Bizimle İletişime Geçin

Politika

‘Koçero’ gibi bir aday: Ekmeleddin İhsanoğlu

Yayınlandı

-

‘Koçero’ gibi bir aday: Ekmeleddin İhsanoğluİşte yazarlar ve yazıları…

Rasim Özdenören: İkbal hırsı

Hırstan başlayalım.

Nedir hırs?

Sözlük şöyle tanımlıyor: ‘Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku: Para hırsı. Şöhret hırsı.’ (TDK). Biz, buna ikbali de ekleyebiliriz: ikbal hırsı…

Peki, ikbal, o nedir?

Sözlük, onu da şöyle tanımlıyor: ‘Baht açıklığı veya yüksek bir makama, duruma erişmiş olma durumu.’

İkbal hırsı ise, yüksek bir makama erişme tutkusuyla yanıp tutuşma halidir…

Bu hali yaşayan biri, erişmeyi tasarladığı mevkie geldiğini görünce mest olur, kendinden geçer. İkbal şarabını içtiğine inanır. İkbal şarabı: yüksek mevkide bulunmanın verdiği geçici neşe ve keyif…

İkbal hırsına tutulmuş birinin davranış biçimi, bizim ’tilkiinsan’ adını verdiğimiz tipin davranış tarzına uyuyor. Tilkiinsan nasıl ki avı önüne gelinceye kadar sessizce beklerse, ikbal hırsına yakalanmış biri de ulaşmayı tasarladığı mevki için sabırsızca ve fakat aynı zamanda tahammülle bekler…

Tilkiinsanın tavrını bir yerde (Yüzler, İz Yayınları) şöyle anlatmayı denemiştik:

Tilkiinsan ulumak, havlamak gibi gürültü çıkaracak yöntemlere itibar etmez, bilakis, o, sessiz olmanın ve sessiz kalmanın çeşitlerini keşfetmiştir. Avını sessizce bekler, kulağı son kerte hassastır; havadan, bir tüyün süzülerek düşmesine bile kulak kabartır. Avının üstüne sessizce atılır ve göz açıp kapayıncaya kadar avını boğar ve yemeye hazır hale getirir. Tilkiinsan açgözlü olduğundan yalnızca yiyebileceği kadarıyla avlanmaz, bir aslanın asaleti yoktur onda. Yiyebileceği, hatta yiyemeyeceği kadar, fakat o anda elinin altında bulunanın hepsine tama eder.

Onun farkında olduğu az şeyden biri de, kendi zayıflığını bilmesidir. Kendi zayıflığını bildiği için hasmıyla yüz yüze dövüşmekten ve onunla hesaplaşmaktan kaçınır. Tabiatına aykırı olmasına rağmen sırt üstü yatarak hasmını bekler. Sırt üstü yatmaktan rahat etmez, fakat sırtı hasmına dönük olacak biçimde de yatmaz. Hasmı tarafından görülmektense, rahatsız kılmayı yeğler. Nefsinin hatırı için nefsine eziyet etmek tilkiinsana kaderin bir istihzasıdır.

Tilkiinsana aslında gündelik hayatımızın her anında rastlarız, fakat umursamayız. Ta ki, tilkiinsan ikbal hırsını doruk mevkilerde yatıştırmaya teşebbüs edinceye kadar… İkbal hırsı gözünü öyle karartmış olur ki, uçurumun kıyısındayken önüne atılan kemiği yakalamak için uçuruma doğru sıçramaktan çekinmez. Düşerken kendini uçuyorum sanır. Yere yuvarlandığında her şey bitmiş olur: artık başına geleni bilmesi ve anlaması imkânsızdır…

Tilkiinsanın ikbal hırsı salt kendine zarar vermekle kalsa mesele yok deyip geçilir; ama bazen onun ika ettiği zarar millete de yansır. İşte o zaman, yandı gülüm keten helva…

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Akif Emre: Çatıdaki muhafazakâr!

İdeolojik olarak aynı kökten beslenen Cumhuriyet ideolojisinin iki partisinin cumhurbaşkanlığı adaylığında aynı isimde buluşmaları politik manevra açısından önemli olabilir. Bundan daha mühim husus ise aynı ideolojik kaynaktan beslenen, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinin savunmasına kendini adamış iki partinin üzerinde uzlaştığı şahsın profili. Farklı görünmelerine rağmen sol ve sağ Kemalizm’in temsilcilerinin kurucu ilkelerden taviz gibi algılanmasına müsait bir isim önermeleri siyasi tarihimiz açısından da önemli sayılmalı.

Mevcut Cumhurbaşkanı seçiliş süreci, ismi, temsil ettiği sosyal ve siyasi çevre açısından pek çok anlamda ilk olma özelliği taşıyordu. Ne var ki, iktidarın adayı olarak muhafazakâr bir cumhurbaşkanının seçilmiş olmasını demokrasi oyununun bir cilvesi olarak içine sindiremeyenler çoktu. Nitekim hem Cumhuriyet’in kurucu partisi ve kurucu ideolojisine sadık diğer partiler hem de bürokrasi bu süreçte direndiler; en azından içlerine sindiremediklerini aşikâr ettiler. Bu süreç muhafazakâr iktidarın devlet erkini ele geçirmesi olarak yorumlansa da zamanla alışıldı; en azında psikolojik duvar aşıldı. Belki şimdilik kaydıyla koşullara katlanmayı zorunlu bir süreç olarak gördüler.

Yaklaşık iki ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ce Ha Pe ve Me Ha Pe’nin ortak aday olarak muhafazakâr bahçeden bir aday göstermeleri en az mevcut cumhurbaşkanının seçilmesi kadar önemli bir dönüm noktasıdır. Özellikle son mahalli seçimlerde başvurulan örtük seçim ittifakıyla ortaya çıkan durumu, demokratik zorunlulukla açıklamak isteyenler olacaktır. Matematiksel olarak iki büyük muhalefet partisinin birleşmeden iktidarın karşısında alternatif olma şanslarının olmadığı çok açık görülüyor. Bu pratik olarak ne kadar doğru olsa da meselenin sadece parmak hesabı ile alakalı olmadığını düşünüyorum.

Kurucu ideolojinin kurucu partisi ve onun sağdan yedeği olan partinin sistem açısından en kritik mevki için muhalifi oldukları düşünülen muhafazakâr bir iktidara karşı muhafazakâr bir aday çıkarmaları, önümüzdeki dönemde sistemin hangi sosyal ve siyasal temeller üzerinde inşa edilmekte olduğunu artık tümüyle ifşa ediyor. Türkiye’de sistemin muhafazakârlaşması ve muhafazakârların sistemle özdeşleşmesi gibi iç içe iki süreç aynı anda işliyor.

İlkin sistemin muhafazakârlaşması bağlamında; laikçi, milliyetçi, Atatürkçü, sistemi kuran parti, adeta muhafazakâr etkinlik karşısında devrim ilkelerinin elden gittiğini dillendireceği bir görüntü çıkardı. Normal şartlarda devletin irticaya teslim olması olarak okunabilecek bu tablo, daha doğrusu dış görünüş, sistemin artık daha tabanla barışık, daha muhafazakârlaşmış bir batıcılık çizgisine evrildiğinin işaretleri olarak okunabilir.

Çatı adayın samimi görüşlerinden anlaşıldığına göre, hiç de bu tedirginliğe mahal bırakmayacak biçimde Atatürkçü ve laik ilkelere bağlı bile olabilir. Bunlar konumuz dışında. Asıl olan gösterilen adayın nasıl bir algı üzerinden halka takdim edilmekte olduğudur. Rejimle arası hiç de barışık olmayan bir babanın oğlu olarak çizdiği Ortadoğulu, muhafazakâr prototip hem Ce Ha Pe hem de onun sağ versiyonu Me Ha Pe açısından yeni döneme ayak uydurma çabalarıdır. Halkın değerlerini, geleneğini ciddiye alan bir muhafazakârlık üzerinden siyasetin meşrulaştırıldığı bir dönem açılmış oluyor.

Batılılaşma, çağdaş uygarlık adına halkla inatlaşma bir fayda getirmediği gibi sistemin meşruiyetini de, en azından kimi hassasiyetleri gözetmekten başka sürdürülebilir seçeneğin kalmadığı görülüyor.

Sistemin muhafazakârlıkla barışmasının tek taraflı işleyen bir etkileşimden ibaret olmadığını bu vesile ile hemen belirtelim. Nasıl ki, sistem halka taviz vermiş gibi görünerek kendi varlığının devamını ve meşruiyetini daha az sorunla halletme yolunu seçtiyse aynı yöntemle toplum mühendisliği ile elde etmediği sonucu almayı hedeflemiş görünüyor.

Muhalefet partilerinin çatı tercihi ile muhafazakârlık parantezine sıkışan kurucu ideolojinin bu arada muhafazakârlığı kendi kıskacına almayı ihmal etmediği gözden kaçmamalı. Muhafazakârlığın (seçkin Türk-sağı hariç) tüm tonlarıyla barışık olmayan kurucu ideolojinin bu süreçte tehdit olarak gördüğü kesimleri ve değerleri de dönüştürmesi hususu, çift yönlü işleyen dönüşüm sürecinin can alıcı sonucudur.

En küçük dini, geleneksel sembol ve ritüeli tehdit olarak algılayan kurucu partinin temsil ettiği tarz-ı smlmlyiyaset sonuçta tersine işlemiş, kendini dönüştürmüştür. Aynı süreçte toplum mühendisliğinin başaramadığı dönüşümü gerçekleştirecek semboller, göstergeler düzeyinde bir temsiliyete karşılık içi boşaltılmış bir varlık olarak merkezde yerini alacaktır muhafazakarlık.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Tamer Korkmaz: Şato’nun Çatısı

İçerideki Ecnebiler Cephesi, şanslarını bu defa ‘muhafazakar’ antetli ‘Çatı Aday’ üzerinden deneyecek.

Derin Amerika’nın baronlarına bağlı İstanbul Baronları’nın projesidir, İhsanoğlu’nun Çankaya adaylığı…

Bu yolda, ‘Yurttaş Kane’ yani Aydın Doğan, Şubat 2010’da profesöre ilk teklifi yapan isimdir.

Aydın Doğan adına yapılan yalanlama, bu kapı gibi hakikati asla değiştiremez. Kimse bize hikaye anlatmaya kalkmasın!

***

Derin Baronlar, siyasal mühendislik projesinde rejisör olarak ‘Yurttaş Doğan’ı tayin ettiler.

Kemal Derviş ile Hüsamettin Özkan, filmde ‘yardımcı rollerde’ oynuyorlar.

İhsanoğlu Projesi’nin destekçileri arasında…

Aynen ‘batan’ Mustafa Sarıgül Projesi’nde olduğu gibi, ‘Amerikancı’ Paralel Yapı da yerini almış durumdadır.

ŞOKE OLDULAR

‘Çatı Aday’ gezmesine çıkartılan Kılıçdaroğlu ile Bahçeli ise ‘tanımadıkları bir profesörü’ son sahnede ‘mecburen, mecburiyetten’ kabul etmiş olan, dayatmaya boyun eğmiş siyasi aktörlerdir.

CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu ile arası limoni olan muhalif isimler, İhsanoğlu’nun adaylığını duyunca şoke oldular, kulaklarına inanamadılar!

Özelde CHP’nin ‘ulusalcıları’ genelde ise parti teşkilatı ve tabanı…

Partilerini aslında kimin yönettiğini; son sözü söyleyenin ‘İstanbul Baronları’ olduğu gerçeğini…

Şu son Çatı Aday Tiyatrosu’ndan sonra hala daha çakozlayamamışlarsa, onlara artık söylenecek bir söz kalmadı demektir!

NEDEN ACABA?

Baronlar’ın nüfuz alanındaki Radikal’in dünkü manşetinde Deniz Baykal için ‘Rahatsız ama aday olmayacak’ cümlesi okunuyordu.

İstanbul Baronları’nın nefret ettiği Baykal’ın CHP’den ikinci bir aday çıkması fikrini veya kendi adaylığını devre dışı bırakmasından dolayı Radikal derin bir nefes almış görünüyor!

Batmaya hazırlanan Radikal Gemisi, dört yıldır Deniz Baykal’a yönelik kaset operasyonunun arka planına neden seyahat edemiyor, acaba?

KARA MİZAH

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Radikal’in kapağında yer verilen ‘Bu, (Çatı Aday) MHP-CHP ittifakından çok toplumsal kesimlerin demokratik kararının bir tezahürüdür’ şeklindeki sözleri ise evlere şenliktir:

-Türkiye’deki mizah dergilerinin bittiği andır!

İhsanoğlu’nun adaylığından…

Bahçeli’nin sözünü ettiği toplumsal kesimlerin haberi dahi olmamıştır!

Haliyle, ‘akıllarından dahi geçirmedikleri’ bir çatı adayı için nasıl olup da demokratik bir karar alabilmişlerdir?

Tam dört buçuk yıl önce İstanbul Baronları’nın tasarım torbasından çıkmış bir ismin, ‘Çatı Aday’ yapılacağından Kılıçdaroğlu ve Bahçeli dahi filmin son sahnesinden ‘az önce’ haberdar oldular!

GÜZELLEME

Ekmeleddin İhsanoğlu Güzellemesi’ne girişen Hürriyet’te…

Yurttaş Doğan’ın Taha Akyol’u, şu cümlelerle MHP tabanına da ‘bir güzel’ oynuyor:

‘Onu ilk defa o zaman tanımıştım?

Yıllar önce, 1977 yılında Başbakan Yardımcısı merhum Alpaslan Türkeş Libya’ya resmi bir gezi yapmıştı…

Bu gezide, Ekmeleddin İhsanoğlu Türkeş’in tercümanı ve Ortadoğu konularında danışmanıydı.

Ben de o geziye çiçeği burnunda bir danışman olarak katılmıştım…’

***

Merhum Ufuk Güldemir, Taha Akyol’u…

‘Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın cebinden çıkan Hergün gazetesinin Yazı İşleri Müdürü…’ diye tarif ederdi!

PERDE ARKASI

İpekçi’nin öldürülmesinden kısa süre sonra Milliyet el değiştirdi, o ana dek basın dünyasında adı sanı duyulmamış Aydın Doğan gazetenin sahibi oluverdi. (1979)

Aydın Bey’in ‘elinden tutup’ onu Milliyet’in sahibi olmaya ikna eden yakın dostu İnan Kıraç’tı!

Aydın Doğan’ı ileriki yıllarda ‘Yurttaş Doğan’ haline getirecek medya patronluğu süreci böylece başlamış oluyordu!

Vehbi Koç’un oğlu Rahmi Koch ile damadı İnan Kıraç, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı ile alakalı şu dört buçuk yıllık süreçte acaba perdenin neresinde konuşlanmışlardır?

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ali Saydam:  Meydanlar nire, Ekmeleddin Bey nire?..

Meydanlar derken tabii ki taşı toprağı kastetmiyoruz. ‘Halkı’, ‘seçmeni’, ‘hedef kitleyi’ kastediyoruz. Onların ortak ruhi şekillenmesini, kültür ve değerlerini kastediyoruz…

Ecevit bile ucundan değerdi o meydanlara. Mesela rahmetli İsmail Cem hayli Fransız kalırdı. Kemal Derviş ise neredeyse Deniz Baykal’ın danışmanı gibi çıkardı kürsü platformlarına. Erdal Bey (İnönü) elbette fazlasıyla mahcup olduğundan kendisini omuzlamak isteyenlerden kurtulmak için iki elini yana açıp dümdüz yere yapışırmış. Oysa Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal öyle miydiler? Derya içre olurlardı da, deryadakiler de bunu fark ederdi.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsının değerlendirilmesini size bırakıyorum. Benim görüşüm biliniyor. Çok sevdiğim ve üyesi olmaktan onur duyduğum İstanbul Erkek Lisesi’ne müdür ve yine meselâ bizim İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı’na şahane başkan olurdu. Sırf bu nedenle bile görüşlerini ciddiye alırım. Demiş ki:

‘Ekmeleddin Bey meydanlara çıkıp kendisini anlatacak.’…

İşte sonun başlangıcı… Başlığı tekrarlayalım. Ekmeleddin Bey nire, meydanlar nire? Hayatı boyunca üniversite dersliklerinden, beş yıldızlı uluslararası otellerin toplantı salonlarından ve de kokteyl ortamlarından, ‘gala dinner’lardan kurtulamamış bir ‘dünya efendisi’, kibar mı kibar, zeki mi zeki bir beyefendinin meydanlarda halkımızla bütünleşeceğine inanmak, ancak Kemal Bey gibi hüsnü kuruntu ile temenni arasında gidip gelmeye yatkın bir siyasetçiye yakışırdı zaten.

Ekmeleddin Bey’in adını doğru dürüst telaffuz edemeyen, iki ‘d’ mi yoksa iki ‘t’li mi yazıldığını bile bilmeyen ve de sivil-asker-bürokrat cumhurbaşkanlarından yaka silkmiş (Bkz: Ahmet Necdet Sezer, Anayasa kitabı…) geniş kitlelerin nezdinde, 51 gün gibi kısacık bir sürede algı ve davranış değişikliği oluşturabileceğine inanmak için iyi niyet ve çocuksu naifliğin ötesinde hasletlere sahip olmak gerekmez mi?

Aslında Ekmeleddin Bey’in çok da yanlış bir aday olmadığını, hatta belli koşullarda ciddi şansının olabileceğini teslim etmek lazım. Eğer önünde birkaç sene olsaydı, iletişimini de 12 yılda dokuz seçim kaybetmiş, 64 yıldır tek başına iktidara gelememiş bir siyasi partinin zihniyetine, siyasi iletişim reflekslerine bırakmak zorunda kalmasaydı pekâlâ başa güreşebilirdi. Ama ne yazık ki mebzul miktardaki bu ‘iletişim özürlülük’ örneği içinde işi ne yazık ki çok zor. Hem CHP’li hem de MHP’li ileri gelenler özetle diyor ki:

‘Ekmeleddin Bey’i tanımıyorlar. Tanıdıkça severler.’

Oysa seçmen davranışının özü, sadece ‘tanımak’ ve ‘sevmek’le sınırlı değil ki. Eğer böyle olsaydı adaylıkları halinde, Cem Yılmaz, Tarkan ya da Sezen Aksu seçimi alırlardı. Ama öyle olmuyor. Davranış değişikliğinin bir numaralı nedeni ‘tanınma’ değildir. Ya nedir? ‘Güven’dir. Güveni 51 günde tesis edebilecek o sihirbaz, ne Kılıçdaroğlu’dur, ne de Bahçeli.

İnsan ancak eşitler arasında sevdiğini tercih ediyor. Yoksa bildiğiniz gibi, ‘sevmek’ = ‘güvenmek’ demek değildir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ahmet Hakan: ‘Koçero’ gibi bir aday: Ekmeleddin İhsanoğlu

ŞAİR Hasan Hüseyin’in “Koçero” diye bir şiiri vardır.

Çok güzel bir şiirdir.

Ahmet Kaya ile Selda Bağcan, bu şiirden yola çıkarak şahane bir albüm yaptı.

Arada sırada açar dinlerim.

*

Şiirde “Koçero” adlı bir eşkıyadır anlatılan.

Modern zamanların ezip geçtiği aslan gibi bir eski usul eşkıya.

Şiirin en güzel bölümü “Ona sorarsanız şöyledir Koçero/Buna sorarsanız böyledir Koçero” diye uzayıp giden bölümdür.

Herkesin “Koçero”yu kendine göre tanımlaması anlatılır bu bölümde.

Çok etkileyici bir biçimde…

*

Ben de Hasan Hüseyin’in “Koçero” adlı şiirinin sesinden aldığım ayakla…

Ekmeleddin İhsanoğlu’nu herkesin nasıl da kendine göre tanımladığını gösteren bir derleme hazırladım.

Takdim ediyorum:

*

Laik kesimin kodamanlarına sorarsanız: Mısır’daki “Mursi” gibi biridir

Ekmeleddin İhsanoğlu.

*

Hükümet kodamanlarına sorarsanız: Mısır’daki “Sisi” gibi biri…

*

Doğu Perinçek’e sorarsanız: Amerikancı, Suudici bir adaydır Ekmeleddin Bey

*

AK Partili köşe yazarına sorarsanız: Abdestli monşerin tekidir.

*

Oktay Ekşi’ye sorarsanız: Atatürk’ün ilkelerini benimsediği kuşkulu biridir.

*

Başbakan’ın başdanışmanına sorarsanız: Uluslararası projedir, Amerika el vermiştir.

*

CHP’li gazeteye sorarsanız: Eşinin başı açıktır. Yani eşi, “türbansız first lady” adayıdır.

*

Akit’e sorarsanız: Paralel Yapı’nın adamıdır, darbecidir, CHP’lidir, İsmet Paşa’cıdır, falandır, filandır.

*

Hüseyin Aygün’e sorarsanız: Bir kere “devrimci” değildir, hele “solcu”… Hiç değildir.

*

Ertuğrul Kürkçü’ye sorarsanız: Karagöz’ün karşısına çıkarılan Hacivat’ın ta kendisidir.

*

Birgül Ayman Güler’e sorarsanız: Şeytan görsün yüzünü.

*

Ulusalcıya sorarsanız: Ülke topraklarının dışında yetiştirilmiş bir ajandır.

*

Hüseyin Çelik’e sorarsanız: Kazanma şansı sıfır olan biridir.

*

Deniz Baykal’a sorarsanız: Siyasal İslamcının tekidir.

*

Taha Akyol’a sorarsanız: Milli ve yerli bir isimdir.

*

AK Partili Mustafa Şentop’a sorarsanız: Mısır doğumludur… Mısır’da yetişmiştir… Mısır’dan transfer edilmiş bir adaydır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ardan Zentürk: CHP’nin tercihi normaldir

Mustafa Karaalioğlu’nun yazısının başlığı bile “oku beni” diye davet ediyor: CHP adayını Sosyalist Enternasyonel’den değil, İslam Teşkilatı’ndan buluyorsa (17 Haziran 2014, STAR) Çok doğru yaklaşım, iyi bir analiz, ama, ayrıldığımız bir nokta var… Karaalioğlu, CHP’nin“sol” veya “Kemalist” parti olduğundan yola çıkmış, ben ise, partinin özellikle sol kimlikten uzaklaşması sonucu bu noktaya geldiğine inanıyorum.

“Sol” bir parti düşünün, kendini “muhafazakar-sağ” olarak niteleyen bir iktidarın Kürt sorununun çözümü için attığı cesur adımların arkasında kalıyor, bırakın, karşısında yer alıyor, bu nedenle, memleketin doğu ve güneydoğusunda oy oranı yüzde 1 düzeyinde kalıyor.

Bitmedi, Suriye Savaşı’nda nasyonal-sosyalist diktatörlük olan Baas’ın (Gazi’nin kemikleri sızlamıştır) Mavi Marmara olayında İsrail’in yanında görüyoruz. Dersim Katliamını bünyesindeki “ulusalcı çizginin” baskısıyla tarihe gömmenin telaşında, ekonomik tartışmaların hiçbir noktasında emek kesiminin, yanında değil, sosyal-siyasal patlama örneği olarak Gezi Parkı olaylarında kontrollü protestonun kurumsal yandaşı olmaktansa, sokak kaosunun kuyrukçusu olmayı tercih ediyor!..

Bakın, zamanında gidişatı iyi-kötü yazmışım…

Baas ve CHP

“Hükümetin, Suriye politikasını eleştirenlerin, cumhuriyetimizin “kurucu babası” Gazi Mustafa Kemal’in arkasına saklanıyor gibi yapmalarını, kendilerini “sol-Kemalist” görüntüyle perdelemelerini yüreğimde fırtına ile izliyorum. O, bir vatanseverdi, insanlık karşısında, bırakın döneminin, bugünün değerleriyle net bir duruşu olan bir liderdi, Beşar Esed veya Saddam Hüseyin gibi, nasyonal-sosyalist kasapların kuyruğuna takılacak bir “adam” da değildi. Günlük siyasetin koridorlarından uzak durmaya çalışan bir meslek anlayışım var, ama artık dayanamıyorum, söylemek zorundayım: İç siyaset çekişmesinin uzantısında kendini Suriye’deki Baas rejiminin yanında konumlandırmış, Beşar gibi bir diktatörü “meşru” gördüğünü ilan etmiş CHP yönetim kadroları kurucularına ihanet etmiştir. CHP’nin ve “sol-Kemalist”jargonla konuşmayı bir kimlik haline getiren “sözde” aydınların bu hareketin son temsilcisi Beşar Esed gibi bir katilin yanında ne işleri var? Gazi Mustafa Kemal’e karşı büyük ayıp!.. (Gazi Mustafa Kemal’i bu işe alet etmeyin! STAR, 23.Ocak.2014)

İsrail ve CHP

“Türk siyasetinin “sol kanat lideri” olduğunu savunan bir siyasetçinin Benyamin Netanyahu-Avigdor Lieberman gibi iki faşistle yan yana görüntü sergilemesi, kendisi için değil, Türkiye için hazin bir tablodur… Belli ki dış politika konularında yetkin beyin kimyasına sahip değil, o zaman derhal güçlü ve ufku açık danışmanlar edinmesi gerekiyor. Ben amatör bir ruhla kendisine minik bir öneride bulunayım: Derhal Sosyalist Enternasyonel’i İsrail’in saldırganlığı konusunda harekete geçirsin, İsrail’deki sol kanat parti ve sendikalar ile bağlantı kurmanın yolunu bulsun. Hem memlekete faydası olur, hem de elalemin faşisti ile aynı siyaset karesinde yer almaktan kurtulur…(Furkan ve USS Liberty, STAR, 12.Eylül.2011)

Kürt sorunu ve CHP

“Hükümetin Kürt sorununda yürütmekte olduğu sürece dönük muhalif sesleri önemsiyorum. Çünkü, bu sesleri, kamuoyundaki bir hassasiyetin yansıması olarak görmek istiyorum. MHP’nin sert muhalefeti normal, “sosyal-demokrat olduğunu savunan” CHP’nin süreç dışında kalması anormaldir. Oysa, İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü 1991’de HEP milletvekillerini meclise taşıma cesaretini göstermiş, Demirel ile birlikte “Kürt realitesini” tanıyan isim olmuştu. Yarın, bu politikalarını Sosyalist Enternasyonel’de nasıl savunacaklar merak ediyorum. Yürütülen kampanyanın Türkiye’nin geleceğine dönük hiçbir proje üretmemesi düşündürücü. Yapılan her açıklamada, yayınlanan her bildiride bir alternatif program arıyorum, yok. Küfürler, hakaretler, tehditler… (Erdoğan’a ağır misyon, STAR, 8.Nisan.2013)

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Mehmet Barlas: “Fethullah”ta başlayıp “Ekmeleddin”e dayanan arayış

Türkiye’ de siyaseti yorumlamak, yağlı güreşi sanal ortamda yapmaya benziyor. Nerden tutarsanız tutun elinizden kayıp gidiyor konular.

Aynı hukuk normlarının farklı durumlarda başka anlamlar taşıdıklarına tanık oluyorsunuz…

Örneğin dün “12 Eylül 1980” askeri darbesinin icracıları olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya müebbet hapse mahkûm edildiler… Buna karşı son askeri darbe olan “28 Şubat 1997″nin azmettirenleri de, icracıları da hâlâ siyaset üzerinde söz sahibi konumundalar…

Bunun gibi Anayasa’da Cumhurbaşkanını halkın seçmesi gibi devrimsel bir değişikliği gerçekleştiriyorsunuz… Buna karşı ülkenin en eski siyasi partisi cumhurbaşkanı adayını belirlerken, bu isim partinin milletvekilleri için bile bir sürpriz oluşturuyor. Yani partinin tabanı için bile sürpriz olan bir ismin halk tarafından seçilmesini hayal eden, gerçek ötesi bir proje ile yeni anayasal düzeni karşılıyorsunuz…

Baronlar ve fiyaskoları

Böyle durumlarda siyaseti yorumlayanların komplo teorilerine bunlar kesin gerçeklermiş gibi yaklaşmaları, kaçınılmaz değil midir? Buna son örnek Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı adaylığının bir “Baronlar Projesi” olarak sahneye getirildiğine dönük iddialardan verilebilir.

Peki bu “Baronlar” kimler? İsimleri “Baronlar Listesi”nde yer alanların hemen hepsi 28 Şubat’ı izleyen siyasi fiyaskonun mimarları ve aktif katılımcıları değiller mi? Ne söyledilerse hepsinin tersi gerçekleşen, hiçbir siyasi projeleri gerçekleşmeyen siyasi ezikler “Baronlar” olarak görülüyor…

Diyelim ki bu baronların arkasında Amerika’nın Neo-Con’ları ve Gülen örgütü var…

Bizim baronların mimarı oldukları siyasi fiyaskoyu bir kenara bırakalım… Amerikan Neo-Con’larının Irak, Suriye, Mısır ve Afganistan’da elde ettikleri sonuçlar, bizim baronların yerel fiyaskolarını gölgede bırakacak çaptaki bir global fiyaskoyu ifade etmiyor mu?

Başa dönüyorum… CHP’nin Ekmeleddin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanlığına aday göstermesi normaldir. Özellikle 30 Mart Seçimi sürecinde sol kimliğini bir kenara koyup dini zeminli bir “hareketin” müttefikliğine soyunmasından sonra beklenen de bir gelişmedir…

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Etyen Mahçupyan: Paradigma ve makas

Batı karşısındaki psikolojik ezikliğimiz siyasetçilerimizi de uzun süredir etkiliyor. Muhalefet kendi ülkesini ‘yabancılara’ şikayet ederken, hükümet tarafındaki siyasiler ise ne kadar doğru işler yaptıklarını anlatıp takdir bekleyebiliyorlar. Bu denklemin muhalefet kanadında halen pek bir değişiklik yok. Ama hükümete mensup olanların en azından birkaçında bu kalıbın dışına çıkma eğilimi nihayet görülüyor. Muhakkak ki bunun nedenlerinden biri son yıllarda gelişen özgüven duygusu. Gerçek bir özgüvene sahipseniz yanlışlarınızı örtüp kendinizi övme ihtiyacı da duymuyorsunuz. Yaptıklarınıza ve yaşananlara mesafe alabiliyor, nesnel bir değerlendirme yapabiliyor, samimi ve inandırıcı olabiliyorsunuz…

Söz konusu farklı duruşun iyi örneklerinden birine pazartesi günü Washington’da tanık olduk. İçişleri Bakanı Efkan Ala, Middle East Institute adlı düşünce kuruluşunun tertiplediği yıllık konferansta alışılmışın sınırlarını zorlayan ve Batılı kulağa hitap eden bir konuşma yaptı. Amerikalılar karşılarında hükümetin duruşuna yönelik soru cevaplarla ilerleyen, birkaç noktada şeytanın avukatlığını yapma eğilimi gösteren, açıklamalarını Türkiye’nin siyasi ortamına yerleştirirken içindeki istihzayı yüzüne yansıtmaktan çekinmeyen, ayaklarını sağlam basan bir siyasetçi buldular.

Ala konuşmasına bir uyarı ile başlamayı tercih ederken, hükümeti kayırma peşinde olmadığını da hissettirmiş oldu. Uyarı, bilgi kaynaklarımızın bakış açımızı belirleme gücüyle ilintiliydi. Batılıların bilgi edinme süreçlerinde genelde belirli ve hep aynı kaynaklara müracaat etmeleri, son dönemde Türkiye gerçekliğinin epeyce ötesinde, çoğu zaman yanlı ve yüzeysel bir bakış edinmelerine neden olmakta. İçişleri Bakanı bilgi kaynaklarının artırılmasını, bu meyanda sadece hükümet kanadından bilgi almakla yetinilmemesi gerektiğinin de altını çizdi.

Konuşmanın açıklanmış bir başlığı olmamasına karşın Ala “Ne yapmak istiyoruz ve ne yapıyoruz?” sorusunu bir tür başlık gibi kullanarak hükümetin genel tutum ve hedeflerinden özel uygulamalara doğru giden bir değerlendirme sundu. Türkiye tablosunun doğal girdisi olarak muhalefetin son on yıldaki siyasi çizgisini de ele aldı ama buna sadece bir iki dakika ayırdı. 17 Aralık’la tetiklenmek istenen darbe girişiminden ise sadece tek bir cümleyle söz etti.

Esas vurgu yaşanmakta olan toplumsal dönüşümün hükümet tarafından nasıl algılandığı, hangi kriterler çerçevesinde taşındığına ilişkindi ve bu açıdan epeyce yeni bir dili ifade etmekteydi. Hükümetin işlevini “kapalı sistemden açık topluma dönüşüm sürecini yönetiyoruz” diye tarif eden Ala, böylece hem iktidarın iradesine hem de ondan bağımsız olan toplumsal dinamiğe gönderme yapmış oldu. Açık toplumu özgürlüklerin, açık karar mekanizmalarının, toplumsal denetleme gücünün varlığına dayandırırken ‘düşman üretmeyen’ ve ‘bireysel enerjiyi harekete geçiren’ bir ortamın altını çizdi.

Söylenenlerin epeyce hayali veya teorik bir çerçeveye oturabileceğinin farkında olduğu için de, bu noktada “size neden inanalım ki?” diye bir soru ile karşılaşmalarının çok doğal olduğunu belirterek doğrudan hükümetin uygulamalarına girdi. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyu, parti kapatmalarının zorlaştırılmasını, AB sürecinin sahiplenilmesini, azınlık vakıflarına mal iadesini ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini birer gösterge olarak sundu. Ancak AKP’nin inanılırlığını esas olarak Kürt açılımına bağladı. Etnik ve dinsel yasakların kapalı sistemin dayanakları olduğundan hareketle, açık topluma giderken en önemli hamlenin Kürtlerin eşitliğinin sağlanması olduğunu vurguladı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ceren Kenar: CHP kendi seçmenini neden sevmiyor?

CHP’nin Cumhurbaşkanlığı aday belirleme sürecinde teşkilatı, tabanı arasında bir kamuoyu yoklaması yapmış olsa ve adayını bu temayül yoklaması sonucu belirlese Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday olarak çıkma ihtimali neydi? Muhtemelen sıfır.

Yanlış anlaşılmasın, sorun  Ekmeleddin İhsanoğlu değil. İhsanoğlu son derece saygın bir akademisyen, bunda şüphe yok. Siyasi görüşlerinden bağımsız (ki kamuoyu İhsanoğlu’nun siyasi görüşlerini de henüz bilmiyor) değerli bir isim, burası da muhakkak. Siyasi liderlik kapasitesini bilmiyoruz veya siyasi yöneticilik becerileri konusunda pek bir fikrimiz yok. Ancak temel problemin yanında, aslında epey hayati olan bu konular detay kalıyor.

Fakat bir parti açısından aday belirlenirken temel kriter adayın niteliklerinden ziyade, temsil kapasitesi. Eğer bir meritrokrasi (yani yönetim erkinin, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne; yani liyakate dayandığı yönetim biçimi) veya teknokrat bir sistem (karar verme süreçlerinin teknik uzmanların ellerinde olduğu bir yönetim şekli) değilse Türkiye, adayın yetkinliğinin yanı sıra aday gösterildiği siyasi hareketi temsil kabiliyeti olması temel bir şart değil mi?

Bakmayın şimdi muhalefet propagandistlerinin İhsanoğlu’ndan bir Cumhuriyet kazanımlarının en doğru temsilcisi portresi çıkarma çabalarına. O kadar zor ve beyhude bir uğraş içindeler ki, bu imkânsız şartlarda bile üstün mücadele azimlerini ve umutlarını koruyabildikleri için en azından teselli ikramiyesi olarak gidiş yolundan puan vermek lazım.

İhsanoğlu’nun adaylığının açıklanmasından sonra Gezi hareketini hararetle desteklemiş bir dostumu aradım, fikrini almak için, ne düşünüyorsun diye sordum. “Felaket bir karar” dedi ve ekledi: “Ya İhsanoğlu kazanırsa, o zaman ne yapacağız?”

Bu arkadaşımın hayal kırıklığının ve öfkesinin istisna olmadığını gözlemlemek mümkün. CHP seçmeni İhsanoğlu’nu tanımıyor. Tanımaya başladıkça temsil ettiği değerlerin kendilerini yansıtmadıklarını görüyor. Türkiye’yi “Ortadoğu bataklığına” sokmakla itham eden CHP milletvekillerini beğenen taban, Kahire doğumlu, anadili gibi Arapça bilen bir âlimin kendi siyasi duruşunu yansıtmadıklarına inanıyor.

Haksızlar mı? Hayır.

İki turlu bir seçim için zaten ikinci turda olacak bir defacto çatı adayı, ilk turda belirlemek bence yanlış bir stratejiydi. Fakat daha da yanlış bir strateji kendi tabanını mutsuz eden bir aday belirlemek oldu CHP açısından.

Samuel Beckett’in meşhur sözü, “Gene dene gene yenil. Daha iyi yenil” dışında bir motto belirleyemez CHP mevcut siyasi şartlarda, burası kesin. Fakat CHP denemekle beraber, daha iyi yenilmiyor, ısrarla kötü yenilmeyi tercih ediyor.

Yerel seçimlerde Gülen hareketi ile yaptıkları ittifakın başarısızlığı ortada. Başarısızlığın da ötesinde siyasi ahlak açısından düştükleri yer ortada. “Erdoğan seçimden sonra kaçacak” beyanlarından, Kılıçdaroğlu’nun açık bir ulusal güvenlik ihlali olan Suriye tape’sini yayınlanmasından önce dinlediğini gösteren imaları ortada.

Tüm bunlara rağmen CHP hâlâ zor olanı yapmak yerine kolaycı ve kısa yolu seçmek peşinde. Kendi tabanını genişletmek, siyasi bir vizyon önermek yerine, kestirmeden AK Parti tabanından oy almayı ümit ederek seçim kazanmak peşinde.

İki soru var burada:

1- Taze sıkılmış portakal suyu varken, kim neden oralet içsin? Eğer AK Parti seçmeni muhafazakâr kimliğe oy veriyorsa, adres belli. Eğer AK Parti seçmeni icraata oy veriyorsa, yine adres belli.

2- Kendi tabanını bile tatmin edemeyen bir parti, nasıl rakip partinin tabanının teveccühünü kazanacağını düşünüyor? Kendi tabanı tarafından bile başarısız bulunan bir hareket nasıl oy arttıracağını düşünüyor?

Gezi ile müthiş bir momentum yakaladı Türkiye’de muhalefet. Siyasi iştahı doruk noktada olan bir kitle edindi. Bu kitlenin iştahını öldürecek, mutsuz edecek adımlar siyasi intihar değil de nedir?

AK Parti dar bir Millî Görüş tabanından kendi sosyolojisini oluşturarak yakaladı seçim başarısını. Defalarca seçim kaybettiler, yılmadılar. Kendi tabanlarını temsil etmeye devam ederek, yeni seçmen kazanma yoluna gittiler. Siyaset dışı müdahaleler ile büyüdüler. Ve bu noktaya geldiler.

CHP şu an kendi tabanı üzerinde karşılığı olmayan bir aday ile hem kendi tabanına haksızlık ediyor, hem de Türkiye’nin geneline. Seçmen zekâsı ile dalga geçiyor, Türkiye’deki hayli bilinçli seçmen davranışını anlamadığını tekrar tekrar gösteriyor.

Lakin CHP’nin bu başarısız siyaseti sadece kendisini etkilemiyor. Tüm Türkiye için bir sorun var ortada: Büyük bir temsil krizi ile karşı karşıyayız. Bu temsil krizinin nasıl patlayabileceğini geçen sene Gezi Parkı gösterilerinde gördük. Gezi parkındaki öfkeye sebep olan sadece AK Parti’nin siyaseti değildi, aynı zamanda bir muhalefet kriziydi. Parlamentoda etkin bir şekilde temsil edilmediğini düşünen kitlelerin, sokaktan medet umma çığlığı idi.

Bu krizin üzerinden gelmek yine AK Parti’ye düşüyor. Doğrudur AK Parti gidip reyonlarından istediğinizi alabileceğiniz bir süpermarket değil. Kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan, belli söylemler ile oy alan, vadettiği programından ötürü kendi seçmenine sorumlu olan bir parti.

Fakat durum vahim.

AK Parti sadece kendi seçmenini değil, CHP seçmenini de temsil etmek zorunda artık. Toplumsal barış için, denge için bunu yapmak zorunda.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ahmet Taşgetiren: İhsanoğlu sorunu

Olayı “sorun” olarak niteledim, evet.

CHP için nasıl bir “sorun” haline geldiği ortada. Ama bizzat kendisi için de “sorun” niteliği taşıyor olay.

Ve, ne CHP olayın “sorun” niteliğini görmezden gelebilir ne de bizzat İhsanoğlu’nun kendisi.

İhsanoğlu, mesela Ak Parti’nin adayı olsaydı, belki daha az sorun olacaktı, ama orada bile, Mısır vs olaylarındaki farklılaşma sebebiyle sorunlu bir alan bulunduğu ifade edilebilirdi.

Şimdi ise bir anlamda ortada “doku uyuşmazlığı” bulunan bir olgu ile karşı karşıyayız. Ve ortaya, CHP’nin mi doku değiştirdiği, yoksa İhsanoğlu’nun mu, tartışmasını çıkaran bir sorun çıkıyor.

CHP’deki tartışma anlamlıdır. CHP bir kimlik sancısı içindedir. “Ulusalcı çatı” diye nitelenebilecek blok, CHP’nin klasik çizgisi ile keskin bir çelişmeyi görmekte ve sesini yükseltmektedir. CHP’nin İhsanoğlu’nu aday göstermesi, bir yeni doğrultuya yöneliyor olmanın işareti ise bundan sonra bu grubun CHP’de devam etmesi, sadece, ikbal hesabı ile ilgili olabilir. “CHP elden gidiyor” ve siz hala orada duruyorsunuz. Önlerine çıkacak keskin sorgulama budur. Bu yüzden, çatlamanın derinleşmesi ve yeni partileşmeye yönelinmesi de gündem dışı değildir.

Tabii, sürecin patronu olan Kılıçdaroğlu da, eğer yeni bir yöneliş söz konusu ise bunun başlangıcı, sonu nedir, neden bu yola girildi ve nereye varılacak, böyle bir yönelişin partiye getireceği – götüreceği nedir’i hesaplamış ve bunu parti kurulları önüne getirmiş, oradan onay almış olmalıdır. Günü birlik bir siyasetten mi söz ediyoruz, yoksa gerçekten tarihi bir viraj alımı mı söz konusudur, sorusu parti bünyesinde sorulacaktır.

Ben, CHP’nin muhafazakar bir açılıma yönelmesini olumlu bulurum. Hatta bunu, tıpkı “Ak Parti döneminde Türkiye’nin muhafazakarlaşması” olgusunu “Türkiye’nin normalleşmesi”diye nitelendirdiğim gibi “CHP’nin Türkiye gerçeğine uyanması, normalleşmesi” olarak görürüm. CHP’nin İhsanoğlu’nu Çankaya’ya aday göstermesinin “Tayyip Erdoğan’ın zaferi”olarak nitelenmesi de bu yüzden yadırgatıcı değildir. “Eski CHP” miadını doldurmuştur. Bağlıları yok değildir ama, o bile “babadan oğula miras türü bir tür platonik bağlılık”tır.

Tabi CHP açısından sorun “Oldu da bitti maşallah” türünden bir muhafazakar yönelişle çözülecek kadar yalın değildir. İş “Ekmeleddin” ve “İhsanoğlu”nu telaffuzda çekilen güçlükten de ötedir. Yeni çizginin içini doldurmaktır asıl sorun. İhsanoğlu, ne kadar zorlanırsa zorlansın, “steril” hale getirilecek bir sima değildir. Onu “Erdoğan karşıtlığı”na ya da“Eşinin başının açık olması”na indirgemek, onun tarafından bile benimsenmeyecek özelliklerdir. “Muhafazakar açılım” -ki buna gerçekten yönelinip yönelinmediği, İhsanoğlu olayının geçici bir operasyonel eylemden ibaret olup olmadığı henüz net değil- varsa, onun hem ideolojik açıdan hem de, siyasete taşınacak isimler açısından çok çok beslenmesi gerekir.

Bu konu üzerinde daha pek çok şeyin yazılacağını belirterek, biraz da “sorun”un İhsanoğlu’nu ilgilendiren tarafına bakabiliriz.

İhsanoğlu, adaylığının CHP’de ortaya çıkardığı sancıyı görmezden gelemez. Demek ki genel başkan tarafından kürsülerde onore edilmesine rağmen adaylığı, CHP içinde bile ittifakı sağlamıyor. Gösterilen tepkiler de öyle eften püften tepkiler değil. CHP’yi çatlatacak bir sorun olarak görülüyor. Bunu bekliyor muydu bilmem, ama adaylığının CHP için bir ameliyat anlamına geldiği ayan beyan ortada. Bu durumda arkasındaki destek, CHP-MHP noktasında bile tartışmalı hale gelmiş oluyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!

Yusuf Ziya Cömert: Alın size ‘kanuni işlem’

Türkiye’de 68 kuşağı hikayedir. Bir grup tatlı su enteli sever bu yakıştırmayı. ‘Biz 68 kuşağıyız’ der, geyiğe dalarlar. Kulak asmayın. Yoktur öyle bir şey.

Türkiye’de, ‘feleğin çemberinden geçen’ 78 kuşağıdır.

Kafiyeli olsun diye 78 dedim. 70’ler işte. Sonlara doğru iyice yoğunlaşan 70’li yıllar.

Türkiye’nin 60’tan sonraki en büyük darbesi o kuşağa yapılmıştır.

Çokları için tarih. Hatta tarih bile değil, rivayet.

Oysa biz, ‘sivil’ olmayı, ‘vesayet’i sevmemeyi, o darbenin, baktığımız her yeri ‘haki’ renkte gösteren gayri insani ortamında terbiye haline getirdik.

Marquez’in ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’nı da o havada sevdik. Kenan Evren’i ‘başkan’a monte ederek eğleniyorduk.

12 Eylül sabahı. Ankara’dayız. Darbe olmuş. Televizyonlarda Kenan Evren konuşup duruyor.

Günlerden Cuma. Namaza gidecek miyiz gitmeyecek miyiz?

Malum, Hanefi mezhebinde Cuma, biraz da devlet namazı.

Devlet, sokağa çıkmayı yasaklamış.

Tamam, devletin yasağını ihlal etmek hoşumuza gidiyor. Bu yüzden sokağa çıkıyorum.

Peki cumaya gidecek miyim?

O zamanki aklımla ölçtüm, biçtim.

Cumaya gitmemekte de bir ‘isyan’ gördüm ve gitmedim.

Cuntanın yasağını delerek cumaya gitmek, ‘cuntaya haddinden fazla itaat’ gibi görünmüştü bana.

Sonra yaşadık, tam bir terördü 12 Eylül.

‘Anarşi’ye son vermek için yapılmıştı.

Neydi anarşi?

Milletin çocukları, sağcılar ve solcular, birbirini öldürüyordu.

Bir mahalle solcuların, bir mahalle sağcılarındı.

Gece veya gündüz, bir yerde yolunuz kesiliyordu ve size ‘sağcı mısın, solcu musun’ diye soruluyordu.

Cevap denk düşmezse orada küçük veya büyük bir ‘dayak faslı’ndan geçiyordunuz. Dayak yemeden atlatırsanız, ya çok akıllı ya çok talihliydiniz!

Kim yapıyordu bunu?

Bize göre devlet.

Yolu kendisi kesmiyordu ama ortamı o hazırlıyordu.

Kenan Evren, yaptığı darbeyi marifetmiş gibi anlatırken, ‘şartların oluşmasını bekledik’ diye bir cümle söyledi.

Bu cümleyi, ‘şartları oluşturmak için çalıştık’ diye düzeltmemiz lazım.

Çok yerde, aynı silahla vuruluyordu sağcılar ve solcular.

Fatih’te bir ‘İslamcı’yı öldüren silah.

Diyelim, rahmetli Sedat Yenigün’ü veya Metin Yüksel’i şehid eden silah…

Kocamustafapaşa’da bir sağcıyı, Sağmalcılar’da bir solcuyu öldürüyordu.

Ve bu kargaşa, milletin canına tak etmişti. Yaptılar darbeyi.

Kafasında bir fikir olan herkesi nezarete attılar.

İçeri düşene, ‘buraya niye düştün’ diye bir hafta, bazen iki hafta sonra soruyorlardı.

Gözaltında, asker veya polis, yanınızdan geçerken, ya bir tokat, ya bir tekme vuruyordu size.

Ya Allah rızası için, ya devlet rızası için, işkence yapıyorlardı.

Kafasında bir fikir taşıyan herkese.

Generaller, rejimin ruhbanlarıydı.

Engizisyon düzeninin keşişleri, kardinalleri.

Astılar, milletin çocuklarını. ‘Tarafsız’ görünmek için bir ağdan bir soldan astılar.

Ve tam diktatör lafıydı, ‘asmayalım da besleyelim mi?’

Türkiye’deki sonradan çıkan ‘jitem cellatlığı’nın altında da, bu ‘ruhbanlık’ ahlakının verdiği özgüven yatar.

Ne yaparsan yap, mes’ul değilsin.

(17 Aralık’ta bu ruhbanlık kültünün başka bir çeşidini tanıdık: Hedefe ulaşmak için dinlemek, kumpas kurmak, hak yemek, her şey mubah. Mubah ne? Her şey sevap!)

Bir şey daha…

PKK da, 12 Eylül’ün işkencehanelerinde doğmuştur.

Ve kitap.

Tehlikeli bir şeydi. Bilmek, sakıncalıydı. Okumak sakıncalıydı. 12 Eylül’de bilmem ki kaç bin kişi kütüphanesini imha etmiştir.

Eflatun’un ‘devlet’ kitabını görüp ‘Kızıl devlet, yeşil devlet, nerden çıktı lan bu eflatun devlet’ diyen jandarma esprisi o günlerden kalmadır.

Amerika’ya gidip geldi Kenan Evren, darbeden önce.

Sonra, hikaye ederken, ‘karılarımızın bile haberi yoktu’ dedi.

Biz inandık, karısının haberi olmadığına. Ama Amerika’nın haberi olduğuna.

Belediye hoparlörlerinden, boyuna sıkıyönetim bildirileri. Gevrek bir ses, biteviye okuyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Taha Özhan: Türkiye ve Irak sancısı

Türkiye’nin iç dinamikleri, AK Parti’yi, bugünlerin en tartışmalı mevzusu olan Irak krizinin ortasında doğurdu. Bundan 11 yıl önce Amerika’nın milenyum sonrasındaki ikinci işgal hazırlıkları devam ederken, AK Parti iktidara geldi. Türk müesses nizamı ve Amerikalı refikleri, 28 Şubat ürkekliği ile iktidara gelen AK Parti’yi Irak parantezi içerisine alarak çok rahat şekil verebileceklerini düşünüyorlardı. El Kaide gibi kimsenin yanına yaklaşmak istemeyeceği bir çıpayı sonuna kadar meşruiyet zemini oluşturmak için kullanıyorlardı. Herkesin sorgulamadan peşlerine takılması için her türlü baskıyı yapıyorlardı.

Komşusu, hem de Ortadoğu’nun mikrokozmozu olan Irak işgal edilecekken, eski Türkiye’nin aktörleri çiçeği burnundaki AK Parti iktidarını devirme maceralarına başlamışlardı bile. Irak cenazesi aylarca Türkiye’nin önünde durdu. Ne asker ne de diğer vesayet odakları cenazenin nasıl kaldırılacağı konusunda bir tek cümle bile kuramıyorlardı. 1990’ların felaketinin siyasi ve ekonomik iflasa sürüklediği Türkiye’nin bütün yükünü bir anda omuzlarında bulan AK Parti, dışarda Neocon içeride ise Kemalist makasın arasında gelgitler yaşayan bir oyun planı ile Türkiye’yi işgale ortak etmeden sorunu atlatmaya çalıştı.

Aynı aylarda Irak’a Komşu Ülkeler Konferansını başlatan Türkiye, uzun yıllar sonra ilk kez, kurucu bir dış politika ortaya koymaya başladı. Eski Türkiye bir anda kendisini yıllarca mücadele ettiği ne kadar aktör varsa aynı masada buldu. Irak konferansları Kemalist ruh hali ve dili için adeta şok tedavisi vazifesi ifa etti. Devlet ve devlet dışı Ortadoğulu aktörlerle, asırlık Kemalist maliyetin ve mahcubiyetle acemi, ürkek ve yabancılaşmış bir şekilde muhatap olunmaya başlandı. Bürokrasi ve devlet yavaş da olsa bir öğrenme sürecine girdi. Bu süreç, 2010’a geldiğimizde, Irak’ta bütün farklılıkları temsil eden ve seçimleri de kazanan Irakiyye hareketini ortaya çıkaracak derinliğe kavuştu.

7 Mart 2010 seçim sonuçlarına rıza göstermeyen aktörler, ABD ve İran’ın zımnen yaptığı mutabakatla, karşı bir koalisyon kurarak dokuz ay sonra Hukuk Devleti İttifakı lideri Maliki’yi koalisyonla yeniden iktidara taşıdılar. Bu şekilde meşru siyasetin dibine kibrit suyu dökenler, 2013’te Mısır’da yaşanan darbeden daha farklı bir şey yapmadılar. Fiili olarak Irak’ı 2005 seçimleri öncesine yeniden döndürmüş oldular. Obama döneminin ilk Irak sınavı Neoconlardan daha farklı bir yaklaşım ortaya koyamamış oldu. Tam da bu sebepten dolayı, bugün, İran’ın Irak işgalinin başından beri dolaylı bir şekilde aynı paralelde olduğu Amerika’ya ‘beraber savaşalım’ teklifi götürmesinde şaşılacak bir durum bulunmuyor. Nihayetindeberaberce inşa ettikleri Irak statükosunu korumak isteyeceklerdir.

Irak’ta yaşananları ve Türkiye’nin durumunu anlamak için tarihi perspektife muhakkak ihtiyaç var. Irak’ın Ortadoğu’nun bir mikrokozmozu olması gerçekten bizlere çok fazla şey anlatıyor. Ortadoğu’da olup da Irak’ta olmayan siyasi, sosyolojik ve ekonomik hiçbir unsur bulunmuyor. Bu tespit bizlerin çok zorlu bir sınavla karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor. Daha önemlisi Irak imtihanı tıpkı Suriye gibi uzak durabileceğimiz bir sorun değil. Çünkü Irak mikrokozmozuna Türkiye’den de kesintiye uğramadan uzanan siyasi, demografik, ekonomik ve sosyolojik unsurlar bulunuyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Orhan Miroğlu: Kozmik aday

Radikal gazetesi, Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını bu manşetle karşıladı:

Kozmik Aday.

‘Kozmik odaların’ siyasi hafızamızdaki yeri belli, ama Radikal bu hafızaya atıfta bulunmak için değil, bu adaylığı sadece dört kişinin biliyor olması anlamında kullanmış.

Yine de pek sevdim bu manşeti, ama benim ‘kozmik aday’a yüklediğim anlam çok farklı.

İhsanoğlu, bence bizdeki kozmik oda kalıntılarıyla, dışarıdaki kozmik odaların birlikte, hem Türk ulusalcılarına hem Türk milliyetçilerine dayattığı bir adaydır. (Parantez: Bu adaylığı sorgulamayanlara milliyetçi ve ulusalcı diyebilecek miyiz, o da ayrı bir mesele)

Türkiye’nin cumhurbaşkanı adaylarından Ekmelettin İhsanoğlu’nu, bir Truva atının içine gizleyerek kaleyi içerden fethedeceklerini düşünenler, bu ülkeyi tanımadıklarını bir kez daha göstermiş oldular.

Memleketin dağ taş, siyaset diye inlediği bir süreçte ve iyi ki de öyle olduğu bir süreçte, siyasetten hazzetmediğini daha önce söylemiş ve hala da siyasetten uzak bir kişi olan Ekmelettin Hoca’nın, bu ülkenin siyasi tarihine ‘kozmik aday’ olarak geçeceğinden benim şahsen hiç şüphem yok.

Bir cumhurbaşkanı adayının kozmik aday olarak tanımlanması sanırım dünya tarihinde de bir ilktir ve bu ilki ilk teşhis etmek, belki bir ironi olabilir, ama Doğan medyasına düşmüştür.

Mustafa Karaalioğlu, Hoca’nın adaylığını yorumlarken, buna en çok Sayın Başbakan’ın sevinmiş olabileceğini ifade ettiği zaman, benim de düşüncelerime tercüman oldu.

Başbakan elbette sevinmiştir, İhsanoğlu’nu zayıf bir rakip olarak görmesi nedeniyle değil, ama 12 yıldır dişiyle, tırnağıyla ve halkı arkasına almayı başararak yarattığı Yeni Türkiye’yi, eski zeminine taşımak isteyen bloğun, döne döne kendi 90 yıllık siyasi paradigmasını inkar pahasına, İslami değerlere bağlı seçmenin ilk bakışta itiraz etmeyeceği gibi görünen bir şahsiyeti aday göstermiş olmasıdır.

Neresinden bakarsanız bakın, Ekmeleddin İhsanoğlu bir kozmik aday. Kozmik bir odadan çıktı adaylığı..

Türkiye gibi ülkelerde, rüşvetin belgesi de zor bulunur, kozmik adamların, kafa kafaya vererek, kozmik odalarda bir ülkenin kaderini ters yüz etmek için yaptıkları istişarelerin belgeleri de.

Ama eğer Angola’da filan yaşamıyorsanız, CHP ve MHP seçmeninin bırakalım oy vermeyi, kim olduğunu bile ancak gazetelerin attığı manşetlerden veya internete girip araştırarak öğrendiği  bir aday, olsa olsa kozmik odalardan çıkar.

***

Tuhaf zamanlardan geçiyoruz.

Bize epey çektiren bir ‘akıl’ olarak, devlet aklı normalleşirken, aklı hala kozmik odalarda kalanlar, bu odalardaki karanlıkları pek sevenler, bizlere sürpriz üstüne sürpriz yaşatıyorlar..

Bu ülkenin şaka gibi sürprizlere uygun bir zemini ve bu zeminden neşet eden kötü bir kaderi var. Sayın Kılıçdaroğlu gibi 60 yaşına kadar devlet memurluğu yaparsınız, sonra birden kendinizi CHP gibi bir partinin başında bulursunuz.

Gerçek bir devlet ve siyaset adamını-Deniz Baykal’ı kastediyorum- birileri kasetti şuydu buydu diye iki gün içinde alaşağı eder ve koskoca CHP’yi anahtar teslimi size devrederler. Hiçbir ahlaki sorgulama gereği duymadan, size anahtar teslimi devredilen partiye genel başkan olursunuz. Kozmik odalarda alınan kararlara en ufak bir itirazınız olmaz.

71 yaşına kadar, siyasetle ilgilenmezsiniz. Akademik kariyerinizi saygın safhalara taşırsınız. Ülkenizin gurur duyduğu birkaç kişi arasına girmeyi ve ülkenizi Batı’da, Doğu’da bir entelektüel ve bir bilim insanı olarak temsil etmeyi başarırsınız.

Sonra, Türkiye’yi içerden fethedilmesi gereken bir kale gibi gören birileri, sizin isminiz üstüne anlaşırlar. Siz bunu teveccüh olarak anlarsınız, ama bu bir teveccüh filan değil. Hiçbir zaman bir aidiyet duygusu içinde olmadığınız ve kaybedilmiş bir iktidarın yeniden kazanılması için siyaset pazarına sürülmektir.

Türkiye başkanlık sistemini tartışıyorken, halk bu cumhuriyetin tarihinde ilk kez kendi oyu ve iradesiyle cumhurbaşkanını seçecekken, yani bir devir kapanıyorken, hadi bunu da yazayım, Irak-Kürdistan bölgesinin Türkiye’ye yeni bir eyalet olarak katılması bile söz konusu iken, siz hala, parlamenter sistem deyip duran ve cumhurbaşkanlığı köşkünü halktan uzak durması gereken nazlı bir gelin konağı gibi görenlerin, sizi aday göstermesini, sorgulamadan kabul edersiniz.

Edersiniz ama, yazık ki, bir ömür harcayarak elde ettiğiniz bilim adamı ve saygın entelektüel kimliğinizi de o kozmik odaların karanlığına gömmüş olursunuz.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Murat Kelkitlioğlu: ‘Paralel yapı’nın yeni imamı bir gazeteci!

Çok uzun yıllar Başbakan Erdoğan’ın en yakınında bulunan, yeri geldiğinde ailesini bile emanet ettiği korumalarıyla ilgili başlatılan soruşturmada neredeyse sona gelindi. Önceki gün gerçekleşen gözaltılar sonrası bu korumaların ifadeleri alınmaya başladı. Emniyet’te değil belki ama savcılık ifadelerinde gözaltına alınanların çok ciddi itiraflarda bulunmalarını bekliyorum.

Bunun yanı sıra, başına gelecekleri bildiği için yurt dışına kaçan korumalardan Serhat Demir’in de yakalanması an meselesi.

Yurtdışına kaçanlar derken, sizlerle yeni bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum!

17 Aralık operasyonunun ardından kamuoyunun gündemine ‘paralel yapıya çalışan imamlar’ kavramı da geldi.

ÜLKEDEN KAÇTILAR

Devletin hemen hemen her kurumunun içine giren bu örgütün yaptıkları deşifre olmaya başladıkça, bu yapının üst düzey imamları teker teker ülkeyi terk etmeye başladı. Bazılarının ise görev yerleri değişti. Özellikle kamudaki imamlar değiştirilirken, yerlerine çok farklı alanlarda görev yapan üyeler getirilmeye başladı.

Kamuoyu bu süreçte paralel örgütün emniyet ve yargıdaki imamlarının kim olduğunu öğrendi. Amaçladıkları hedefi gerçekleştirmek için başlattıkları derin operasyonu ilk günden itibaren hem çalıştıkları yerlerde, hem de sosyal medyada diri tutmaya çalışan bazı paralel gazetecilere önemli görevler verildi.

Şimdi sıkı durun!

Pensilvanya’nın yönlendirdiği, liderliğini yaptığı bu paralel örgütün Deniz Kuvvetleri’ndeki yapılanmasının başında bir gazeteci var. Bu gazeteci halen aktif olarak medyada çalışıyor. Bu kişi ilk önce emniyet imamı ‘Kozanlı Ömer’ olarak bilinen Osman Hilmi Özdil’in yardımcılığına getirildi.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Vedat Bilgin: Lozan ve Musul sorunu neden bitmez?

Türkiye’nin tarihsel olarak kaybettiği, çözemediği bir meselenin dönüp dolaşıp karşımıza çıkarttığı çeşitli problemler vardır. Musul bunlardan biridir. Musul konusunun Lozan’da çözülememiş olması, hatta kaybedilmesi, meseleyi bitirmiyor. Dün, “Musul’u verelim, nihai bir sulh yapmanın imkânlarını kaybetmeyelim” diye atılan imzalar, bugün gelip karşımıza savaş, çatışma ve istikrarsızlık unsuru olarak dikilmektedir.

Büyük bir imparatorluk kaybetmiş olmanın bedeli ağırdır. Onun, dün ödettikleri kadar bugün ve yarın da önümüze koyacağı faturalar olduğunu unutmamak gerekir. Bazı gazete tarihçilerinin “Musul zaten bizim değildi, orada Türk yoktu” gibi gerçek dışı, mağlubiyet ideolojisine mahkum, zihinsel yapıların, bu toprakları anlamaktan uzak, önyargılı tutumlarını veya “resmi tarihin” “Şeyh Said ayaklanması olmasaydı Musul’u alıyorduk” türünden iddialarını şimdilik bir tarafa koymak gerekir.

Tarihten kaçmak mümkün mü?

Şunu unutmamak lazımdır ki, tarihsel gerçekler ülkelerin peşini bırakmaz. Onların sorduğu sorulara gerektiği gibi cevap verilmediği zaman, onlarla tarihin ve milletin hakkını vererek hesaplaşılamadığı zaman, yeni problemler halinde gelip karşımıza dikilirler. Türkiye’nin yaşadığı terör sorununun da, Ortadoğu’daki mezhepsel çatışmaların da, istikrarsızlığın da kaynağında Lozan’a uzanan sebepler vardır. Eğer Musul meselesi çözülseydi, Türkiye her yıl enerji ithal etmek için milyarlarca dolar para harcamayacaktı, kalkınma çabalarını sekteye uğratan kaynağı dövize dayanan ekonomik krizler olmayacağı gibi cari açık gibi başka problemlerle de kolay kolay karşılaşılmayacaktı.

Batı sömürgeciliğinin, tarihte hiç var olmayan Irak-Suriye gibi yapay ülkeler üreterek, enerji kaynakları üzerinde kurdukları kontrol ve bu sömürünün devam etmesi için öngörülen zayıf bir ülke konumu, Lozan’da bu arzulara cevap verdiği ölçüde kabul edilmişti.  Ne var ki dünya artık Lozan şartlarının dünyası değildir.

Bugün Irak’ta yaşanan kaos, Suriye’de meydana gelen vahşet tablosu, İran’ın bu şartlar üzerinden yeniden “bölgesel güç olma arayışına” girmesi bugün yaşanılan istikrarsızlığın göstergeleri arasında sayılabilir.

Yeni bir gelecek kurmak

Bu aşamada şu hususların tartışılması gerekmez mi: Yaşanılan küreselleşme süreci insanların, malların, bilginin, paranın v.b.hareketliliğine ve değişimine hız kazandırırken, dünya enerji kaynaklarının en az üçte birine sahip olan bu bölgede yaşanılacak bir “bölgesel savaş, etnik çatışma, mezhep savaşı” dünyadaki gidişatın, hâkim eğilimin tersine bir durum yaratmaz mı? Veya bu çelişki nasıl aşılır?

ABD ve Batı yönetim merkezlerinin, küresel süreçte bağlantılı oldukları en azından ilişkilerini sürdürmek istedikleri bölgelerin sorunlarına, küresel dinamiklerin işleyiş biçimine uygun çözüm üretmezlerse, sadece bölgedeki çıkarlarını kaybetmezler, ”dünya sistemi içindeki hegemonik konumlarını” da daha hızlı bir şekilde kaybedebilirler.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Hatem Ete: CHP-MHP seçmeni ve İhsanoğlu

Muhalefet, çatı aday arayışını sonlandırarak Ekmeleddin İhsanoğlu isminde uzlaştı. Şimdiki soru, İhsanoğlu’nun çatı adayı projesine yüklenen misyonu taşıyıp taşıyamayacağı.

Çatı adayına yüklenen misyon, AK Parti adayının ilk turda seçilmesini engellemek, mümkünse de, ikinci turda seçilmeyi başarmaktı.

Bu hedefi gerçekleştirebilmek için İhsanoğlu’nun, hem muhalefet tabanını sandığa gitmek ve kendi lehine oy vermek için mobilize etmeyi, hem de AK Parti tabanından belli oranda destek almayı başarması gerekir.

Bu yazıda, İhsanoğlu’nun muhalefet tabanına bakan yönünü değerlendirelim.

İhsanoğlu’nun muhalefet tabanını mobilize etme performansını iki eksen üzerinden değerlendirmek mümkün.

İlk eksen, ölçülebilir başarı kriteridir.

Öncelikle, kim olduğundan bağımsız olarak çatı adayı olarak ilan edilen her ismin, muhalefet seçmeninin büyük çoğunluğunun desteğini alma potansiyeline sahip olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Dolayısıyla, İhsanoğlu’nun uygunluğunu muhtemel alternatif adayları da göz önünde bulundurarak değerlendirmekte yarar var.

Çatı adayı olarak dolaşıma giren isimlerin çoğu merkezde veya merkez sağda konumlandırılabilecek kişilerdi. İhsanoğlu ise, MHP tabanının da CHP tabanının da doğal bir özdeşlik kuramayacağı, yabancı bir mahallenin mensubu. İhsanoğlu’nu tarif ederken, içinde İslam kelimesinin geçmediği bir cümle kurmak neredeyse imkânsız.

Bu nedenle, seçmeni mobilize etme konusunda merkez sağ kökenli bir adaydan daha az şansa sahip olduğu söylenebilir. İsmi açıklanır açıklanmaz, CHP’nin tabanında ve yönetim birimlerinde başlayan itirazlar da bunu gösteriyor.

İhsanoğlu’nun muhalefet tabanını mobilize etme performansını değerlendirebileceğimiz ikinci eksen normatif düzlem olabilir. Normatif düzlem, bir siyasi partinin siyasi hamle geliştirme rasyonalitesiyle ilişkilendirilebileceği gibi, seçmenin partisinin politikalarından tatmin olma düzeyiyle de ilişkilendirilebilir.

Bir siyasi partinin varlık nedeni, tabanının siyasi taleplerini temsil etmek, kaygılarını gidermektir. Hal bu iken, son yıllarda, muhalefet, tabanına tamamen ters gelecek aday tercihleriyle, sayısal başarı kazanmayı veya AK Parti’nin kaybetmesini önceleyen bir siyaset tarzını tercih ederek seçmeninin talep ve kaygılarını gözeten bir siyaset üretmekten uzaklaşıyor. Örneğin, CHP 30 Mart seçimlerinde Hatay ve Ankara adaylarını belirlerken tabanın eğilimlerinden öte skor elde etme güdüsüyle hareket etti.

Çatı adayı da aynı stratejinin ürünü. İhsanoğlu, muhalefetin siyasi yelpazedeki konumuna denk düşen bir aday olduğu için değil, AK Parti’nin siyasi yelpazedeki konumuna denk düştüğü için muhalefetin çatı adayı olarak ilan edildi. İhsanoğlu, çatı aday olarak değil, tampon aday olarak belirlendi.

Aynı rasyonaliteyle hareket edildiğinde, BDP’nin batıdan oy alabilmek için Türk milliyetçisi aday arayışına, MHP’nin doğudan oy almak için Kürt milliyetçisi aday arayışına girmemesi için bir neden yok. Bu durum MHP ve BDP için ne kadar absürt bir siyasi hamle olacaksa, CHP’nin son yıllarda siyasi skora endekslediği siyaset tarzı da aynı ölçüde absürt bir sonuç üretiyor.

Bu strateji, siyasetin ana eksenini oluşturan normatif arayışları anlamsızlaştırarak, siyaseti kaybetme-kazanma oyununa dönüştürüyor.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Mahmut Övür: Hani 12 Eylül yargılanmazdı

Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12 Eylül darbecilerini mahkûm eden kararını duyduğumda aklıma yine Nâzım’ın o şiiri geldi:

“Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm…”

Benzer bir tepkiyi, Ergenekon dava süreci devam ederken de vermiştim. Ama bu kez, o söz çok daha yerine oturuyor. Çünkü ilk kez, bir darbe ve darbeciler yargılanıp mahkûm ediliyor.

34 yıl sonra bunun başarılması demokrasimiz ve yargımız adına tarihi bir an, bir milat. Dile kolay, 1960’tan beri bu ülkede her on yılda bir darbe yapıldı ve hiçbir darbenin hesabı sorulamadı.

Arjantin’de, Portekiz’de, İspanya ve Yunanistan’da darbeciler yargılanıp hesap verirken, “o günleri biz de görür müyüz?” diye çok iç geçirirdik.

Bu kapıyı 12 Eylül 2010 referandumu açtı. O referandum sürecinde bunun bir hayal olmadığını söylediğimizde, “hayır” cephesinde yer alan ve “solcu” olduğunu söyleyenlerin müstehzi tebessümleriyle karşılaştık.12 Eylül faşist diktatörlüğüne karşı olduklarını söyleyenler, ne yazık ki darbecilerin yargılanmasının önünü açacak referanduma “hayır” diyerek derin bir paradoks içindeydi.

O paradoksu yaşayanlardan biri de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’ydu ve şöyle diyordu: “Hani 12 Eylül’ü yargılayacaklardı. Yargılayamazlar. Çünkü onlar 12 Eylül’ün ürünü.”

Acaba hâlâ değişmemeyi marifet sayıp aynı yerde mi duruyor? Aslında aynı yerde durup, hâlâ darbelerden, siyasetin dizayn edilmesinden medet umanlar var.

En son yaşadığımız 17-25 Aralık darbesi de, bir siyaset mühendisliği ürünü olarak ortaya atılan “çatı” adaylığı girişimi de bu beklentinin ürünü.

Ama artık sona yaklaşıyoruz. TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesini değiştiren, Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat Postmodern darbelerinin yargılama süreçlerini başlatan Türkiye, yargılanması hayal bile edilemeyen eski darbecilerini yargılayıp mahkûm ederek demokrasi çıtasını biraz daha yükseltiyor.

12 Eylül’ün simgesel iki isminin bu saatten sonra cezaevine gidip girmemesi önemli değil, önemli olan onların yargılanıp mahkûm edilmesi ve rütbelerinin sökülmesiydi.

Türkiye bunu başardı. Artık kimse darbe ve darbe girişimlerine cesaret edemez. Ederse de er veya geç yargılanacağını bilir. Bu gerçeğe rağmen, siyaseti yönetmek isteyen bazı odaklar hâlâ yargı veya polis üzerinden veya başka güçlerle kirli hesap yapmaya devam ediyor. Etsinler, o hesabı da her defasında bozan ve bozacak olan bir halk ve onun siyasetçileri, aydınları var.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Haşmet Babaoğlu: İhsanoğlu, müsamere partisi ve Aleviler

Detaylar önemlidir.

Detay dediğimiz şey makro siyaset söz konusu olduğunda bile insanın ta kendisidir.

Ağaçlar tek tek ölüyorsa, orman manzarasının bir süre daha varlığını sürdürmesi aldatıcıdır.

Dünkü yazımda CHP’nin İstanbul’da “aydınlar” dediği bir kesimle yaptığı toplantıdan söz etmiştim.

Hani Kılıçdaroğlu’nun “çatı adayımız kim olsun” diye görüş alıyormuş izlenimi vermeye çalıştığı toplantı.

Şimdi düşünüyorum da…

Ekmeleddin İhsanoğlu adı açıklandıktan sonra…

O toplantıda “Cumhurbaşkanı herkesi canlar olarak görmeli; soldan gelmeli, kültürü Anadolu kültürü olmalı” diye konuşan Alevi kesim temsilcisinin zihninden ve kalbinden neler geçmiştir acaba?

Benim bildiğim, devletin müsamere partisinin kendi seçmen kitlesinden bazı kesimleri kaçıncı aldatışı bu!

Detay deyip geçelim mi? Asla!

***

Zaten en başında Dersimli Kılıçdaroğlu’nun Dersim lafından uzak durması boşuna değildi.

Parti merkez karar organlarında Aleviler konusu ne zaman açılsa, hemen kapattırması…

Kürt olduğu dile getirildiğinde, birilerinin harekete geçip soyunun Horasan Türklerinden geldiğini yazıp çizmeye başlaması…

Ve daha birçok detay aslında hayati önemdeydi.

Şimdi CHP-MHP ittifakı ve İhsanoğlu’nun adaylığı çerçevesinde durup sormak zorundayız…

Alevilerin yeri neresi?

Alevileri Türkiye’nin partiler siyasetinin dışına çıkartıp bir tür “çatışmacı” sol platformlara doğru sürüklemek isteyenler mi var? Evet!

Türkiye’yi Ortadoğu’daki yangınla tehdit edenler bu noktayı mı kurcalıyorlar? Evet!

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Halime Kökçe: CHP’yi bölen ‘büyük uzlaşı’

Uzun arayışların, kılı kırk yaran hesapların, hipotenüslerle, oklit bağıntılarıyla varılan yüzde 60’ların, ‘büyük uzlaşı’ toplantılarının ardından CHP ve MHP’nin çatı adayı açıklandı. Fakat isim en başta CHP milletvekillerini şoke etti.

Teşkilat ise tam anlamıyla afallamış durumda.

‘Büyük uzlaşı’ toplantısındaki sanatçılar ise kandırıldıklarını düşünüyorlar.

Yerel seçimlerde ittifak arayışına eleştiri getirenlere veryansın eden, Mustafa Sarıgül’ün seçim otobüsünde ‘bağımsız’ gazetecilik yapan Koray Çalışkan bile isyanda.

İstişarenin dibini buldular ama hiçbir istişare toplantısında adı geçmeyen bir isimde karar kıldılar.

Kemal Kılıçdaroğlu partili bir Cumhurbaşkanı olmayacak derken, partililerin fikri de alınmayacak demek istemiş olmalı!

‘Büyük uzlaşı’ da büyük bir yalanmış zaar; zira en başta CHP’nin kendi içinde uzlaşamadığı bir ismi aday gösterdi Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ikilisi. Galiba ‘büyük uzlaşı’dan kasıt iki liderin uzlaşmasıydı.

***

Her ne kadar Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı’ndan beklenenler listesindeki her özelliği haiz olmasa da, mesela yabancı devlet adamlarının yanında espri yapabilen mizaçta olduğu izlenimi vermese de kesinlikle zarif, iyi eğitimli, yabancı dil bilen, muhafazakar değerleri ön planda bir kişi Ekmeleddin İhsanoğlu.

AK Parti’nin de İhsanoğlu isminden rahatsızlık duyduğunu sanmıyorum.

Centilmen bir rakip.

Açık konuşalım; üstelik AK Parti’nin zorlanmadan birinci turda adayını seçtirebileceği bir rakip…

***

Gelelim esasa…

Çatı aday olarak karar kılınan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ismi bahsi diğer, ondan önce çatı aday fikri ile ilgili söylenecekler var.

Bir kere CHP ve MHP bu fikirde birleşirken siyaseti dışladılar. Anti siyasi bir vasatta Cumhurbaşkanlığı seçimini mütalaa ettiler.

CHP’nin ana muhalefet olma durumunu iyi değerlendirebilir ve siyaseti ön plana çıkartarak şansını artırabilirdi.

30 Mart’ta ‘paralel yapının’ aklına uyup tape siyaseti yapmasaydı, AK Parti’ye karşı pozitif bir siyaset geliştirebilseydi yani seçmen karşısına tapelerle değil de siyasi bir ajanda ile çıksaydı 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimine çatı adayla değil kendi adayıyla girebilirdi. Yanlışlar zincirleme trafik kazasına yol açtı. Aynı hatayı şimdi de yapıyor. Partisinin istişare mekanizmalarını işleterek kendi adayını çıkarsaydı teşkilatı motive edebilecek, seçmene ümit verebilecek ve böylece adayı cumhurbaşkanı seçilemese de; Parti, 2015’deki milletvekilliği seçimlerine yüksek moral ve motivasyonla girebilecekti.

Muhalefeti Erdoğan nefreti üzerine inşa etmek, ne pahasına olursa olsun Erdoğan’dan kurtulmalıyız kafasıyla hareket etmek CHP’yi zehirledi. Bu zehir, siyaset üretmesine mani oluyor. Bu yüzden rasyonel davranamıyor, kendi tabanını da radikalleştiriyor. Attığı her adım siyasi parti hüviyetine zarar veriyor. Cumhurbaşkanı adayı CHP’nin değil Türkiye’nin adayı olacak argümanı ise kendini kandırmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.

Türkiye’nin adayı diye bulup çıkardığınız isim daha CHP’nin adayı olamamışsa, partililerin kazan kaldırılmasına sebep olmuşsa bu işte bir tuhaflık yok mu?

CHP bundan böyle kendi vizyonunun, altı okunun arkasında nasıl duracak?

Gelelim MHP’ye…

Bu çatı aday tiyatrosundan kazançlı çıkan taraf kuşkusuz MHP. Kendi tabanında rahatsızlık yaratmayan, kolayca arkasında durabileceği bir isimle Cumhurbaşkanlığı seçimine girmiş olacak. Zaten bu gidişle CHP ana muhalefet partisi makamını MHP’ye bırakacak…

Yazının devamını okumak için tıklayınız!

Nasuhi Güngör: Kraliçe’nin ruhu

Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça birbirinden tamamen bağımsız gibi görünen gelişmeler ve sürprizlerle karşılaşıyor. Gerçekten öyle mi acaba? Mesela İŞID denilen ve hala ne olduğunu el yordamıyla tartıştığımız yapının birbiri ardına Ankara’yı hedef alan (ya da mesaj veren) eylemlerde bulunmasıyla; iki muhalefet partisinin birdenbire sürpriz bir aday göstermesi arasında bir bağlantı yok mu? Hatta tüm bu gelişmelerin neredeyse tamamen dışında gibi görünen bir basketbol şampiyonluk maçının, adeta ciddi bir kamplaşmaya dönüşmesi, söz konusu iki kulübün siyaseten durdukları yerle ilgili olabilir mi?

Tüm bu tartışmaların odak noktası, bir sorunun hala tam olarak cevabını bulamamış olması. Acaba Başbakan Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olacak mı? Bunun yüzde yüz, hatta binde bin kesin olduğunu aylar yıllardır söyleyenlerin aksine, son ana kadar farklı gelişmeler olabileceğini öne sürmüştüm. Hala da bu tezimde ısrarlıyım. Erdoğan aday olmaz demiyorum; kesin bir dille uzun zamandır onun aday olacağını söyleyenlerin tezlerine katılmadığımı söylüyorum aslında.

***

Bir taraftan bunları tartışırken, bir anda CHP ve MHP’nin sürpriz bir isim, Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu üzerinde anlaştıkları kamuoyuna açıklandı. Şimdi bunu tartışıyoruz, ama ne tartışma! Kuşkusuz CHP’nin geleneksel yapısı böyle bir adaya belli bir düzeyde tepki gösterecekti, öyle de oluyor. Ama tuhaf bir ikna projesi varmışçasına ne CHP’de, ne de MHP’de kıyamet filan kopmuyor.

‘İkna projesi’ üzerinde duralım. İslam İşbirliği Teşkilatı’nda özellikle son döneminde gösterdiği duruşla ciddi eleştirilerin hedefi olan İhsanoğlu, şimdi kendisini aday gösterenler eliyle bambaşka bir alana taşınıyor. Şöyle bir denklem kurmamız isteniyor. Bizi Ortadoğu bataklığına sürükleyenlerden kurtulmak istiyorsanız, işte size ‘aşırılık’tan uzak, deyim yerindeyse ‘damıtılmış’ özelliklere sahip ve de beyaz giydiği takdirde üzerine toz yapışmayacak bir aday!

Buradan bakınca size aynı zamanda şu söylenmiş oluyor. Kurtulalım bizi bataklığa sürükleyenlerden. İşte gördünüz mü İŞID gibi örgütlerin elinde ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir Türkiye var. Yeniden o eski günlere dönelim! Tam bugünlerde IŞİD öfkesinin bize yönelmesi biraz tuhaf değil mi?

***

Buradan yeniden Erdoğan’ın adaylığı konusuna dönelim. Acaba onun muhtemel adaylığı kesinleşirse, Ekmeleddin İhsanoğlu projesini inşa edenler gerçekten bir şansları olduğunu düşünüyor mu? Bir soru daha; siz sahiden bu projenin CHP ve MHP eliyle şekillendirildiğine, onların böyle bir adayı konuştuklarına inanıyor musunuz? Çatı adayını sahneye sürenler, sanıldığının aksine CHP-MHP sularında ve de saflarında aranmamalı. Onların bu konuya olan ilgisi, açıklama görevinden öte değil. Bu projeyi hemen Pensilvanya üzerinden açıklamak, büyük resmi görme konusunda bizi yanılgıya sürükleyebilir. Bu onların boyunu aşar, nihayetinde sadece ve sadece böyle bir projenin kullandığı mecralardan birisi olabilirler.

Peki gerçekten buradan bir cumhurbaşkanı adayı mı çıkarılmak isteniyor? Yoksa birileri elbirliği halinde Tayyip Erdoğan’ın mutlaka Çankaya Köşkü’ne çıkması için zemin mi hazırlıyor? Erdoğan’la söz konusu ismin yarışmasının mümkün olmadığından hareketle, muhalefeti hafife almak mümkün. Lakin mesele bu kadar basit değil. Dünyada ve bölgede ne olup bittiğini zerre kadar takip etmeyen iki siyasi partinin, bu denli ilginç bir hamle yaptığını düşünüyorsak mesele yok.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ezgi Başaran: CHP laiktir laik kalacak

Salı günü Kemal Kılıçdaroğlu Meclis’te grup toplantısı yaparken başka bir grup partili Deniz Baykal’ın odasındaydı.

Biri geldi, ardından öbürü… Derken sığamadılar Baykal’ın odacağızına. “Madem öyle, gelin” dedi Baykal, “Daha geniş bir toplantı odasına geçelim.” Orada geniş geniş şikâyetlerini ilettiler Baykal Bey’e, halihazırdaki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun çatı aday konusundaki kararını çekiştirdiler.

Sayın Baykal “Aman alternatif toplantı düzenlemiş gibi olmayalım, partimize zarar vermeyelim” dese de kendisini ziyaret eden milletvekilleriyle “Bu ne rezalet iştir” konusunda mutabık kaldı.

Rezalet olan nedir? Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun MHP ve CHP’nin ortak cumhurbaşkanı adayı olması… Sol sosyalist bir partinin ‘İslamcı’ ve dolayısıyla ‘gerici’ bir aday çıkarması… Her İslamcı’yı ve hatta dindarı gerici diye yaftalayan, Kürt meselesinde neredeyse MHP çizgisine kayan bu ekip varken CHP’nin neresinin sol sosyalist olduğunu da yeri gelmişken sormak isterim. Sordum, gitti.

* * *

Ordunun siyasete karışmasını özlemle anan, geri duran TSK mensuplarına gücenmişliğini “Kâğıttan kaplanmışsınız” sözleriyle omuz silken Süheyl Batum…

On yıllar geçse de utançla anılacak ikna odalarının mucidi Nur Serter…

“Bana Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz” diyen Birgül Ayman Güler…

Sezgin Tanrıkulu’na Meclis’te “CIA ajanı” diyen Dilek Akagün Yılmaz…

“Vicdani ret talep etmek Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmektir” buyuran Tanju Özcan…

“Baykal’ın değil çantasını her şeyini taşırım, böyle bilinmeli ki o siyasetin bin tanrısıdır” seviyesinde havalanan Yıldıray

Sapan…

Evet işte bu ‘aydınlık’, ‘vizyoner’, ‘çağdaş’ ve ‘ilerici’ CHP milletvekilleriydi toplanıp Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ‘gerici’ olmasından yakınan, onu CHP’nin adaylığına ve tabii Türkiye Cumhurbaşkanlığına yakıştıramayan…

Bravo sahiden.

Bu toplantıdan birkaç saat sonra, yani akşam vakitleri… Fazlalıkları neredeyse cımbızla alınmış gibi sakal çeperi düzgün, saçı tepeye doğru fönlenmiş, yanakları fondötene batıp çıkmış neşeli bir arkadaş Twitter’a önce şöyle yazdı:

“RT ile lütfen yayalım.”

Sonra böyle yazdı:

“Etiketimize seri yazıyoruz arkadaşlar.”

Ve devam etti:

“Arkadaşlar bu gece yapacağımız etiketimiz CHP’nin çatı adayı ile ilgili. CHPLaiktirLaikKalacak.”

“Laik kalmak ya da yobaz olmak işte bütün mesele bu : ) CHPLaiktirLaikKalacak.”

“İnsan sevdiğine bunu diyebilmeli. CHP iktidar olana kadar seveceğim. CHPLaiktirLaikKalacak.”

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Okay Gönensin: Sürpriz isim

Irak’tan gelen haberler son günlerde “sürpriz isim” arama faaliyetlerini aksatmıştı. Son anda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bir isim önerisiyle MHP Genel Başkanı Bahçeli’ye gideceği öğrenildi.

“Sürpriz isim”in kim olduğuna ilişkin olarak dün akşam saatlerine kadar bazı uzak tahmin yürütmeler dışında bir bilgi ortaya çıkmadı.

Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki istişarelerini tamamlayıp bir cumhurbaşkanı adayı tespit etmiş olması seçim sürecini başlatmış olacak.

Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye bir ortak aday önerisiyle gittiğine göre bu “sürpriz isim” CHP’li değildir. Ortak adaydan bir fayda umuluyorsa, bu ismin CHP’li de MHP’li de olmaması, ama iki parti seçmeninin oy verebileceği özelliklere sahip bir kişi olması gerekiyor.

Bugüne kadar ortaya atılan “çatı adayı” adayları arasında bu nitelikte bir ismin olmadığını söyleyebiliriz. Ortaya atılan isimlerden hiçbiri CHP’de ve MHP’de ve de karşı cepheye katılması umut edilen diğer merkezlerde heyecan yaratmış değildir.

Kılıçdaroğlu’nun önerisine olursa olsun, CHP’li bir isim olsa bile Bahçeli öneriyi yine partisinin yetkili kurullarına götürecektir. Bu isim kendisini hiç etkilemese de veya çok ilginç ve gerçekten “sürpriz” gelse de Bahçeli’nin hemen evet ya da hayır demesi söz konusu değildir.

“Sürpriz ismi” sadece MHP’nin kabul etmesinin yeterli olmayacağını da biliyoruz. Bu ismi Cemaat’in onaylaması da gerekiyor ki belli bir medya desteği sağlanabilsin.

Kılıçdaroğlu’nun “çatı adayı” önerisini HDP’ye de götürüp götürmeyeceği henüz bilinmiyor, ama adını “çatı adayı” koymak istediklerine göre böyle bir teşebbüste bulunmaları da doğaldır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Hüseyin Yayman: Ekmeleddin İhsanoğlu neden olmaz?Çankaya adayını arıyor – 3

CHP/MHP’nin Ekmeleddin İhsanoğlu’nu açıklaması ülkedeki asıl sorunun muhalefet olduğunu birkez daha gösterdi. Adayın muhafazkar olması, sağ’dan gelmesi, siyasal portresi hepsi bir yana ortada büyük bir usul problemi var. Açıklanan adayı halk tanımıyor.

Sözü uzatmaya hiç gerek yok. Parti yönetiminin haberinin olmadığı, teşkilatların bilmediği, halkın tanımadığı, istişarelerde adı geçmeyen, anketlerde ismi çıkmayan bir ismi cumhurbaşkanı adayı yapmak, sadece Erdoğan’ın köşke çıkmasını hızlandırır. Nokta. Ekmeleddin İhsanoğlu tutar mı, tutmaz mı okuyun ve kararı siz verin…

Yalova seçiminde, Cumhurbaşkanlığının test edildi: CHP/MHP bloğu hiçbirşey yapmayıp sadece Yalova’da yapılan seçimleri dikkate alsa ortaya yeni bir sonuç çıkabilirdi. Yalova’da tekrar edilen seçimler bir anlamda cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun test edildiği seçim oldu. Ancak muhalefet bu örneği okuyamadı.

CHP sekiz seçimdir sağa açılıyor: CHP eğer sağ’a açılmakla oy artırabileceğini düşünüyorsa bunu daha önce denedi. 2002 seçimlerinde Yaşar Nuri Öztürk büyük umutlarla transfer etti ancak hayal kırıklığına uğradı. 2007’de İlhan Kesici ithal edildi beklenen faydayı sağlayamadı. 2011’de Sinan Aygün, Mehmet Haberal davet edildi, sonuç değişmedi. Bu isimlerin paydası partiye katma değer üretememeleridir.

Yani CHP’nin sağ’dan bir ismi cumhurbaşkanı adayı yapması daha önce denendi. Ancak CHP yönetimi bunu unutmuş görünüyor.

Her parti kendi adayıyla seçime girmeliydi: Çatı yerine her parti en güçlü adayıyla seçime girse bambaşka sonuç alınacaktı. Düşünsenize CHP, Yılmaz Büyükerşen’le, MHP Meral Akşener veya Tuğrul Türkeş’le iddiasını ortaya koysa muhtemelen Erdoğan birinci turda köşke çıkmayacaktı.

Psikolojik üstünlük muhalefet bloğuna geçecek ve Yalova’da test edilen model hayata geçecekti. Ancak bu yapılmadı ve anketlerde adı dahi geçmeyen bir isim önerildi.

CHP’nin kurtuluşu AK Partilileşmek mi:  CHP’nin sağ’a açılması politik tercihler bakımından anlaşılabilir. Ancak ithal edilen adayların partiye artı değer üretmemeleri büyük sorun oluşturuyor. Bu kadar çok sosyal bilimcinin olduğu bir partide CHP’yi, AK Partilileştirme çabasını anlamak mümkün değil.

Gezi’den sonra ortaya çıkan toplumsal resmi okuyamayan CHP çareyi AK Partilileşmekte görüyor. Sekiz seçimdir denedi, olmadı. Olsun dokuzuncu da şansını yeniden denemek istiyor..

CHP’de fırtına öncesi sessizlik:  CHP’de yaşanan sessizlik fırtına öncesinin sessizliği. Yakında fırtına, 10 Ağustos’tan sonra kasırga kopacak. Tecrübelerim ve tüm okumalarım İhsanoğlu’nun seçilmesinin imkansız olduğunu söylüyor.

İhsanoğlu seçilemediği takdirde MHP’de değişiklik olmaz. Ancak CHP’de kurultay hazırlıkları yapılmaya başlanır ve Kılıçdaroğlu’nu oraya getiren irade onu CHP’nin başında tutamaz.

CHP’ye en büyük zararı CHP’li medya veriyor:  Medya RP’yi eleştire eleştire onu önce ana muhalefet, sonra iktidar yaptı. Benzer durum AK Parti için yaşandı. Bu partileri eleştiren medya aslında büyük iyilik yaptı. Onların hatalarını görme imkanı sağladı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Okumaya Devam Et
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Çanakkale

Yeşim Karadağ İstifalara Açıklık Getirdi

Yayınlandı

-

Yayımlayan

AK Parti Çanakkale İl Başkanlığı’nın 6. Olağan Kongresi’nden sonra yaşanan istifa tartışmaları önceki gün İl Başkanı Yeşim Karadağ’ın açıklamalarıyla netliğe kavuştu. Karadağ’ın açıklamasıyla yönetim listesinde bulunan 3 kişinin istifası doğrulanırken akıl yoksunu sözde bir gazetecinin sitesinde dile getirdiği “FETÖ iltisakı olan 7 kişi istifa edecek” haberi ise yalanlanmış oldu.

İl Yönetim listesi yapılırken her ilde olduğu gibi Çanakkale’de de listeye girmesi muhtemel kişiler hakkında güvenlik soruşturmalarının Genel Merkez tarafından yapıldığı ve listeye girmiş hiçbir kişi hakkında olumsuz bir görüş gelmediği bilinirken bir akıl yoksunu tarafından dile getirilen iddianın altında Karadağ’a karşı yürütülen kara propagandanın olduğu düşünülüyor.

Karadağ açıklamasında Zeyyat Volkan Bayram, Vural Bulut ve Vahap Özsüer’in istifa ettiğini dile getirdi. Zeyyat Volkan Bayram’ın istifa nedenini “Bizim teşkilatlarda birlikte çalıştığımız arkadaşımız kardeşimizdir. Biz Zeyyatı yedek listemizin en sonuna yazmıştık. Bu listeyi yaparken en zoru yedek listeyi yapmaktır. Zeyyat’a nazımızın geçeceğini düşünerek biz böyle bir yere yazdık. Herkesin her an ruh hali aynı olmuyor. Zeyyat bir açıklama yaptı ardından istifa açıklaması yaptı. Ben Zeyyat’ı biliyorum, her ne kadar istifa etmişse de; kendisinin partinin vereceği her görevi yerine getireceğini, desteğini bizlerden esirgemeyeceğini biliyoruz.” sözleri ile açıklayan Karadağ’ın Vural Bulut’un istifa nedenini ise kanuni bir zorunluluk olarak belirtti. Zira 2547 Sayılı kanuna göre her ne kadar akademisyenler partilere üye olabilseler de sadece partilerin merkez organlarında görev alabiliyorlar. Bu sebeple Vural Bulut’un bu kanuni zorunluluk sebebiyle istifa ettiği dile getirildi.

Diğer yandan Karadağ’ın istifa ettiğini dile getirdiği Vahap Özsüer’in nedeni ise şöyle açıkladı:

“Vahap benimle birlikte çalışan bir kardeşimiz. Partimizde çok emeği olan bir kardeşimizdir. Kongre sonrasında onun adı geçerek bir gereksiz bir haber yapılma durumu oluştu. Kendisi de isminin gelmesinden kaynaklı olarak vekillerimize, partimize, il yönetimimize sıkıntı vermemek için istifa etmiştir. Her üç arkadaşımızın da istifa kararlarına saygı duyuyorum”

Okumaya Devam Et

Genel

675 Sayılı İhraç ve İade KHK’sı Yayımlandı

Yayınlandı

-

Yayımlayan

29 Ekim 2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 675 sayılı KHK ile yeni ihraç edilenler ve görevlerine iade edilenlere ait listeler yayımlandı. İşte 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin tam metni.

29 Ekim 2016 CUMARTESİ
Resmi Gazete
Sayı : 29872

KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI TEDBİRLER ALINMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirler alınması; Anayasanın 121 inci maddesi ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4 üncü maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nca 3/10/2016 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Kamu personeline ilişkin tedbirler
MADDE 1- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.
(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkümiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu kişiler hakkında bakanlıkları ve kurumlarınca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir.
(3) Birinci fıkra kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, varsa uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar.
Emekli Emniyet Teşkilatı personeline ilişkin tedbirler
MADDE 2- (1) 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanununun 55 inci maddesinin ondokuzuncu ve yirminci fıkraları ile geçici 27 nci maddesi uyarınca resen emekliye sevk edilenler, kendi isteğiyle emekli olanlar veya Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü hükümlerine göre meslekten veya Devlet memurluğundan çıkarılanlar ile müstafi sayılanlardan milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan ve ekli (2) sayılı listede yer alanların rütbeleri alınır. Bu kişiler görev yaptıkları teşkilata ve kamu görevlerine yeniden kabul edilmezler, doğrudan veya dolaylı görevlendirilemezler; ayrıca bunlar uhdelerinde taşımış oldukları mesleki unvanları ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan ve sıfatlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar. Bu kişilerin uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, emekli polis kimlikleri, gemi adamlığına ilişkin belgeleri, pilot lisansları ve ilgili pasaport birimlerince pasaportları iptal edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar.
Göreve iade edilen kamu görevlileri
MADDE 3- (1) Ekli (3) sayılı listede yer alan kamu görevlileri 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (1) sayılı listenin ilgili sıralarından çıkarılmıştır.
(2) Ekli (4) sayılı listede yer alan kamu görevlileri 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (1) sayılı listenin ilgili sıralarından çıkarılmıştır.
(3) 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin hükümleri ve 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci ve 3 üncü maddelerinin hükümleri, bu maddede belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ilgili kanun hükmünde kararnamenin yayımı tarihinden geçerli olmak üzere ortadan kalkmış sayılır. Söz konusu personelden bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren on gün içerisinde göreve başlamayanlar çekilmiş sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara kamu görevinden çıkarıldıkları tarihten göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz. Bu personelin görevlerine iadesi, kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine getirilebilir. Bu maddeye ilişkin işlemler ilgili bakanlık ve kurumlar tarafından yerine getirilir.
Yurtdışında öğrenim görenler
MADDE 4- (1) 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna tabi öğrencilerden, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan ve ekli (5) sayılı listede yer alanların öğrencilikle ilişikleri kesilmiştir. Bunlar hakkında 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
4 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri uygulanır. Bunların bu kapsamda gördükleri eğitimlere ilişkin olarak denklik işlemleri yapılmaz ve bunlar söz konusu eğitimleri kapsamındaki akademik unvan ve derecelerine bağlı haklardan yararlanamazlar.
(2) 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname gereği öğrencilikle ilişikleri kesilmiş olanlardan bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (6) sayılı listede yer alanlar, 673 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (2) sayılı listenin ilgili sıralarından çıkarılmıştır. 673 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesi, bu kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden itibaren ortadan kalkmış sayılır.
Yayın kuruluşları
MADDE 5- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olan ve ekli (7) sayılı listede yer alan haber ajansları, gazeteler ve dergiler kapatılmıştır. 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri bu kurum ve kuruluşlar hakkında da uygulanır.
(2) 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği kapatılan özel radyo ve televizyonlar ile gazetelerden ekli (8) sayılı listede yer alanlar, anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (2) ve (3) sayılı listelerin ilgili sıralarından çıkarılmıştır. 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları, bu kurum ve kuruluşlar bakımından söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden itibaren tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır.
İptal edilen geçiş işlemleri
MADDE 6- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarih itibarıyla;
a) Kuvvet Komutanlıkları tarafından temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemler iptal edilmiştir.
b) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 109 uncu maddesi uyarınca astsubaylıktan subaylığa; 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 15 inci maddesi uyarınca uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemleri iptal edilmiştir.
(2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamında işlem tesis edilenlerden herhangi bir tazminat alınmaz.
Rütbeleri alınan askeri yargı mensupları
MADDE 7- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesi uyarınca ilgili kurul veya komisyon tarafından meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilen Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi daire başkanı ve üyeleri ile askeri hakimler ve 26/10/1963 tarihli ve 357 sayılı Askeri Hakimler Kanununun ek 14 üncü maddesi uyarınca görevlerine son verilen askeri hakim adaylarının askeri rütbeleri, mahkümiyet kararı aranmaksızın alınmıştır.
Banka ve finans işlemlerinde cezai sorumluluk
MADDE 8- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum ve kuruluşlara ve/veya faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilen şirketlere veya işlem tarihi itibarıyla FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğunun değerlendirildiğine dair Maliye Bakanlığı tarafından hakkında bildirimde bulunulmayan gerçek ve tüzel kişilere, ilgili mevzuatı uyarınca sağlanan fon, kredi ve benzeri finansal hizmetlerden dolayı banka ve finans kuruluşları ile çalışanlarına cezai sorumluluk yüklenemez. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı tarafından belirlenir.
Kayyım atanması
MADDE 9- (1) FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan gerçek ve tüzel kişilerin yüzde elliden daha az ortaklık payı olduğu şirketlerde, bu payların yönetimi ve temsili amacıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca yetkili hakim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kayyım olarak atanır.
Peşin ödenen aylıklar ve mecburi hizmet
MADDE 10- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler ile doğrudan veya anılan kanun hükmünde kararnamelerde öngörülen usuller çerçevesinde meslekten, kamu görevinden veya ilgili kurumların teşkilatından çıkarılanlar ile 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesi uyarınca öğrencilikle ilişikleri kesilenlerin;
a) Çıkarıldıkları veya öğrencilikle ilişiklerinin kesildiği aya ilişkin olarak peşin ödenen mali ve sosyal haklarının çıkarılma tarihinden sonraki günlere tekabül eden kısımları geri alınmaz.
b) Mecburi hizmet yükümlülükleri ve mecburi hizmete bağlı borç yükümlülükleri ortadan kalkar, buna ilişkin dava ve borç takibi işlemlerine son verilir. Bunlardan alınmış olan yüklenme senetleri ve muteber imzalı müteselsil kefalet senetlerinde yazılı olan tutarlar, ilgili kamu personelinden yahut kefillerinden talep ve tahsil edilmez.
(2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamındaki mali ve sosyal haklardan bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihe kadar tahsil edilmiş olan tutarlar geri ödenmez.
(3) Bu madde kapsamında sonlandırılan davalarda vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmez, hükmedilenler tahsil edilmez.
Atanan kayyım ve yöneticilerin sorumluluğu
MADDE 11- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı nedeniyle kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ve şirketlere atanan kayyımlar ile mevzuatı gereği ilgili kurumlar tarafından görevlendirilen yöneticiler ve tasfiye memurlarına, atandıkları veya görevlendirildikleri kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ve şirketlerin doğmuş veya doğacak kamu borçları ile Sosyal Güvenlik Kurumu borçlarının, her türlü işçi alacakları ile diğer mevzuattan kaynaklanan borçlarının ödenmemiş olması nedeniyle şahsi sorumluluk yüklenemez. Ayrıca, bu kişiler hakkında 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 35 inci ve mükerrer 35 inci maddeleri ile 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10 uncu maddesi hükümleri uygulanmaz.
Muvazaalı devir işlemleri
MADDE 12- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir.
Soruşturma süreleri
MADDE 13- (1) 15/7/2016 tarihinden 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla olağanüstü halin ilan edilmesine kadar geçen süre zarfında ve olağanüstü halin devam ettiği süre içinde görevden uzaklaştırılanlar hakkında ilgili mevzuatta bu tedbir için öngörülen süre sınırlaması, olağanüstü hal süresince uygulanmaz.
Gazilik unvanı verilenler
MADDE 14- (1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi ile bu eylemin devamı niteliğindeki eylemler sebebiyle malul olan kamu görevlileri ve siviller ile bu eylemlerin devamı niteliğindeki eylemlerin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanmasında yardımcı ve faydalı oldukları sırada yaralanan kamu görevlileri ve sivillere, yaralanma derecesine bakılmaksızın gazilik unvanı verilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenir.
İhraç edilen personelin bildirilmesi
MADDE 15- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler ile doğrudan veya anılan kanun hükmünde kararnamelerde öngörülen usuller çerçevesinde meslekten, kamu görevinden veya ilgili kurumların teşkilatından çıkarılanlar, işlem tarihinden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
(2) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce birinci fıkrada belirtilen gerekçe ile meslekten, kamu görevinden veya ilgili kurumların teşkilatından çıkarılanlar da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içerisinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
Dava ve takip usulü
MADDE 16- (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.
Değişiklik hükümleri
MADDE 17- (1) 25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 107 nci maddesinin üçüncü fıkrasının (ç) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı fıkraya aşağıdaki (d) bendi ile beşinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiş ve dokuzuncu fıkrasında yer alan “öğrenci harçlıkları” ibaresi “misafir askeri personel ve öğrencilerin maaş, harçlık ve her türlü giderleri” şeklinde değiştirilmiştir.
“ç) Sözleşmeli olarak görev yapanlar, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde aynı şekilde sözleşmeli olarak görev yapmaya ve ücret almaya devam ederler.
d) 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanuna göre çalışmakta olanlar anılan Kanun hükümleri çerçevesinde muvazzaf subaylığa ve muvazzaf astsubaylığa geçirilmiş sayılır ve bu maddedeki muvazzaf subay ve muvazzaf astsubaylarla ilgili hükümlere tabi olurlar.”
“Ancak ilgili personelin Sağlık Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasındaki geçişleri kurum değişikliği sayılmaz.”
(2) 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kefaletten doğmaması” ibaresi “asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddenin altıncı fıkrasına “eğitim” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve sağlık” ibaresi eklenmiştir.
(3) 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümleler eklenmiştir.
“Bu sınavdan kaynaklanan davalarda hasım gösterilen idareler aleyhine herhangi bir tazminata, avukatlık ücretine ve yargılama giderine hükmolunmaz. Bu madde hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, sınav sorularının ve/veya cevaplarının bazı adaylar tarafından hukuka aykırı bir şekilde sınav öncesinde ya da sınav sırasında elde edildiği gerekçesiyle adli soruşturmaya veya yargılamaya konu olan sınavlar için de uygulanır.”
(4) 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(3) Birinci fıkra kapsamında tazminat hakkından yararlandırılanlar, 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi kapsamında aylık bağlama şartı oluşan sivillere 3713 sayılı Kanunla sağlanan tazminat, aylık bağlama hakları ve 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki ek tazminat hakkı dışında kalan haklardan ve ilgili mevzuatında sağlanan diğer haklardan aynı şekilde yararlandırılır. Bu hakların kullandırılmasında aylık bağlama şartı aranmaksızın en düşük malüliyet derecesi esas alınır.”
(5) 15/8/2016 tarihli ve 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 19 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atanmasına karar verilen şirket, taşınmaz, hak, varlık ve alacaklar hakkında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 128 inci maddesi uyarınca verilen elkoyma ve tedbir kararları, kayyım yetkisinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devriyle birlikte kendiliğinden kalkar.”
(6) 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 20 nci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Bu madde kapsamında Fon tarafından atanan veya görevlendirilenler hakkında ve bu kapsamda icra edilen iş ve işlemler hakkında 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 37 nci ve 38 inci maddeleri uygulanır.”
Yürürlük
MADDE 18- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi hükümleri 15/10/2016 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 19- (1) Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Okumaya Devam Et

Manşet

Terör karşıtı bildiriye 5 bin akademisyen imza attı

Yayınlandı

-

Yayımlayan

“Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin yayımladığı bildiriye karşı yapılan “Akademisyenler teröre karşı” anketine 5 bin imza atıldı.

Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Metin Aksoy öncülüğünde yayımlanan “Akademisyenler Teröre Karşı” bildirisine 5 bin akademisyen imza attı.

3 GÜNDE 5 BİN İMZA

“Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin yayımladığı bildirinin ardından bir grup öğretim üyesiyle, “Akademisyenler Teröre Karşı Bildirisi”ni yayımladıklarını belirten Aksoy, “Üç gün içinde 5 bin imza verildi. Dünyanın çeşitli yerlerinden ve Türkiye’deki üniversitelerden akademisyenler bu kampanyaya imza attı. Teşekkür mailleri ve telefonları aldık. Bildiri, akademik çevrede büyük ilgi gördü” diye konuştu.

Aksoy, bildirideki ana temanın terörün birlikte yaşamı ortadan kaldırmasına karşı çıkmak olduğuna dikkati çekerek, terörün toplumda kardeşlik hukukuna zarar verdiğini ve demokratikleşmeyi engellediğini vurguladı.

Terörün karşısında oldukları için kampanya başlattıklarına işaret eden Aksoy, “Terör, toplumun barış arayışlarını ortadan kaldırmak demek. Şehitlerden, sivil insanların ölümünden terörün sorumlu olduğunu biliyoruz. Artık terörün engellenmesi ve barış sürecinin hayata geçirilmesi gerekir. Toplumda teröre karşı büyük bir tepki var”ifadelerini kullandı.

“4 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN ÖLÜMÜNÜ DE KALEME ALSINLAR”

Aksoy, teröre destek veren bildiriye imza atan akademisyenlerin, toplumun birlikte yaşama sürecine zarar verdiğini belirterek, şunları kaydetti:

“Bu bildiri devleti suçlayarak toplumsal çatışmayı körüklüyor. Gerçekten barış isteyen akademisyenlerin 4 yaşındaki çocuğun ölümünü de kaleme almaları gerekir. Bunlar için gözyaşı dökmeleri lazım. Bu coğrafyada barış tohumları ancak böyle bir ortamda filizlenebilir. Aksi halde tek taraflı bildiri ve suçlamaların toplumda çatışmayı körüklediğine inanıyoruz.”

Okumaya Devam Et

ÇOK OKUNANLAR