki Çankaya statüsünü muhafaza etme, tarafsız ve partilerüstü cumhurbaşkanlığını koruma güdüsüdür…

İhsanoğlu üzerinden devam edelim ve soralım:

‘İhsanoğlu nasıl bir aday ve şansı var mı?’

Burada asıl mesele ‘muhafazakarlık’tır ve ‘nasıl bir muhafazakarlık sorusu’dur.

Görmek gerekir ki, daha önce etkin görevlerde bulunsa da, devlet tarafından taltif edilse de, Ecevit’in övgüsünü kazansa da, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı, aslında AK Parti döneminin önemli aktörlerinden birisidir. Daha doğrusu AK Parti döneminde önemli bir aktör olmuştur. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği sırasında AK Parti’ye çok yakın çalışmış, AK Parti’nin bir dönem izlediği dış politikanın parçası haline gelmiştir.

CHP ve MHP, ancak özellikle CHP böyle bir çizginin adayını tercih ederken ‘muhafazakarlaşma’ eleştirisiyle de karşı karşıya kalabilir, ‘Yeni Türkiye’ye uyum sağlama’ övgüsüyle de…

Bunların oylar ve seçim üzerindeki etkisi zamanla şekillenecek, özellikle kampanyalar sırasında kendisini belli edecektir.

İhsanoğlu’nun Müslüman Kardeşler’e mesafeli durması, Sisi’nin müdahalesine ‘darbe’ demekten çekinmesi, Suriye’de ‘Esad’lı bir geçiş’ önermesi ve AK Parti’nin dış politik tutumuna ters düşüp, eleştirel yaklaşmaya başlaması siyasi iktidar ile arasındaki ilişkiyi daha da bozmuştu. ‘İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ne iş yaptığını bilen var mı? Bu zat, darbeden sonra Mursi’yi suçlamıştı’ sözleri AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik’e aittir ve oldukça tazedir…

Bu çerçevede Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, CHP ve MHP’nin dış politik tavrına uygun olmakla birlikte, eski tür Arap rejimlerine yakın duran eski tür dengeci, steril, hatta devletçi bir muhazafazakar olduğu eleştirisiyle karşılaşacağına şüphe yoktur.

Bunun seçim kampanyası sırasında Tayyip Erdoğan tarafından kullanılması ve İhsanoğlu’na verilecek muhafazakar oylara bu açıdan yükleme yapılması muhtemeldir.

Şimdi işin İhsanoğlu dışındaki, daha çok CHP ve MHP’nin siyasi tercihleriyle ilgili kısmına geçelim…

Bu tercih, yukarıda da söyledik, siyasi parti geçmişi olmayan bir cumhurbaşkanı tercihidir ve tarafsızlık ‘cumhurbaşkanı modelini olduğu gibi korumak’ fikri üzerine kuruludur.

Oysa açıktır ki, genel oyla seçilecek bir cumhurbaşkanı ve Tayyip Erdoğan’ın adaylığıyla Türkiye, siyasi iktidarın arzusundan bile bağımsız olarak, ‘parlamenter rejim limanından çıkış startı’ verecektir.

Bundan böyle tartışma o limana geri dönüş üzerine değil, açıklara doğru nasıl bir rota izleneceği üzerine kurulu olacaktır. Başka deyişle ‘gerçek’ soru, ‘neden hareket’ değil, ‘nereye hareket’ sorusudur. Siyaset, nereye sorusuna verilecek yanıtlar ve bu yanıtları şekillendirmek üzere yapılırsa anlam taşıyacaktır. Muhalefet bu konuda da tutucu davranarak, gelecek ve ufuk fikri taşımayan, salt ince ayar, tehlike bertarafı ve direnç üzerine kurulu bir tercih yapmışır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Abdülkadir Selvi: CHP’nin çatısı İslam İşbirliği Teşkilatı oldu

Kemal Bey, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının bir kadın olabileceğini söylediği anda kendisine inanmıştım.

Hatta İstanbul’da bir grup sanatçı ile biraraya geldikten sonra yabancı dil bilen nezih biri diye bir profil ortaya koymuştu.

Deniz Ülkü Arıboğan’ı bekliyordum, çıka çıka Ekmeleddin İhsanoğlu çıktı.

Hayatımda bir kez Kemal Bey’e inandım, onda da ters köşe oldum.

CHP’lilerin Allah yardımcısı olsun.

Çatı aday için 1 aydır yollarda olan Kılıçdaroğlu, çalıştı, uğraştı, didindi sonunda CHP’nin çatısı olarak, merkezi Suudi Arabistan’da olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nı buldu.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adı bile CHP’nin jakoben laikliğinin param parça olması demek.

Ekmeleddin ne demek? Dinin ekmele ermiş, mükemmel hali, demek.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olması demek CHP’nin 90 yıllık iddiasının iflası demektir.

Eşi başörtülü olduğu için 367 formülü ile Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyen CHP, Sabih Kanadoğlu icadından İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu noktasına geldi.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP’nin adayı olması demek CHP’nin politikalarının çökmesi demektir.

Ezanı, Kur’an’ı yasaklayan, din eğitimini kaldıran bir partinin Cumhurbaşkanı adayı olarak Mısır’daki El Ezher Üniversitesi’nin öğretim üyesi, merkezi Suudi Arabistan’da bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Genel Sekreteri, Osmanlı ulemalarından İhsan Efendi’nin oğlunu Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesi demek, CHP’nin kendi geçmişiyle ters düşmesi demektir.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesi demek, aslında bir ilerlemeyi işaret ediyor.

Şimdiye kadar darbeci askerleri ya da Anayasa Mahkemesi başkanlarını aday olarak göstermenin ilerisine geçemeyen parti, ilk kez bir sivili aday gösterdi.

CHP’nin ebedi Milli Şefi, İsmet Paşa mezarında dört dönüyordur herhalde.

Biz İİT Genel Sekreteri CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olsun diye mi astık onca alimi, İskilipli Atıf Hoca’nın suçu neydi, yaşasaydı onu mu aday göstereceklerdi diye.

Biz bunun için mi Arapça ezanı yasaklayıp, Kur’an-ı Kerim okunmasını engellemiştik diye fır dönüyordur mezarında.

Eğer Kemal Paşa, fazla gürültü ettin İsmet demediyse…

CHP’ye önerim Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim müziğini de farklı yapsınlar. Ne öyle koskoca Ekmeleddin Bey’i, Tarkan’ın, ‘Oynama şıkıdım şıkıdım’ şarkısı eşliğinde götürmeyeceklerdir herhalde miting meydanlarına.

Tavsiyem Mustafa Kemal’in, ‘Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz’ sözlerini kullansınlar seçimlerde.

Ellerinde Tuncel Kurtiz seslendirmesi varsa, çok daha etkili olur. Rüştü Asyalı versiyonuna da razıyız.

Ekmeleddin İhsanoğlu CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak yayına çıktı diyelim. Soracağız kendisine, ‘Sayın İhsanoğlu siz bir Türk vatandaşı olarak neden Kahire’de doğdunuz?’

‘Paşa dedemin Mısır seferi nedeniyle’ diyemeyecek herhalde. ‘Ailem o sırada Kahire’de yaşadığı için oradan doğdum’ diyecektir. Ancak 1960’tan sonra Türk vatandaşlığına geçebildiğini de ekleyerek.

Bu kez soracağız kendisine, ‘Bir din alimi olan babanız Yozgatlı Mehmet İhsan Efendi ne diye Mısır’a kaçtı’ diye.

Suç işledi, cinayeti vardı ya da sürgün gönderildi diyemeyecek herhalde.

‘Benim babam bir din alimiydi. CHP’nin tek parti devrinde Türkiye’de ezan okumak, Kur’an öğretmek, din eğitimi vermek yasaktı, bu yüzden bir çok alim gibi benim babam da çareyi hicret etmekte buldu’ diyecek.

‘Peki siz o zaman neden CHP’nin adayı oldunuz’ diyeceğiz herhalde.

‘Onu da ben değil, CHP düşünsün’ cevabını verecek.

Her şey iyi de ‘Ekmeleddin Bey, babanızın ülkesini terk etmesine, sizin gurbet ellerde doğmanıza neden olan, ezanı, Kur’an-ı Kerim’i yasaklayan, din eğitimine savaş açıp, birçok din alimine zulmeden CHP’nin adayı olmayı içinize nasıl sindirdiniz’ diye soracağız bu kez.

Ne cevap verecek bilmiyorum ama Mısır’daki darbeyi destekleyip, Mursi’yi eleştirdikten sonra her şeyi söyleyebilir.

Ben Ekmeleddin İhsanoğlu ismini duyunca gerçekten çok sevindim.

90 yıllık geçmişiyle CHP’nin tezlerinin çöküşüne tanık olduğum için.

Ne kadar büyükmüş günahı CHP’nin.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Tamer Korkmaz: Çatı’ya paraşütle indirilen aday

Önce, bu sütunda çıkan 25 Aralık 2012 tarihli ‘Şahane tesadüfler sarmış her bir tarafımızı…’ başlıklı yazıdan bir bölümü hatırlayalım:

‘İşte size muhteşem bir tesadüf daha:

Suudi Arabistan’a gittiğinde Ekmeleddin İhsanoğlu’na ‘Vakti geldiğinde Çankaya’ya aday olmanızı istiyoruz’ diyen kimdi?

-Aydın Doğan!..’

*

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Çankaya adayı olarak tasarlanmasıyla alakalı en son bu cümleleri sarf etmişiz:

İstanbul Baronları’nın İhsanoğlu hazırlığından ilk söz edişimiz 2010’un ilk yarısına kadar geriye gidiyor olmalı; çünkü Aydın Doğan’ın bu konuda Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilk görüşmesinin tarihi Şubat 2010’dur!

*

‘Kulağını baronların kendisine sufle edeceği Çankaya adayına kabartmış olan’ CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu…

Dün Devlet Bahçeli ile yaptığı görüşmenin ardından, MHP liderine ‘Cumhurbaşkanı adayı olarak İslam İşbirliği Teşkilatı eski Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu teklif ettiklerini’ açıkladı…

Yani?

Proje, dört buçuk yıl öncesine ait!

‘Çankaya seçiminde AK Parti adayına karşı muhafazakar bir isimle mukabele etme’ stratejisi ta o günlerde benimsenmişti…

‘Büyük Patron!’un, ‘Yurttaş Kane’ eliyle…

Pardon, Aydın Doğan vasıtasıyla…

Yaptığı teklif, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çok mutlu etmişti!

*

Ecnebi Hürriyet’in Ekmeleddin İhsanoğlu’na yakın ilgisi, kendisine teklifin götürüldüğü tarihten birkaç ay öncesinde başlıyor…

Mesela, 4 Ekim 2009’daki Hürriyet’te…

İhsanoğlu’nun, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la görüşmesi ‘İKÖ’nün küresel siyasette giderek ağırlık kazandığı’ vurgusuyla haberleştirilmişti…

*

Hürriyet’in 10 Ocak 2011’deki sürmanşetinde ise pabuç kadar puntolarla ’57 İslam Ülkesi Adına Mısır’daki Patriğe Mektup’ başlığı, İhsanoğlu’nun fotoğrafı eşliğinde okunuyordu…

İşbu sürmanşet, şu kaşarlanmış Özel Harp Gazetecisi’nin köşe yazısının devasa anonsu olarak sahne almıştı:

O yazının başlığı da şuydu:

‘İslam’ın Samimi Sesi Bu Mektupta…’

*

Prof.İhsanoğlu, 1 Şubat 2011’de de Hürriyet’in manşetinde idi ve bu defa Mısır’daki ayaklanmayı Hürriyet’e ‘Değişim Şart’ diye değerlendiriyordu.

*

Ekmeleddin İhsanoğlu, El Sisi’nin Mısır’daki darbesinden sonra ise -aynen ‘Batı Kulübü’ gibi, ‘darbe’ diyememiş…

Dahası…

Darbenin ardından Mursi’yi suçlamıştı!

O dönemde İslam İşbirliği Teşkilatı’nın başında olan İhsanoğlu, Mısır darbecisi El Sisi’nin devasa zulmüne sessiz kalmıştır…

Bazı AK Parti yöneticilerinin bu durumu tenkit etmeleri üzerine…

‘Özel Harp Gazetecisi’ malum kaptan, ‘Çekin dilinizi o insanın üzerinden’ diyerek köşesinde İhsanoğlu’nu savunmaya geçmişti.

(Hürriyet, 20 Ağustos 2013)

Aynı şahsın, ‘İslam’ın en barışçı yüzüne ödül’ başlıklı 12 Ekim 2013 tarihli yazısında İhsanoğlu parlatılmaya devam ediliyordu!

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Okan Müderrisoğlu: Ekonomiyi bekleyen iç ve dış senaryolar

Küresel ve bölgesel dengelerin yeniden kurulduğu, haritaların değiştiği, oldukça kaotik bir döneme giriyoruz. Dış dinamiklerin bu kadar hareketli olduğu süreçte Türkiye, yönetim ve karar alma biçimini kökten etkileyecek özellikli bir döneme hazırlanıyor. Ankara’da senaryo üzerine senaryo konuşuluyor. Çekirdek bir kadro dışında bürokrasi içine kapanmış, gelişmeleri sadece izliyor. Parmağını dahi kıpırdatmıyor. İşler, eli taşın altındaki sınırlı sayıda ismin özverisi ile yürüyor.

***

Piyasa oyuncuları ile onlara etki eden çevrelerin mevcut ekonomi bürokrasisinde gösterge kabul ettiği bir ismin neredeyse kalmadığını, Ankara’nın sonbaharla  birlikte büyük dönüşüme sahne olacağını bugünden söyleyebiliriz. Buna, siyasette ekip yenilenmesi, yargıda yapılanma, 17-25 Aralık 2013 müdahalesi ile hesaplaşma, kamu yönetiminde sistem değişikliği de dahil. Zaten bu sıralar başkentte hangi popüler mekâna gitseniz mutlaka uluslararası portföy yöneticileri veya yabancı misyon temsilcileri ile karşılaşıyorsunuz. Masalarında, eskiden alışık olduğumuz şekli ile diplomat veya ekonomi bürokratı görmüyorsunuz. Hemen hepsi bir siyasetçi veya analistle konuşarak, gelecek projeksiyonu yapmaya çalışıyor.

Bu kadar iniş çıkış gösteren olaylar dizisine rağmen Türkiye ekonomisi, kamu mali yönetimi ve bankacılık sistemindeki sağlam temeller ile siyasetin öngörülebilir yönleri sayesinde ayakta duruyor. Yeni nesil reformlar ise 2014’ün son çeyreğini bekliyor.

***

Mevcut şartlar altında, kulağını dedikodulara kabartan, isim bazında plan kuranlar bakımından gündemin siyasi, diplomatik ve ekonomik olasılıkları şöyle:

1- ÇANKAYA: Halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı’nın “siyasal kimlikli” aday olacağına ilişkin tereddüt bulunmuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan en güçlü aday konumunu koruyor. Sayın Abdullah Gül’ün bir dönem daha Köşk’te kalması da ihtimal dahilinde tutuluyor.

2- MUHALEFETİN ADAYI: Muhalefetin “çatı aday” olarak ileri sürdüğü Ekmeleddin İhsanoğlu isminin aylar öncesinde localarda konuşulduğu, kamuoyu ile paylaşılmasının ise zamanlama meselesi olduğu biliniyor. CHP bünyesinin kıpırdaması ve alternatif sol aday üretmesi de bekleniyor.

3- AK PARTİ: Büyük bir sürpriz olmaz ve Erdoğan Köşk’e çıkarsa, kimin Başbakanlık görevini üstleneceğinden ziyade kimin AK Parti’ye liderlik edeceği önem kazanıyor. Erdoğan’ın kendi kabinesini kuracağına kesin gözüyle bakıldığı için ağustos sonrasında partinin bütünlüğünü koruması ve 2015’e taşınması gereği gündemi daha çok meşgul ediyor.

Türkiye genelinde siyaset yapabilen başka parti bulunmadığından AK Parti’nin nabzı, ak saçlıların son çıkışları, Abdullah Gül’ün partiye davet edilme çabası ile bu girişimin önünü kesme beyanları merakla izleniyor. Düğümün burada çözüleceği anlaşılıyor. Zira muhalefet partileri de Erdoğan’sız AK Parti ile siyasi rekabete girilebileceğini umuyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Mahmut Övür: CHP ve MHP’nin çatı adayı tutar mı?

CHP ve MHP’nin “çatı adayı”nı açıklamaları her şeye rağmen sürpriz oldu. Çünkü Ekmeleddin İhsanoğlu adı pek de kulislerde dolaşmayan bir isimdi. Bir süre önce Bahçeşehir Üniversitesi’nin düzenlediği Global Liderlik Forumu’nda karşılaştığım İhsanoğlu, kısa bir konuşma yapmıştı.

Adı Global Liderlik olan ve 15’i aşkın yabancı misyon temsilcisinin katıldığı o toplantıya İhsanoğlu’nun neden davet edildiğini de merak ettim ama tatmin edici bir cevap bulamadım. Belki de o gün, bugünlerin işareti verilmişti.

Aslında İhsanoğlu bu işareti, 9 yıl boyunca başkanlığını yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki görevinin sonunda, ortaya çıkan Suriye krizine farklı yaklaşarak, Mısır darbesine de darbe demeyerek vermişti. Bir anlamda bölgeyi dizayn etmeye çalışan Neoconlarla aynı çizgide durmuştu.

Anlaşılan o ki, bu duruş onu, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’yla MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “Partiler üstü” adaylığına taşıdı. Böylece muhalefetin Gezi’yle başlayıp, 17-25 Aralık darbeleriyle süren ve yerel seçim ittifakıyla noktalanan “siyasi mühendislik” çabalarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Tıpkı Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş gibi.

Artık karşımızda siyasi mühendislik ürünü bir cumhurbaşkanı adayı var. Görünen amaç da bir taşla birkaç kuş vurmak. Öncelikle İhsanoğlu’na, CHP’de Kılıçdaroğlu’nu, MHP’de de Bahçeli’yi parti içi olası bir beladan kurtaracak isim olarak bakıldığı anlaşılıyor.

Çatı adayı, CHP çevresinden diyelim Deniz Baykal olsaydı, hem parti içinde meşruiyeti tescillenecek hem de yüksek oy alma ihtimali nedeniyle geri dönüşü sorun olacaktı. Aynı şey, Meral Akşener için de geçerli.

İkinci olarak, muhafazakâr kesimden gelen İhsanoğlu’yla AK Parti’den oy devşirme hesabı yapılıyor. İlk bakışta akla yatkın görünen bu hesap, ne yazık ki Türkiye gerçeğiyle örtüşmüyor.

Muhafazakâr taban, Abdüllatif Şener örneğinde olduğu gibi farklı siyasi bloklara savrulan aktörleri benimsemediği gibi, AK Parti dönemindeki demokratik kazanımları da riske sokmak istemez. Kürtler de çözüm süreci nedeniyle aynı düşüncede. Bu durumda muhafazakâr kesimlerden oy alamayacağı gibi laik-Kemalist çevrelerden de oy gidebilir.

Şimdiden Nur Serter, istifa eden Hulki Cevizoğlu gibi isimlerin tepki vermesi boşuna değil. Bu kesim, 17 Aralık sonrası Cemaat’le ittifaka da sert tepki vermişti.

Bu durum, siyasi mühendislik açısından, yerel seçimlerdeki Mansur Yavaş örneğine benziyor ama tam da aynı değil. Çünkü CHP’nin ulusalcılarıyla, MHP’li Yavaş gibi siyasi aktörler arasında “milliyetçilik-laiklik” ortak paydası var ama muhafazakârlarla yok.

CHP’nin 90 yıllık tarihini bir yana bırakarak kendi geleneğinden bir aday çıkaramaması ve İslamcı çevreden gelen birine mahkûm olması da ayrı bir paradoks.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Burhanettin Doğan: IŞİD’in ilerlemesinin sorumluluğu kimde?

IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve diplomatlarımızı rehin alması Türkiye’nin Ortadoğu politikasını yeniden tartışmaya açtı.

Türkiye’nin Suriye’deki radikal örgütlere müsamaha gösterdiğini ileri süren eleştiriler IŞİD’ın ilerlemesi üzerinden dış politikanın yeni bir çöküşünü daha ilan ettiler. Bu argümanın Arap Baharından itibaren bölgede yaşananlar açısından kritik edilmesi gerekir.

Arap Baharı ile bölge, sonu belirsiz bir dönüşüm sürecine girdiğinde Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” temelli aktif dış politikası da yeni bir evreye girdi. Gelen kaosun yönetilmesinin zorlukları ile yüzleşen Türkiye, yeni bir düzenin yaratılmasında bölgesel güçleri sorumlu tavır almaya çağırdı.

Irak’ta devlet inşası sürecinin sekteye uğraması, Suriye’nin iç savaşa savrularak devlet- dışı aktörlerin sahası haline gelmesi muhatap alınacak rasyonel aktör sorununu üretti.

İran ve Suudi Arabistan’ın mezhepçi vekalet savaşını tercih etmesiyle Türkiye’nin korktuğu kötü senaryo gerçekleşti. Devlet yapılarının çöktüğü ortamda aşırı örgütlerin inisiyatifi ele almasıyla kaos, bölgeye hâkim oldu.

Bugün bölgede yaşananları Türkiye’nin Ortadoğu politikasının başarısızlığı olarak görmek, Türkiye’ye kapasitesi üstünde bir sorumluluğu yüklemektir.

Bölge böylesi bir kritik eşikten geçerken, Irak ve Suriye’de aktif bir politika izlemek kaçınılmazdı. Zira Türkiye, aksi durumda da aynı sorunlarla yüzleşecekti. Bölgenin aktörleri ve gerçekleri ile yüzleşmek, bu kaotik ortamı yönetmek için gerekliydi. Türkiye’nin ekonomik atılımı ve çıkarları da bunu mecbur kılıyordu.

***

Bugün bölgede yaşananların asıl sebebi ABD’nin Irak’tan ayrılması ile oluşan boşluk ve Arap Baharı ile oluşan kaosun yönetilememesidir.

İran ve Suudi Arabistan’ın kutuplaştırıcı ve mezhepçi politikalarını benimsemeyen Türkiye üçüncü bir yol bulmaya çalıştı. Ne yazık ki bu iki ülkeyi ikna edemedi. Irak ve Suriye’de vekalet savaşları yürütmeyi milli çıkarlarına uygun gören İran ve Suudi Arabistan bölgesel işbirliğine yanaşmadılar.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2012 İran ziyareti öncesinde bölgede “yeni bir soğuk savaşa” müsaade etmeyelim derken kastettiği tam da buydu. Fakat Davutoğlu’nun “ortak medeniyet tasavvuruna” dayalı işbirliğini hedefleyen yapıcı girişimleri Tahran ve Riyad koridorlarında karşılık bulmadı. Şii- Selefi zıtlaşması, milislerin meydan savaşına dönüştü.

Türkiye bu tür bir tehlikeyi en başından öngörmüş ve hem bölgesel güçleri hem de ABD’yi uyarmıştı. Bu yüzden Irak’ta IŞİD’in kazanımlarının müsebbibi Maliki yönetiminin mezhepçi politikası ve ABD’nin buna müsamahasıdır.

Sünnilerin sisteme dahil edilmesinin önemine sürekli vurgu yapan Türkiye’nin niçin 2010 seçimlerinde Irakiye cephesini desteklediği ve Maliki yönetimi ile sorun yaşadığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Sevilay Yükselir: Bulutların üzerindeki aday!

Dün gerçekten enteresan bir gündü. Kılıçdaroğlu sonunda çatıya aradığı adayla ilgili son turunu gerçekleştirdi ve MHP lideri Bahçeli’den onay aldıktan sonra da kamuoyuna onun kim olduğunu açıkladı. Yani bundan bir hafta kadar önce “İsmi belli değil ama kimi Cumhurbaşkanı adayı yapacağımız belli!” şeklinde bir garip açıklama ile işareti verilen kişinin kim olduğunu sonunda öğrendik.

O kişi İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) 10 yıl boyunca genel sekreterliğini yapan Ekmeleddin İhsanoğlu’ymuş meğer. Allah var tam bir bomba etkisi yaptı bu isim kamuoyunda. MHP cenahında değil belki ama İslamcı kimliği ile bilinen İhsanoğlu ile ilgili CHP’nin hem tabanında, hem tavanında infial yarattı bu isim. Bazı milletvekilleri şoka girmişti genel başkanlarının çatıya çıkarttığı aday karşısında. Şok olanlardan kastım katı laikçiliği ile tanınan Nur Serter değil. Zira onun “CHP’nin bağrına hançer saplandı!” açıklaması şaşkınlıkla karşılanacak bir şey değil. Nihayetinde düşüncesi ve duruşuyla örtüşen bir açıklama yapmıştır. Beni şaşırtan Kılıçdaroğlu’na yakınlığı ile bilinen Melda Onur ya da Gökhan Günaydın gibi isimler. Çok sert tepki gösterdiler. Tabii dayanamayıp yansıttıkları tepkilerin sonucunda belli oldu ki, CHP çatısı altında siyaset yapan birçok kişinin çatıya çıkartılacak adayın kim olacağından haberi bile olmamış. Düşünün… Melda Onur diyordu ki “İhsanoğlu’nun adaylığı konusunda hiç bilgim yok. Ama son katıldığım uzlaşı toplantısında talep edilen profile uymuyor. Tamam arkadaşlar, kabul trollendik. Ama çatı adayını ilk kez duyunca vekil dediğin de bir bocalar… Daha da yazmam!”

Sonrasında resmen deklare etmese de şu çatıya çıkma işini gönlünden geçirdiğine çok çok emin olduğum Deniz Baykal’ı aradım. Selamlaşma faslından sonra “Hayırlı olsun efendim çatı adayınız” deyince, “Sağol” dedi ve “Hadi bakalım! İşiniz çok zor! İlk turda götürür” mealinde bir şeyler söyledi. Anlamadım tabii. “Kimi kastediyorsunuz Tayyip Erdoğan’ı mı” dedim? “Yok canım. İhsanoğlu’ndan bahsediyorum. İlk turda alır. Sonuçta toplumun değerlerine, anlayışına uygun bir aday tercih edilmiş” dedi. Tabii yine anlamadım. Şaşırdım Deniz Bey’in bu tepkisi karşısında. Çünkü ona yakınlığı ile bilinen Serter gibi ulusalcı ve laik vekiller ardı ardına yaptıkları açıklamalar ile Kılıçdaroğlu’nu bombalarken Baykal’ın kullandığı ifadeler tuhaf gelmişti. Sonunda dayanamayıp “Deniz Bey siz ironi mi yapıyorsunuz? Hakiki mi bu düşünceleriniz? Sizden çatı konsepti adayı ile ilgili ilk demeci almaya çalışıyorum. Lütfen ciddi olur musunuz?” dedim. Yanılmamışım. Tam da düşündüğüm gibiymiş. İroni yapıyormuş Baykal. Ama sinirden, öfkeden. Evet yanlış okumadınız. Sinir küpü gibiydi telefonda. Israr ettim çok, sahici yorumunun ne olduğunu söylemesi için ama o da aynı şekilde direnç gösterdi, yorum yapmadı. Gerçi son kullandığı “Demeç vermeye gerek var mı bu konuda?” cümlesi çatı adayı ile ilgili tam olarak nasıl bir görüşe sahip olduğunu ifade ediyordu ama her neyse…

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Fahrettin Altun: Yeni Türk dış politikası ve rehine krizi

Birkaç gündür gündemin en önemli meselesi, IŞİD’in Musul’u işgali ve Türkiye vatandaşlarının rehin alınması konusu.

Türkiye’nin, rehineleri kurtarmak adına bölgede ve uluslararası alanda yürüttüğü çalışmalar son hızla sürmesine rağmen henüz sonuç alınabilmiş değil.

Bu ortamda kamu otoritesini temsil edenlere eleştiriler yöneltilmesi, sorunu bir an önce çözmeleri için telkinlerde bulunulması gayet doğal.

Siyasi fırsatçılığa ve hınç politikasına esir düşülmediği müddetçe bu eleştiri ve telkinler, alternatif çözüm önerileri oluşturmaya imkan tanıyabilir ve istenen sonuca daha sağlıklı bir biçimde ulaşılabilir.

Ne var ki son dönemlerde, siyasi fırsatçılık ve hınç politikası, AK Parti karşıtı muhalefetin gramerini belirleyen başlıca iki unsura dönüşmüş durumda.

Burada hem rasyonel hem de irrasyonel unsurları bünyesinde barındıran bir muhalefet etme biçimi söz konusu.

Siyasi fırsatçılık, rasyonel muhalefet alanına, hınç politikası ise irrasyonel muhalefet alanına tekabül etmektedir.

AK Parti dış politikasının bu süreçten ari olabileceğini kim söyleyebilir.

Hani yeterince “rasyonel olmamakla” itham edilen “dış politika” çizgisi.

Yeni dış politika

Eğer bugün değişen bir Türkiye’den bahsediyorsak, bunun varoluş zeminini sağlayan en önemli unsur yeni Türk dış politikasıdır.

2000 sonrasında bir yeryüzü cehennemine dönen, istikrarsızlaşma ve kaosu en derin şekilde yaşayan bir coğrafyada Türkiye, kendi içine kapalı bir siyaset yerine, çevresiyle bütünleşen iddialı bir siyaset izlemeyi tercih etti ve bir bölgesel güce dönüştü.

Türkiye’nin bu konumu, sadece Türk ekonomisine katkı yapmadı aynı zamanda sağladığı sembolik zenginlik, akademiden medyaya geniş bir alanı beslemiş, büyümesine imkan tanımıştır.

Sembolik direnç

Hal böyle olsa da, süreçten doğrudan beslenen aktörlerin bir kısmı da dâhil olmak üzere bir dizi aktör yeni Türk dış politikasına sembolik bir direnç gösterdi.

Bu aktörleri en genel anlamda iki ana kategoride toparlayabiliriz.

Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan Batı’nın ve 1945 sonrasında Batı’nın temsiliyetini üstlendiği düşünülen Amerika’nın çıkarlarında görenler

Türkiye’nin çıkarlarını Batı ve Amerikan karşıtlığında görenler

İlginç olan, bu iki kesimin de, yeni Türk dış politika çizgisine yönelik ilk sistematik saldırı gündemini teşkil eden “eksen kayması” tartışmalarından bu yana, aynı içerik ve argümanlarla yol almalarıdır.

Her iki pozisyonun da ortak noktası, Türkiye’yi özne olma imkanından mahrum bırakma çabası içerisinde olmasıdır. Birinci pozisyonu savunanlara göre Türkiye, “Batı’dan uzaklaşıp Ortadoğu’ya saplanmış”tır. İkinci pozisyonu savunanlara göre ise Türkiye, “Batı adına Ortadoğu’ya sızmaya çalışmakta”dır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Hatem Ete: Sosyolojik olarak doğru, siyaseten yanlış

Muhalefetin, uzunca bir süredir sürdürdüğü ortak aday arayışı, İslam İşbirliği Teşkilatı eski Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu üzerinde uzlaşıldığı haberiyle somutlaşmış görünüyor.

Muhalefetin çatı aday arayışı da, çatı aday için belirlediği kriterler de, 2007’de yapılan anayasa değişikliğiyle, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olmasından kaynaklanıyordu.

Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun ortak aday için belirledikleri onca sıfat içerisinde en fazla öne çıkan iki özellik; muhafazakâr bir dünya görüşüne sahip olması ama net bir siyasi kimliğe sahip olmamasıydı.

Bahçeli’nin çatı aday tarifine kaynaklık eden üçgen çiziminde sağa atfedilen %64’lük orandan da anlaşılabileceği üzere, muhalefet, yaptığı sosyolojik okumanın doğal bir sonucu olarak ortak adayın muhafazakâr olması gerektiğinde karar kılmıştı.

CHP, AK Parti’yi zorlayacak bir aday bulma hedefi uğruna, hem siyasi vizyonundan hem de seçmeninin siyasi yöneliminden taviz vererek, diğer siyasi partiler ve seçmen kesimleriyle uzlaşmanın temel ekseni olan muhafazakârlık üzerinde birleşmeye razı olmuştu.

Dolayısıyla, muhalefetin çatı aday için belirlediği muhafazakâr olma kriteri, sosyolojik okumaya dayalı olduğu ölçüde, AK Parti adayına karşı en yüksek oyu alma hedefiyle uyumlu bir kriter görünüyor.

Ancak, aynı şeyi, muhalefetin çatı adayı için belirlediği ikinci kriterle, siyasi bir figür olmama kriteriyle bağdaştırmak zor. Cumhurbaşkanının halk tarafından ve iki dönemliğine seçilecek olması, cumhurbaşkanının siyasi profilini ve siyasal sistem içindeki konumunu yükseltti. Bu nedenle, yeni cumhurbaşkanı, eskileriyle kıyaslanmayacak bir siyasi ağırlığa sahip olacak görünüyor.

Cumhurbaşkanlığına ilişkin bu yeni duruma karşın, muhalefet, tamamen liderlerin parti-içi siyasi hesaplarından kaynaklanan gerekçelerle, ortak aday için ‘siyasi olmama’ kriteri ihdas etti. Çünkü muhalefetin ortak adayı, %40 ve üzeri bir oy almayı başardığında, partisinin oylarını bir türlü %30’a çıkaramayan Kılıçdaroğlu veya partisini baraj altında kalma riskiyle yüz yüze getiren Bahçeli için alternatif bir parti lideri tehdidi oluşturabilirdi. Dolayısıyla, muhalefetin ortak aday için uzlaştığı muhafazakârlık kriteri, Türkiye’deki sosyolojik bileşkenin doğal bir sonucu; siyasi olmama kriteri ise, liderlerin gelecek siyasi hesaplarından kaynaklanan tercihlerinin bir ürünüydü.

Muhafazakârlık kriteri sosyolojiye dayandığı için doğru, siyasi olmama kriteri ise cumhurbaşkanının yeni siyasi konumuna aykırı olduğu için yanlıştı.  Ekmeleddin İhsanoğlu, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı için belirlediği kriterlere uygun bir isim. Hem muhafazakâr-dindar bir görüşe sahip hem de gündelik siyasetin dışında.

Ancak muhalefetin çatı adayı kriterlerine uygun bir isim olması, cumhurbaşkanlığı için uygun bir aday olduğunu göstermiyor.

İhsanoğlu’nun muhafazakâr-dindar yönü dolayısıyla muhalefet tarafından ortak aday olarak belirlenmesi, yeni Türkiye’nin siyasal ve sosyolojik ekseniyle uyumlu olup muhalefetin de bu ekseni kabul ettiğini gösteriyor.

AK Parti’nin seçimleri iktidar kompozisyonunun temel belirleyicisi haline getirmesi, muhalefeti toplumsal eğilimleri dikkate almaya ve bu eğilimlere uygun bir aday belirlemeye zorlamış görünüyor. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması, muhalefeti, söylem ve politikalarıyla karşı durdukları yeni Türkiye’nin siyasal ve sosyolojik eksenini benimsemek durumunda bırakmış görünüyor.

Öte taraftan, İhsanoğlu, ortak aday olarak belirlenmesini sağlayan ikinci kriter –siyasi olmama kriteri- dolayısıyla cumhurbaşkanlığına uygun bir isim değil. 2007’deki anayasa değişikliği, cumhurbaşkanlığını bürokratik bir makamdan siyasi bir makama dönüştürdü.

Klasik parlamenter sitemde cumhurbaşkanına tanınan yetkilerden daha fazla yetkilerle donatılan Türkiye’deki cumhurbaşkanı, artık halk tarafından ve üstelik iki dönem için seçildiğinde, daha da güçlü bir siyasi figür olacaktır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Hümeyra Şahin: Eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında

CHP ve MHP ortak cumhurbaşkanı adayı olarak Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu ismi üzerinde anlaştı. Sayın İhsanoğlu bilim insanı ve diplomat kimliğiyle akademiden ve uluslararası camiadan tanıdığımız bir isim. Türkiye’de ilk bilim tarihi kürsüsünü İstanbul Üniversitesi çatısı altında kurmuş, daha sonra İslam İşbirliği Teşkilatı’na bağlı IRCICA’nın direktörlüğünü yapmış, pek çok kitap ve makalede ismi olan bir ilim insanı. Diplomat kimliği zaman içinde adını çeşitli siyasal tartışmaların içine dahil etmiş ve en son Mısır darbesindeki tutumu ile AK Parti’nin ve toplumun tepkisini çekmiştir.

Sayın İhsanoğlu için kamuoyunda tanınan bir isim demek zor. Zira geniş toplum kesimlerince yeterince tanımıyor. Uzun yıllar akademi içinde kalmış, politika ile mesafeli olduğunu açıkça deklare etmiş bir ismin böylesi bir siyasi atmosfere nasıl dahil olabildiği şaşkınlığını şimdilik bir tarafa bırakarak CHP’nin iflas eden siyasal aklı üzerinden meseleye bakalım.

Geçtiğimiz yerel seçimlerde MHP kökenli Mansur Yavaş’ı aday gösteren CHP’nin bu kez cumhurbaşkanlığı adaylığı için, sonradan ayrışsalar bile kökenleri itibarıyla AK Parti ile yolları çeşitli vesilelerle kesişen Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermiş olması CHP’nin kendini inkâr ettiğinin bir kere daha tescilidir. CHP tamamen muhafazakâr bir iktidarın rüzgârına tabi olarak verdiği bu kararda, kendi merkezinden saparak yaşadığı eksen kaymasını yeniden aşikâr etmiştir.

Öte yandan bu aday teklifi, AK Parti’nin Türkiye’de neleri köklü biçimde değiştirdiğini bir kere daha gösterir. Zira artık Türkiye’de siyaset alanını muhafazakâr kökenleri olan isimlerin belirlediği açıktır.

CHP, bu tercihle hem kendi kemikleşmiş tabanını rahatsız edecek bir adım atmış, hem de eski Türkiye refleksini bir kere daha izhar etmiştir. ‘Seçkinci’ duruşuyla daha çok ön plana çıkan Sayın İhsanoğlu’nu aday göstererek, toplumla sıcak ilişkiye ihtiyaç duymayan siyasi refleksin hâlâ diri olduğunu ortaya koymuştur. Halbuki toplum artık bu tür siyasi duruşlara mesafelidir. Özellikle de ilk kez cumhurbaşkanının bizzat halk tarafından seçileceği bir seçimde toplumla sıcak ilişki kurabilecek bir siyasetçi profili hiç olmadığı kadar önemlidir. İster parlamenter sistem içinde görev yapacak, ister başkanlık sistemine kapı aralayacak bir aday olsun, her durumda halk bizzat oy verdiği adayın kendine yakınlığını birinci tercih sebebi olarak görecektir.

Cumhurbaşkanlığı üzerinden yürüyen başkanlık sistemi tartışmaları, başkanlık olsun ya da olmasın toplumu siyasal kimliği belirgin bir cumhurbaşkanı fikrine alıştırmış ve halkın cumhurbaşkanı adayından en temel beklentisi direkt ilişki kurulabilir bir profile doğru evrilmiştir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Koray Çalışkan: “Büyük kumar: Ekmeleddin İhsanoğlu”

Herkes kendi öz adayıyla seçime girseydi, Erdoğan ilk turda daha fazla zorlanır, ikinci seçilen doğal çatı adayı olurdu.

İsmi bende saklı bir yakınım dün İzmir’den aradı. “CHP, neydi adı, İslamoğlu’nu aday göstermiş. Ben tatili bırakıp oy kullanmak için dönmem. Ciddi mi bu” diye sordu ve arkasından beni dinlemeden anlattı durdu…

“Hayır ismi Vahdettin değil, soyadı da İhsanoğlu” diye düzelttim. Bir çırpıda neden saygıdeğer biri olduğunu anlattım. Adını duymamıştı. İslamcı demişler…

Mansur Yavaş, Deniz Baykal ya da Yılmaz Büyükerşen gibi isimlerle tartışılan adaylaştırma süreci, Erdoğan’ın tercih ettiği, siyasi pozisyona dayalı icraat seçimine dönüştürecek bir atmosfere hizmet edecekti.

İhsanoğlu’nun adaylığı cumhurbaşkanlığı seçimini bir rejim referandumuna dönüştürdü. CHP ve MHP adayının iki kesimin tabanına da uzak birisi olması milliyetçi seçmenin olası sosyal demokrat adaya, cumhuriyetçi ve sosyal demokrat tabanın da olası bir milliyetçi bir adaya olan tepkisini ‘sıfırlamayı’ amaçlıyor.

Avantajları

İhsanoğlu’nun Arapça’yı anadili gibi konuşan ve İslam bilgisiyle muhafazakâr seçmene hissiyat yakınlığı olan bir aday olması CHP ve MHP’nin geleneksel seçmeninin dışına açılması için bir fırsat. Ağırbaşlı mizacı, Ortadoğu’da AK Parti dış politikasıyla ters düşen ve Türkiye’yi daha isabetli bir konuma çekme kapasitesi olan biri. Ayrıca CHP ve MHP tarafından sembolik bir makam olması tercih edilen cumhurbaşkanlığına, sağlam ilkeleri nedeniyle yakışan biri. Doğru.

Dezavantajları

Doğru ama seçmen açısından bunların ne kadar önemi var emin değilim. Öncelikle Erdoğan zaten seçim kampanyasına başladı. Yeni bir Türkiye hayali olan, köprülerden ve milli gelirden bahseden, 2023’ün projelerini bir nefeste söyleyiveren bir adaya karşı Ekmeleddin İhsanoğlu mitinglerde ne diyecek?

Dahası hiç tanınmayan ve maddi bir gücü de bulunmayan İhsanoğlu için 53 gün sonra gerçekleşecek seçim için nasıl bir kampanya yapılacak? Çok zor. Türkiye’nin birleştirici gücü… Bilemiyorum.

Buna ek olarak tanımadığı ve ‘İslamcı’ olmadığı halde, İslami kültürel kodlarla anılan bir aday için CHP örgütlerini canla başla çalıştırmak zor olacak. MHP tabanı için de benzer bir mantık yürütebiliriz. Milliyetçi hissiyatı üzerinden değil, CHP’nin isteğiyle aday gösterilen ve muhafazakâr seçmene yakın görünen İhsanoğlu yerine, Erdoğan’a kayabilecek bir MHP tabanı da var.

CHP’nin en büyük oy patlaması yaşadığı ve kendisini ‘modern’ olarak tanımlayan gençliğin İhsanoğlu tarafından cezbedilmesi de zor olacaktır. Dolayısıyla zaten yaz tatilinde sandıklarına uzak olan gençler ve CHP’nin doğal seçmenleri, sandığa gitmemezlik edebilecek.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Oral Çalışlar: Muhalefetin uzlaşması başarı ama yeter mi?

Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilgili ilk değerlendirmemi söyleyeyim: Muhalefetin kolay kolay uzlaşamayacağını düşünüyordum, yanıldım.  İhsanoğlu; toplumda olumlu bir görüntüsü olan, kibar ve uzlaşmacı kişiliğiyle tanınan bir isim. Bu uzlaşmayı başarılı buluyorum. İki ayrı gelenek, iki ayrı siyasi tarih üzerine kurulu iki partinin böyle kritik bir dönemeçte uzlaşabilmiş olmasını, önemsemek gerekiyor.

Ancak Bu ‘uzlaşmacı hamle’; seçimi kazanmak için yeterli olabilir mi? İşte bu noktada iş değişiyor. Birinci olarak ve öncelikle CHP tabanından ve sonra da MHP tabanından İhsanoğlu’na itirazlar gelecektir. İsim açıklanır açıklanmaz, CHP cephesinden aykırı sesler yükselmeye başladı bile. Benzer rahatsızlıkların, MHP cephesinden de gelmesi şaşırtıcı olmaz.  Bu itirazların çok yüksek rakamlara ulaşabileceğini sanmıyorum. Çünkü, her iki partinin tabanı da sürekli kendilerini yenilgiye uğratan Tayyip Erdoğan karşısında tutunabilmek amacıyla ortak bir çaba içinde bulunmaktan mutlu olacaktır. Erdoğan karşıtlığının yarattığı ivmeyi küçümsememek gerekiyor.

İki partinin tabanından gelebilecek küçük itirazlar, bu seçimde büyük sonuçlar doğurabilir. İki partinin kısa süre önce katıldıkları yerel seçimlerdeki oylarının toplamı, yüzde 43-44 civarında. Yani, AK Parti oylarına yaklaşan bir oy potansiyeli söz konusu.

Küçük fireler

Ak Parti’ye oy veren kitlede, (Tayyip Erdoğan’ın aday olmasına kesin gözüyle bakılıyor) fazla bir tereddüt oluşabileceğini, kayda değer bir oynama olabileceğini sanmıyorum. CHP ve MHP seçmeninde gerçekleşebilecek küçük oy kaymaları ise neticeyi tayin etmede etkili olabilir.

Benzer bir örneği, 2010 Anayasa referandumunda yaşadık. İki büyük muhalefet partisi (CHP+MHP), referandumda ‘hayır’ oyu kullanmaya karar verdiklerini açıkladılar. BDP, boykot kararı aldı.

AK Parti, 2010 referandumdan bir yıl önceki 2009 yerel seçimlerinde, yüzde 38.4 oy almıştı. CHP+MHP toplamı ise yüzde 39.0 olmuştu.

Ancak, 2010 referandumunda iki muhalefet partisinin çağrılarına rağmen, evet oyları yüzde 58’i buldu, hayır yüzde 42’de kaldı. Bu sonucun nedenlerinden biri; MHP tabanının (belki yüzde 3-4’lük) bir kesiminin, parti merkezinin çağrılarına uymayışıdır.

AK Parti adayının, MHP tabanından, az da olsa bir oy kopartma şansı olabilir. Tabii şunu görmek de zor değil: CHP seçmeni, İhsanoğlu’nu fazla muhafazakâr bulsa bile, Erdoğan’a katiyen oy vermez. Onun yerine, muhtemelen, seçimlere katılmamayı tercih eder. Küçük bir kitle de BDP adayına yönelebilir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!

Murat Yetkin: İhsanoğlu ile CHP ve MHP Erdoğan’ın bahçesine girdi

Ummadık taş baş yarabilir. Adayı ilk açıklayan muhalefet oldu. Erdoğan’ın kararı hâlâ belli değil. Kürt oylarıysa hâlâ kilit önemde.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için adayı ilk açıklayan iktidar değil, muhalefet oldu.  CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye kendi adayını eski İslam İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu olarak açıkladı, o da destek verdi. İlk turu 10 Ağustos’ta yapılacak seçime iki aydan daha az süre kalmışken AK Parti’nin adayının Başbakan Tayyip Erdoğan mı ya da başka bir isim mi olacağı ise belirsizliğini koruyor.

Keza BDP/HDP adayı da belli değil. Zaten bu durumda Kürt oylarının AK Parti adayı, eğer Erdoğan olursa baskısının artma ihtimalinden de söz etmek mümkün.

İlk bakışta sosyal demokrat ve laik CHP’nin İslam dünyasından önemli bir ismi MHP’ye teklif etmiş olması yadırgatıcı geliyor; nitekim partinin ulusalcı isimleri ve bazı sol kanat mensupları itirazlarını yükseltiyorlar. Ancak biraz dikkatli bakınca İhsanoğlu isminin hiç de kötü bir tercih olmadığı, ince hesaplara dayandığı ve AK Parti’de rahatsızlığa yol açtığı görülebiliyor.

Nasıl mı? Şöyle:

1-Muhalefet partilerinin ortak bir aday üretmesi fikri ilk defa Bahçeli tarafından (Hürriyet’teki Şükrü Küçükşahin mülakatıyla) ortaya atıldı. Bahçeli’nin beş ölçütü vardı: Aday milliyetçi, muhafazakâr, maneviyatçı, laik ve demokrat olmalıydı.

2-O sıra CHP kendi adayı üzerinde duruyordu. Ancak CHP’den bir adayın CHP oy tabanını fazla genişletemeyeceği değerlendirmesi öne çıktı. Oysa eski MHP’li Mansur Yavaş’ın Ankara’yı kıl payı kaybetse de CHP oy tabanından fazla oy aldığı test edilmişti.

3-Bahçeli’nin ölçütlerine ek olarak Kılıçdaroğlu’nun iki ölçütü daha vardı. Seçimlerde Kürt oyların kilit önemde olduğunun ve BDP’nin Kürt barış sürecindeki taleplerle Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalıştığının farkında olarak BDP’ye CHP’ye destek çağrısı yaptı.

4-Bu teklif taktik açıdan BDP/HDP’nin de işine geldi; ellerini güçlendirme fırsatıydı. Selahattin Demirtaş’ın bu teklife “Aday bize ters gelmezse, ikinci turda neden olmasın” mealinde cevabı ve Kılıçdaroğlu’nun ‘Uluslararası saygınlık’ ölçütüyle aslında profili ortaya çıkmaya başladı.

Bunlara ek olarak bir de İhsanoğlu’nun AK Parti’nin entelektüel dağarcığından, deyim yerindeyse ‘arka bahçesi’nden bir isim olması özelliği var. Erdoğan’ın Başbakan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu 2004 yılında, Türkiye’nin diplomatik başarısı olarak İslam İşbirliği Örgütü’ne ilk seçilmiş Genel Sekreter olan İhsanoğlu, bu görevi 2014’e dek sürdürdü; aslında Erdoğan ve AK Parti için bir başarı öyküsüydü.

Ancak Mısır’daki 3 Temmuz 2013 darbesi bir anda bu pembe tabloyu değiştirdi. Erdoğan, (Kahire’de doğup büyümüş olsa da Türk vatandaşı olması nedeniyle) İhsanoğlu’dan Mısır’ı adeta AK Parti Sözcüsü gibi kınayıp İslam İşbirliği adına yaptırımlar tehdidinde bulunmasını istedi.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Hüseyin Yayman: Bahçeli belirledi, Kılıçdaroğlu açıkladı!

Çankaya adayını arıyor – 2

Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu çatı adayı açıkladı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu tartışacağız ama önce bazı perde arkası gelişmeleri paylaşayım. Çatı aday dün açıklansa da önceden belirlendiği anlaşılıyor. Ekmeledidin İhsanoğlu ismini liderler ve dar ekip biliyordu. Aslında olayın rengi Kılıçdaroğlu’nun Eskişehir toplantısında belli oldu. Kılıçdaroğlu, burada Yılmaz Büyükerşen’e herhangi bir işarette bulunmazken aday konusunda herhangi bir istişarede bulunmadı.

CHP kulislerinde, ‘çatı formülünün tutmayacağı, her partinin kendi adayıyla seçime gitmesi gerektiği ve CHP’nin B planının Büyükerşen olduğu’ söyleniyordu. Ancak Kılıçdaroğlu tam anlamıyla süpriz yaptı ve ‘sağ’a açılıma stratejisine devam ettirdi.

CHP’nin adayı mı, MHP’nin adayı mı?

Son on gündür CHP ve MHP’nin yönetim katlarında her iki partiden bazı isimlerin gidip geldiği biliniyordu. Bir anlamda partiler arasında yoğun bir arka kapı diplomasisi işlemiş görünüyor. Bilindiği gibi çatı formülünü Devlet Bahçeli açıklamıştı. Bahçeli’nin sadece formülü açıklamakla kalmayıp en başından İhsanoğlu ismini de önerdiği dile getiriliyor.

Ekmeledin İhsanoğlu ismini dün Kemal Kılıçdaroğlu önermiş gözükse de liderle arasındaki mutabakat gereği bunun CHP tarafından önerilmesi uygun bulunmuş. MHP’nin hem formülü önerip, hem de ismi açıklamasının CHP tabanında rahatsızlık yaratacağı düşünülerek önerinin CHP’den gelmesi uygun bulunmuş.

Dolayısıyla İhsanoğlu ismini öneren kişi Kılıçdaroğlu değil, aslında Bahçeli.

CHP tabanı nasıl ikna edilecek?

Daha önce de söyledim gibi yönetimden bazı isimlerin ve parti grubunun CHP’nin kendi adayıyla seçime girmesini dile getirdikleri biliniyor. Bu talebe rağmen Kılıçdaroğlu’nun MHP’nin önerdiği isimle yarışa girmesi partide yeni huzursuzluklar doğuracaktır.

Özellikle Alevilerin ve Kemalist bloğun tavrı büyük önem kazanacak. Ancak her hal ve şartta CHP’de yön tartışması yeniden açılacak. Parti grubundan bazı isimlerin önümüzdeki günlerde yeni bir aday önermesi süpriz olmayacaktır.

Ekmeleddin İhsanoğlu ismi ne anlama geliyor?

1.  İhsanoğlu ismiyle muhalefetin seçime Tayyip Erdoğan’ın belirlediği kurallarla gideceği görülüyor.

2.  İhsanoğlu isminin açıklanmasıyla AK Partinin alternatifinin sol’da değil sağ’da olduğu birkez daha anlaşılıyor

3.  Cumhurbaşkanı adaylarının son tahlilde muhafazakarlık ve dindarlıkta yarışacağı ortaya çıktı

4.  Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun seçimi değil kendi durumlarını daha çok göz düşündükleri anlaşıldı

5.  İhsanoğlu ismiyle CHP biraz daha sağa kaydı. CHP eleştirdiği muhafazkarlaşmaya dolaylı olarak katkı sundu.

6.  CHP’nin çağdaş bir sosyal demokrat parti olma isteklerini birkez daha ötelediği görüldü

7.  Halk oyuyla seçilecek Cumhurbaşkanlığına apolitik bir isim önerme tuzağına düşüldü.

8.  Muhalefetin Ankara ve Üsküdar seçimlerini Cumhurbaşkanlığı seçimlerine modellediği görüldü

9. İhsanoğlu ismiyle muhalefet bir kez daha Tayyip Erdoğan’a hayat öpücüğü vererek onun köşke daha kolay çıkmasına ve parti içi tartışmaların ertelenmesine katkı vermiş oldu.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Okay Gönensin: İlk soru: Zorlar mı?

Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP-MHP ortak adaylığı konusunun dünkü görüşmeden önce pişirildiği anlaşılıyor.

Öneriyi yapan Kılıçdaroğlu, “üzerinde çalışacağız” diyen Bahçeli‘dir, ama ifadenin kendisi, üzerinde zaten çalışmış olduğunu gösteriyor.

İhsanoğlu’nun CHP ile MHP’nin ortak adayı olmasına ve Gülen Cemaati’nin de desteklemesine artık kesin gözle bakabiliriz.

İhsanoğlu kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim değil, siyasi bir isim de değil, bilim insanı olarak çalışmış, diplomat niteliklerini de İslam Konferansı Örgütü genel sekreterliği görevinde göstermiş bir isim.

Tek siyasi vakası…

Siyasi olmadığını söylerken, iç siyasi gelişmelerde adının hiç geçmediğini kastediyoruz. Ama İslam Konferansı Örgütü genel sekreterliğine getirilmesini AKP Hükümeti‘nin sağlamış olmasından yorum çıkaranlar olabilir.

İKÖ genel sekreterliği görevindeyken Mısır‘daki askeri darbeye karşı tavır almamış olması ve bu yüzden tepki alması belki de tek siyasi vaka olarak anılmaktadır.

Kılıçdaroğlu ile Bahçeli, İhsanoğlu’nun ortak aday olması için anlaşmaya varırken herhalde kendi seçmenlerinin tercihi konusunda bir kuşkuları yoktu.

Ama soru, Tayyip Erdoğan‘ın karşısına çıkarılacak ortak adayın Erdoğan’ı zorlaması ihtimali olduğu zaman bu adayın 30 Mart’ta da AKP’ye oy vermiş seçmenin bir kısmının oyunu alıp alamayacağı sorusu kuvvet kazanıyor.

İhsanoğlu tercihi öncelikle “siyasi olmayan cumhurbaşkanı” tercihi olarak ortaya çıkınca ilk kez halk tarafından seçilme konusu da farklı bir yöne gidiyor.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, bu makamın siyasileşmesi ve giderek bir başkanlık sistemine yönelme projesinin başlangıç noktasıydı.

Sert üsluptan uzak

Ama CHP ve MHP ve muhtemelen Gülen Cemaati’nin ortak adayının İhsanoğlu olması, tekrar “siyasi olmayan cumhurbaşkanı” sistemine dönmek talebini göstermektedir.

İhsanoğlu ismiyle ortaya çıkan yeni durumlardan biri de seçim kampanyasının sert siyasi üsluplardan uzak kalması ihtimalinin yükselmesidir.

Muhalefet cephesi siyasi çatışmaların yükselmesinin Tayyip Erdoğan’a yaradığı teşhisini yapmış olmalı ki, kampanyanın da düşük tansiyonlu olmasını sağlamaya çalışıyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Okumaya Devam Et
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Çanakkale

Yeşim Karadağ İstifalara Açıklık Getirdi

Yayınlandı

-

Yayımlayan

AK Parti Çanakkale İl Başkanlığı’nın 6. Olağan Kongresi’nden sonra yaşanan istifa tartışmaları önceki gün İl Başkanı Yeşim Karadağ’ın açıklamalarıyla netliğe kavuştu. Karadağ’ın açıklamasıyla yönetim listesinde bulunan 3 kişinin istifası doğrulanırken akıl yoksunu sözde bir gazetecinin sitesinde dile getirdiği “FETÖ iltisakı olan 7 kişi istifa edecek” haberi ise yalanlanmış oldu.

İl Yönetim listesi yapılırken her ilde olduğu gibi Çanakkale’de de listeye girmesi muhtemel kişiler hakkında güvenlik soruşturmalarının Genel Merkez tarafından yapıldığı ve listeye girmiş hiçbir kişi hakkında olumsuz bir görüş gelmediği bilinirken bir akıl yoksunu tarafından dile getirilen iddianın altında Karadağ’a karşı yürütülen kara propagandanın olduğu düşünülüyor.

Karadağ açıklamasında Zeyyat Volkan Bayram, Vural Bulut ve Vahap Özsüer’in istifa ettiğini dile getirdi. Zeyyat Volkan Bayram’ın istifa nedenini “Bizim teşkilatlarda birlikte çalıştığımız arkadaşımız kardeşimizdir. Biz Zeyyatı yedek listemizin en sonuna yazmıştık. Bu listeyi yaparken en zoru yedek listeyi yapmaktır. Zeyyat’a nazımızın geçeceğini düşünerek biz böyle bir yere yazdık. Herkesin her an ruh hali aynı olmuyor. Zeyyat bir açıklama yaptı ardından istifa açıklaması yaptı. Ben Zeyyat’ı biliyorum, her ne kadar istifa etmişse de; kendisinin partinin vereceği her görevi yerine getireceğini, desteğini bizlerden esirgemeyeceğini biliyoruz.” sözleri ile açıklayan Karadağ’ın Vural Bulut’un istifa nedenini ise kanuni bir zorunluluk olarak belirtti. Zira 2547 Sayılı kanuna göre her ne kadar akademisyenler partilere üye olabilseler de sadece partilerin merkez organlarında görev alabiliyorlar. Bu sebeple Vural Bulut’un bu kanuni zorunluluk sebebiyle istifa ettiği dile getirildi.

Diğer yandan Karadağ’ın istifa ettiğini dile getirdiği Vahap Özsüer’in nedeni ise şöyle açıkladı:

“Vahap benimle birlikte çalışan bir kardeşimiz. Partimizde çok emeği olan bir kardeşimizdir. Kongre sonrasında onun adı geçerek bir gereksiz bir haber yapılma durumu oluştu. Kendisi de isminin gelmesinden kaynaklı olarak vekillerimize, partimize, il yönetimimize sıkıntı vermemek için istifa etmiştir. Her üç arkadaşımızın da istifa kararlarına saygı duyuyorum”

Okumaya Devam Et

Genel

675 Sayılı İhraç ve İade KHK’sı Yayımlandı

Yayınlandı

-

Yayımlayan

29 Ekim 2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 675 sayılı KHK ile yeni ihraç edilenler ve görevlerine iade edilenlere ait listeler yayımlandı. İşte 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin tam metni.

29 Ekim 2016 CUMARTESİ
Resmi Gazete
Sayı : 29872

KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI TEDBİRLER ALINMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirler alınması; Anayasanın 121 inci maddesi ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4 üncü maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nca 3/10/2016 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Kamu personeline ilişkin tedbirler
MADDE 1- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.
(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkümiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu kişiler hakkında bakanlıkları ve kurumlarınca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir.
(3) Birinci fıkra kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, varsa uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar.
Emekli Emniyet Teşkilatı personeline ilişkin tedbirler
MADDE 2- (1) 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanununun 55 inci maddesinin ondokuzuncu ve yirminci fıkraları ile geçici 27 nci maddesi uyarınca resen emekliye sevk edilenler, kendi isteğiyle emekli olanlar veya Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü hükümlerine göre meslekten veya Devlet memurluğundan çıkarılanlar ile müstafi sayılanlardan milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan ve ekli (2) sayılı listede yer alanların rütbeleri alınır. Bu kişiler görev yaptıkları teşkilata ve kamu görevlerine yeniden kabul edilmezler, doğrudan veya dolaylı görevlendirilemezler; ayrıca bunlar uhdelerinde taşımış oldukları mesleki unvanları ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan ve sıfatlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar. Bu kişilerin uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, emekli polis kimlikleri, gemi adamlığına ilişkin belgeleri, pilot lisansları ve ilgili pasaport birimlerince pasaportları iptal edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar.
Göreve iade edilen kamu görevlileri
MADDE 3- (1) Ekli (3) sayılı listede yer alan kamu görevlileri 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (1) sayılı listenin ilgili sıralarından çıkarılmıştır.
(2) Ekli (4) sayılı listede yer alan kamu görevlileri 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (1) sayılı listenin ilgili sıralarından çıkarılmıştır.
(3) 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin hükümleri ve 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci ve 3 üncü maddelerinin hükümleri, bu maddede belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ilgili kanun hükmünde kararnamenin yayımı tarihinden geçerli olmak üzere ortadan kalkmış sayılır. Söz konusu personelden bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren on gün içerisinde göreve başlamayanlar çekilmiş sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara kamu görevinden çıkarıldıkları tarihten göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz. Bu personelin görevlerine iadesi, kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine getirilebilir. Bu maddeye ilişkin işlemler ilgili bakanlık ve kurumlar tarafından yerine getirilir.
Yurtdışında öğrenim görenler
MADDE 4- (1) 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna tabi öğrencilerden, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan ve ekli (5) sayılı listede yer alanların öğrencilikle ilişikleri kesilmiştir. Bunlar hakkında 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
4 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri uygulanır. Bunların bu kapsamda gördükleri eğitimlere ilişkin olarak denklik işlemleri yapılmaz ve bunlar söz konusu eğitimleri kapsamındaki akademik unvan ve derecelerine bağlı haklardan yararlanamazlar.
(2) 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname gereği öğrencilikle ilişikleri kesilmiş olanlardan bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (6) sayılı listede yer alanlar, 673 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (2) sayılı listenin ilgili sıralarından çıkarılmıştır. 673 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesi, bu kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden itibaren ortadan kalkmış sayılır.
Yayın kuruluşları
MADDE 5- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olan ve ekli (7) sayılı listede yer alan haber ajansları, gazeteler ve dergiler kapatılmıştır. 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri bu kurum ve kuruluşlar hakkında da uygulanır.
(2) 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği kapatılan özel radyo ve televizyonlar ile gazetelerden ekli (8) sayılı listede yer alanlar, anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (2) ve (3) sayılı listelerin ilgili sıralarından çıkarılmıştır. 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları, bu kurum ve kuruluşlar bakımından söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden itibaren tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır.
İptal edilen geçiş işlemleri
MADDE 6- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarih itibarıyla;
a) Kuvvet Komutanlıkları tarafından temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemler iptal edilmiştir.
b) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 109 uncu maddesi uyarınca astsubaylıktan subaylığa; 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 15 inci maddesi uyarınca uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemleri iptal edilmiştir.
(2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamında işlem tesis edilenlerden herhangi bir tazminat alınmaz.
Rütbeleri alınan askeri yargı mensupları
MADDE 7- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesi uyarınca ilgili kurul veya komisyon tarafından meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilen Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi daire başkanı ve üyeleri ile askeri hakimler ve 26/10/1963 tarihli ve 357 sayılı Askeri Hakimler Kanununun ek 14 üncü maddesi uyarınca görevlerine son verilen askeri hakim adaylarının askeri rütbeleri, mahkümiyet kararı aranmaksızın alınmıştır.
Banka ve finans işlemlerinde cezai sorumluluk
MADDE 8- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum ve kuruluşlara ve/veya faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilen şirketlere veya işlem tarihi itibarıyla FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğunun değerlendirildiğine dair Maliye Bakanlığı tarafından hakkında bildirimde bulunulmayan gerçek ve tüzel kişilere, ilgili mevzuatı uyarınca sağlanan fon, kredi ve benzeri finansal hizmetlerden dolayı banka ve finans kuruluşları ile çalışanlarına cezai sorumluluk yüklenemez. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı tarafından belirlenir.
Kayyım atanması
MADDE 9- (1) FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan gerçek ve tüzel kişilerin yüzde elliden daha az ortaklık payı olduğu şirketlerde, bu payların yönetimi ve temsili amacıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca yetkili hakim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kayyım olarak atanır.
Peşin ödenen aylıklar ve mecburi hizmet
MADDE 10- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler ile doğrudan veya anılan kanun hükmünde kararnamelerde öngörülen usuller çerçevesinde meslekten, kamu görevinden veya ilgili kurumların teşkilatından çıkarılanlar ile 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesi uyarınca öğrencilikle ilişikleri kesilenlerin;
a) Çıkarıldıkları veya öğrencilikle ilişiklerinin kesildiği aya ilişkin olarak peşin ödenen mali ve sosyal haklarının çıkarılma tarihinden sonraki günlere tekabül eden kısımları geri alınmaz.
b) Mecburi hizmet yükümlülükleri ve mecburi hizmete bağlı borç yükümlülükleri ortadan kalkar, buna ilişkin dava ve borç takibi işlemlerine son verilir. Bunlardan alınmış olan yüklenme senetleri ve muteber imzalı müteselsil kefalet senetlerinde yazılı olan tutarlar, ilgili kamu personelinden yahut kefillerinden talep ve tahsil edilmez.
(2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamındaki mali ve sosyal haklardan bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihe kadar tahsil edilmiş olan tutarlar geri ödenmez.
(3) Bu madde kapsamında sonlandırılan davalarda vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmez, hükmedilenler tahsil edilmez.
Atanan kayyım ve yöneticilerin sorumluluğu
MADDE 11- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı nedeniyle kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ve şirketlere atanan kayyımlar ile mevzuatı gereği ilgili kurumlar tarafından görevlendirilen yöneticiler ve tasfiye memurlarına, atandıkları veya görevlendirildikleri kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ve şirketlerin doğmuş veya doğacak kamu borçları ile Sosyal Güvenlik Kurumu borçlarının, her türlü işçi alacakları ile diğer mevzuattan kaynaklanan borçlarının ödenmemiş olması nedeniyle şahsi sorumluluk yüklenemez. Ayrıca, bu kişiler hakkında 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 35 inci ve mükerrer 35 inci maddeleri ile 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10 uncu maddesi hükümleri uygulanmaz.
Muvazaalı devir işlemleri
MADDE 12- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir.
Soruşturma süreleri
MADDE 13- (1) 15/7/2016 tarihinden 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla olağanüstü halin ilan edilmesine kadar geçen süre zarfında ve olağanüstü halin devam ettiği süre içinde görevden uzaklaştırılanlar hakkında ilgili mevzuatta bu tedbir için öngörülen süre sınırlaması, olağanüstü hal süresince uygulanmaz.
Gazilik unvanı verilenler
MADDE 14- (1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi ile bu eylemin devamı niteliğindeki eylemler sebebiyle malul olan kamu görevlileri ve siviller ile bu eylemlerin devamı niteliğindeki eylemlerin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanmasında yardımcı ve faydalı oldukları sırada yaralanan kamu görevlileri ve sivillere, yaralanma derecesine bakılmaksızın gazilik unvanı verilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenir.
İhraç edilen personelin bildirilmesi
MADDE 15- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler ile doğrudan veya anılan kanun hükmünde kararnamelerde öngörülen usuller çerçevesinde meslekten, kamu görevinden veya ilgili kurumların teşkilatından çıkarılanlar, işlem tarihinden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
(2) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce birinci fıkrada belirtilen gerekçe ile meslekten, kamu görevinden veya ilgili kurumların teşkilatından çıkarılanlar da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içerisinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
Dava ve takip usulü
MADDE 16- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.
Değişiklik hükümleri
MADDE 17- (1) 25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 107 nci maddesinin üçüncü fıkrasının (ç) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı fıkraya aşağıdaki (d) bendi ile beşinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiş ve dokuzuncu fıkrasında yer alan “öğrenci harçlıkları” ibaresi “misafir askeri personel ve öğrencilerin maaş, harçlık ve her türlü giderleri” şeklinde değiştirilmiştir.
“ç) Sözleşmeli olarak görev yapanlar, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde aynı şekilde sözleşmeli olarak görev yapmaya ve ücret almaya devam ederler.
d) 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanuna göre çalışmakta olanlar anılan Kanun hükümleri çerçevesinde muvazzaf subaylığa ve muvazzaf astsubaylığa geçirilmiş sayılır ve bu maddedeki muvazzaf subay ve muvazzaf astsubaylarla ilgili hükümlere tabi olurlar.”
“Ancak ilgili personelin Sağlık Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasındaki geçişleri kurum değişikliği sayılmaz.”
(2) 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kefaletten doğmaması” ibaresi “asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddenin altıncı fıkrasına “eğitim” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve sağlık” ibaresi eklenmiştir.
(3) 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümleler eklenmiştir.
“Bu sınavdan kaynaklanan davalarda hasım gösterilen idareler aleyhine herhangi bir tazminata, avukatlık ücretine ve yargılama giderine hükmolunmaz. Bu madde hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, sınav sorularının ve/veya cevaplarının bazı adaylar tarafından hukuka aykırı bir şekilde sınav öncesinde ya da sınav sırasında elde edildiği gerekçesiyle adli soruşturmaya veya yargılamaya konu olan sınavlar için de uygulanır.”
(4) 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(3) Birinci fıkra kapsamında tazminat hakkından yararlandırılanlar, 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi kapsamında aylık bağlama şartı oluşan sivillere 3713 sayılı Kanunla sağlanan tazminat, aylık bağlama hakları ve 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki ek tazminat hakkı dışında kalan haklardan ve ilgili mevzuatında sağlanan diğer haklardan aynı şekilde yararlandırılır. Bu hakların kullandırılmasında aylık bağlama şartı aranmaksızın en düşük malüliyet derecesi esas alınır.”
(5) 15/8/2016 tarihli ve 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 19 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atanmasına karar verilen şirket, taşınmaz, hak, varlık ve alacaklar hakkında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 128 inci maddesi uyarınca verilen elkoyma ve tedbir kararları, kayyım yetkisinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devriyle birlikte kendiliğinden kalkar.”
(6) 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 20 nci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Bu madde kapsamında Fon tarafından atanan veya görevlendirilenler hakkında ve bu kapsamda icra edilen iş ve işlemler hakkında 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 37 nci ve 38 inci maddeleri uygulanır.”
Yürürlük
MADDE 18- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi hükümleri 15/10/2016 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 19- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Okumaya Devam Et

Manşet

Terör karşıtı bildiriye 5 bin akademisyen imza attı

Yayınlandı

-

Yayımlayan

“Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin yayımladığı bildiriye karşı yapılan “Akademisyenler teröre karşı” anketine 5 bin imza atıldı.

Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Metin Aksoy öncülüğünde yayımlanan “Akademisyenler Teröre Karşı” bildirisine 5 bin akademisyen imza attı.

3 GÜNDE 5 BİN İMZA

“Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin yayımladığı bildirinin ardından bir grup öğretim üyesiyle, “Akademisyenler Teröre Karşı Bildirisi”ni yayımladıklarını belirten Aksoy, “Üç gün içinde 5 bin imza verildi. Dünyanın çeşitli yerlerinden ve Türkiye’deki üniversitelerden akademisyenler bu kampanyaya imza attı. Teşekkür mailleri ve telefonları aldık. Bildiri, akademik çevrede büyük ilgi gördü” diye konuştu.

Aksoy, bildirideki ana temanın terörün birlikte yaşamı ortadan kaldırmasına karşı çıkmak olduğuna dikkati çekerek, terörün toplumda kardeşlik hukukuna zarar verdiğini ve demokratikleşmeyi engellediğini vurguladı.

Terörün karşısında oldukları için kampanya başlattıklarına işaret eden Aksoy, “Terör, toplumun barış arayışlarını ortadan kaldırmak demek. Şehitlerden, sivil insanların ölümünden terörün sorumlu olduğunu biliyoruz. Artık terörün engellenmesi ve barış sürecinin hayata geçirilmesi gerekir. Toplumda teröre karşı büyük bir tepki var”ifadelerini kullandı.

“4 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN ÖLÜMÜNÜ DE KALEME ALSINLAR”

Aksoy, teröre destek veren bildiriye imza atan akademisyenlerin, toplumun birlikte yaşama sürecine zarar verdiğini belirterek, şunları kaydetti:

“Bu bildiri devleti suçlayarak toplumsal çatışmayı körüklüyor. Gerçekten barış isteyen akademisyenlerin 4 yaşındaki çocuğun ölümünü de kaleme almaları gerekir. Bunlar için gözyaşı dökmeleri lazım. Bu coğrafyada barış tohumları ancak böyle bir ortamda filizlenebilir. Aksi halde tek taraflı bildiri ve suçlamaların toplumda çatışmayı körüklediğine inanıyoruz.”

Okumaya Devam Et

ÇOK OKUNANLAR