Çanakkale kentinin en güzel köşelerinden bir tanesi Halk Bahçesi’dir. Görkemli ve zengin ağaç çeşitleriyle, kentin içinde sığınılabilecek nişlerden en önemlisidir. Ama aynı zamanda burası kent tarihinin de kalbi niteliğindedir. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişte Çanakkale’nın yaşadığı olayları bu bahçenin tarihi üzerinden okuyabilir, anlayabilirsiniz. Yaşlı kuşak tarafından aynı zamanda Calvert Bahçesi olarak da adlandıran bu “cennet köşesinin ” tarihi, Calvert ailesinin tarihiyle paralel gider. Calvert ailesinin Çanakkale’ye yerleşmesi sonrasında, Frank Calvert’in bölgedeki arkeolojik araştırmaları başlması, yüzyılı aşkın bir süre aranıp duran Homeros’un İlyada Destanı’ında anlattığı Troia’nın, Hisarlık Tepe’deki keşfine kadar uzanan gelişmelerin çıkış noktası olmuştur. Calvert kardeşlerin amcaları Lander’in ölümü sonrasında, 1847’de İngiliz konsolosu olan Frederick William Calvert (1819-1876) ve özellikle onun kardeşi Frank Calvert ( 1828-1908) bu araştırmalarda çok önemli roller üstlenmiştir.
Onaltı yaşında bir delikanlı olarak Çanakkale’ye gelen Frederick Calvert; Yunanca, Türkçe, İtalyanca ve Fransızca’yı mükemmel bir şekilde konuşabilmekteydi. Ağabey Calvert’in Çanakkale ve çivarındaki kişilerker ilişkileri oldukça uyumludur. Örneğin; Frederik Calvert, Çanakkale dışındaki varlıklı kişilerlerden olan Pınarbaşı ağası Mehmet Ağa ve Bayramiç’in en güçlü ailesi Hadımoğlu ile Kazdağlarında ava gider. Aynı zamanda ihtiyacı olan Çanakkalelilere borç para verir ve bunun dışında pazar günleri ise kendisine danışmaya gelen hasta köylülerle konuşur, hatta basit cerrahi operasyonlar bile gerçekleştiren Frederil Calvert çok sevilen bir kişiliktir. Frederick Calvert, yardımseverliği, sempatik kişiliği ama aynı zamanda hırslı karekteri sayesinde, Çanakkale’ kenti kıyısındaki gayri menkullerinin yanısıra, Kilitbahir, Akçaköy (günümüzdeki Tigem çiftliği) ve İntepe’de de çiftlik evleri satın alarak kentteki konumunu güçlendirdi. Buralarda yavaş yavaş o dönemdeki modern Avrupa çiftlik hayvanlarını ve tarım aletlerini, yeni ürünleri ve teknikleri deneyerek Çanakkale’deki modern tarımcılığın da ilk adımlarını daha o zamandan atmaya başlar. Kırım Savaşı’ndan hemen öncesinde, İngiliz kontu George William Frederick Howard, 1853 yılının yazından sonbahar aylarına kadar; İngiliz filosu ile, Çanakkale Boğazı’nı geçmeden önceki son demirleme noktası olan Beşik Koyu’na yerleşir ve bu dönemde bölgeyi gezer. Carlisle Kontu, 1842-1858 yılları arasında İstanbul büyükelçisi olarak görev yapmış olan Stratford Canning’i (1786-1880) sık sık ziyaret ederken aynı zamanda bu ziyaretleri sırasında, gemiden gemiye geçerek “İskenderun’un kaplumbağası, İmroz’un (Gökçeada) kekliği, Lesbos’un (Midilli) üzümleri” gibi bölgenin yerel lezzetlerini tadarak Akdeniz ve Ege’de geniş bir alanı detaylı olarak tanır. Aşırı bir lüks içinde yaşayan bu tanınmış İngiliz devlet adamı Çanakkale’ye geldiğinde karşısında “ çok sempatikk Bay Calvert”i konuksever bir evsahibi olarak bulur. Çanakkale’deki manzaradan etkilenen kont, İlyada’yı aslından tekrar okur; Frederick Calvert’le “akşam karanlığında konaklarının etrafındaki bahçede atla zevkli bir gezinti”den sonra, kont Frederik Calvert’i varlıklı ve kültürlü olması nedeniyle de “modern çağın Priamos’u” olarak över. Aslında bu notla ilk kez Calvertlerin kent içindeki konağı ve onu çevresindeki geniş bahçesi konusunda bilgi ediniriz.
Calvertleri Çanakkale’deki konaklarında ziyaret eden pekçok kişi, ailenin güzel taş evini, deniz kıyısında bir “saray yavrusu” olarak tanımlar. Neo-klasik tarzda yapılan muhteşem yapı aynı zamanda etkileyeci olması için özel tasarlanmıştır.
Calvert konağı, fahri konsolosların en önemli rollerinden biri olan denizcilik işlerinin yürütülmesi için, iyi bir yere konumlandırılmıştı. İngiliz ve Amerikan bayrakları, düz çatıda bulunan terastan dalgalanmaktadır. Bu binada Frederick Calvert İngiltere konsolosluğu, Prusya konsolos yardımcılığı, Belçika ve Hollanda fahri konsolosluğu;. Kardeşi James ise (1827-1896), Birleşik Devletler fahri konsolosu yapmaktaydı. 1852’de yapılan, boğazın hemen kenarına uzanmış, dalgalarla adeta içiçe yaşayan bu muhteşem bina; kale dahil, kıyıda bulunan tüm yapıları kendi gölgesinde bırakmaktadır.
Limanın karada bulunan kısmına girinti yapan evin hemen karşısında bulunan boğazda da bir kısım dolgu yapılarak önde bir çıkıntı yaratılmıştır. Calvert ailesinin fertleri, evin inşaasını, kendi statüsüne meydan okumak olarak gören dönemin kent yöneticileri, kendilerine çok kızdığını dile belirtmişlerdir. Caddenin karaya doğru olan tarafında sıralanmış alçak depolar, yapının büyüklüğünü daha fazla öne çıkarmaktaydı. Yel değirmenleri, camileri ve deniz kenarındaki küçük yapılarıyla batıda yer alan eski kent; konsolosa ait Avrrupa tarzı malikanenin tüm dikkati kendi üzerine çekmesiyle, sanki biraz arka planda kalmış gibidir. Yapının girişi, caddeye bakan görkemli taş merdivenlerin her ikisinin de yanında bulunan simetrik kolonlarıyla yapıya aynı zamanda emperyal bir hava vermekteydi. Calvert ailesi, aynı zamanda bekleme odası olarak kullanılan orta salonda müşterileri ve ziyaretçilerini karşılıyorlardı. Bu salon aynı zamanda Schliemann’ın, Ağustos 1868’de Frank Calvert’la yapacağı ilk görüşme için bekleyeceği yerdir de. Binanın ön tarafında ise sokağa bakan kemerli giriş kapısının üzerinde, panjurlu bir balkon yükselmektedir. Aile fertleri buradan, ağaçlıklı, bir buçuk kilometrelik bahçe yolunu, güzel kokulu şeftali, kayısı ve erik ağaçlarıyla dolu meyve bahçesini, göz kamaştırıcı havuzları, serin çeşmeleri, egzotik bitkileri ve dolambaçlı patikaları seyredebilmekteydi. Buradan Sarıçay’a kadar ilerleyen bahçenin içinde atlar için bir ahır, bir tenis kortu, seralar, pek çok depo ve müştemilatlar bulunmaktaydı. Bahçenin dışında ise bahçe ile neredeyse bitişik olan ve 1846’da yapılan aile mezarlığı bulunmaktaydı (günümüzdeki İngiliz mezarlarığı) Selvi ağaçlarının gölgelediği mezarlık güzel bir taş duvarla çevrilmişti. Calvert ailesinin neredeyse tüm ferdleri buraya defnedilmiştir.
Kendilerini Çanakkaleli gören bu kişilerin kent hafızasından silinmesi ise, 1930’lu yıllarda başlayıp, 1950’lere kadar giden süreçle gerçekleşmiştir. Ailenin gayri menkulleri kamulaştırılmış ve geriye sadece günümüzdeki güzelim Halk Bahçesi kalmıştır.