Genel

Işık Doğudan Yükselir

Yayınlandı

-

Kültür tarihi araştırmaları genel anlamda, medeniyetlerin nerede, nasıl, ne zaman doğup, nasıl yayıldıklarını açıklamak için yapılmış bilimsel araştırmaların da tarihidir. Bu araştırma tarihinde yazılı ve yazısız tarih, arkeoloji, filoloji, edebiyat gibi uzmanlık alanları büyük roller oynamışlar ve oynamaktadırlar. Söz konusu bu araştırmalardaki tartışmalar, belirli bir aşmadan sonra uygarlıkların Doğu’dan mı yoksa Batı’dan mı doğup yayıldığı noktasında çakışıp kalmıştır:  Işık Doğu’dan mı, yoksa Batı’dan mı yükselir?  Kültür tarihi araştırmaları günümüzde de farklı bakış açılarıyla ele alınmaktadır. Söz konusu bu araştırmalar bağlamında özellikle destanlar, destanlara konu olan kentler; farklı estetik kaygılarla, farklı bakış açılarıyla ele alınmaktadır. Bu kentler arasında Troia hem eski dönemlerde hem de günümüzde bu bağlamda kendine çok özel bir yer edinmiştir. İşte bu yazıda, yukarıda dile getirilen kültürel bağlamda,  Troia Savaşı’nı anlatan İlyada Destanı‘nı, bu destandan çok daha önce meydana gelmiş bir başka destanla –Gılgameş Destanı- ile olan benzerliklerini anlatmaya yorumlamaya çalışacağız.

Gılgameş Destanı: Aslında bir Sümer destanı olan bu destanın yazıya geçmiş üç farklı versiyonu Akad ve Babil dillerindedir. Elimizdeki birbirlerinden az çok değişik üç metin, Gılgameş’in Sümerlerden sonraki Mezopotamya uygarlıkları tarafından benimsendiğini ve gelişerek yayıldığını gösteriyor. Destanı şöylece özetleyebiliriz: Destan yarı tanrı yarı insan özellikleri olan bir kralı anlatır. Destana göre, Gılgameş, anası kutsal inek Rimat-Belin’den doğan kötü yürekli, acımasız, ama çok cesur bir kraldır. Gılgameş’ın tanrılardan onun başını derde sokacak, ona denk bir yiğit yaratmasını isterler. Tanrılar bu isteği kabul ederler ve Enkidu’yu gönderirler. Enkidu, insan görünüşlü, ama vucüdunun tümü kıllarla kaplı, saçı sakalı uzun, doğada hayvanlarla gezip dolaşan bir yaratıktır. Sürülerini çaldığı çobanlara eziyet çektirir, etrafina korku salar. Gılgameş bu durumu halkın şikayeti sonrasında öğrenir. Kentin kötü kadınlarından en güzelini, Enkidu’ya yollar. Kadın, Enkidu’yu kendine aşık eder. Bunun üzerine etrafındaki hayvanlar ondan kaçarlar. Kadının peşine takılan Enkidu, uysal biri olarak kente girer. Ancak bütün bunları yaparken ilerine başına gelecekleri sezecek gibidir. Enkidu kentte çok değişir, insanlaşır ama öte yandan doğadaki hayatını da özler. Tanrılar, Gılgameş ile Enkidu’nun düşman olmasını isterler. İkisi kavgaya bile tutuşurlar ama yenişemezler. Bunun üzerine dost olurlar. Bu iki dost, günün birinde herkesin bu işin sonu „kesin ölüm“ dedikleri bir işe kalkışırlar. Enkidu’nun gördüğü bir düş üzerine, Gılgameş ve Enkidu  beraberce tanrı Enil tarafından Sedir Dağı’nın koruyucusu olarak görevlendirilmiş devin üzerine giderler. Humbaba adındaki bu dev, soluğu fırtınalar gibi esen, kasırga gibi gürleyen korkunç bir yaratıktır. Enkidu korkmaktadır, ama herşeye rağmen büyük mücadeleyi birlikte kazanır ve devi öldürürler. İştar, üstüne bulaşmış kanı temizlemek için bir derede yıkanan Gılgameş’i görür ve ona aşık olur. Gılgameş ise İştar’ın aşkını geri çevirir buna çok öfkelenen İştar, korkunç bir boğa yaratıp, onu Gılgameş’in üstüne saldırtır, ama Enkidu boğayı öldürür. Buna çok kızan İştar, Enkidu’ya bir hastalık bulaştırarak öldürür. Gılgameş en iyi dostunun ölümüne çok üzülür, ağıtlar yakar ve ölümden korkamaya başlar. Bunun üzerine Gılgameş ölümsüzlüğe için yollara düşer. Ölümsüzüğün sırrı Utnapiştim’dedir. Uzun ve maceralı yolculuktan sonra Utnapiştim’i bulur. Utnapiştim, Gılgameş’e bu sevdanan vazgeçmesini söylese de, Gılgameş’i bu amacından vazgeçiremez ve ölümsüzlüğün sırrını açıklar: Denizin dibinde bulunan gençlik otudur bu. Sonsuz hayat bu ottadır. Gılgameş hemen gidip bu otu çıkarır. Mutlu bir şekilde ülkesine dönecektir. Yolda bir kaynak başında yıkanmak ister, otu kıyıya bırakır. Sudan çıktığında otu bulamaz. Otu yiyen yılan, gençleşmiş, eski derisini bırakıp gitmiştir. Yapacak birşey yoktur. Gılgameş mutsuz bir şekilde ülkesi Uruk’a döner. Yorgun ve bitkin bir haldedir. Bu arada Enkidu’nun ruhu, yeraltı tanrısı Norgal’ın izniyle yeryüzüne geri dönmüştür. Gılgameş dostunun ruhu ile dertleşmeye başlar. Gılgameş, dostuna öbür dünya ile ilgili sorular sorar, akıl danışır. Enkidu ise ölüler dünyasındaki ruhların çaresiz halini anlatmaktan başka birşey yapamaz. Destan böylece biter.

 

Tanıtım

İlyada Destanı ve Troia Savaşı: M.Ö. 730’larda yazıya geçirilen Homeros’un İlyaada Destanı aslında büyük bir destanlar dizisinin sadece küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Destanda, Akhaların Troia’ya yaptıkları seferin sadece son günleri anlatılmaktadır. Troia kuşatmasının onuncu yılında Akhaların kahramanı Akhilleus ile ordu komutanı Agamemnon içinde oldukları kampta bir veba salgını başlar. Salgının nedeni, Agamemnon’nun, Apollon’nun rahiplerinden Kyryses’in kızı Khryseis’i babasına geri vermek istememesidir. Buna kızan tanrı Akhla ordunsuna veba salgını yollar. Bunun üzerine Agamemnon, Akhilleus’un esiri Briseis’in kendisine verilirse, Khryseis’i babasına geri yollayacağı sözünü verir. Akhilleus buna çok kızar ve küserek savaş alanını terk eder. Ve destan başlar: Akhilleus’la kavga eden Agamemnon’nun üzerine kılıcıyla yürümek üzereyken, tanrıça Athena gökten inip elini tururak onu engeller. Sözlü kavgası bir süre daha devam eder. Daha sonra ise Agamemnon iki elçisini Akhilleus’un barakasına gönderir ve köle Briseis’i aldırır. Akhilleus onlara iyi davranır ve sorun çıkarmadan kölesi Briseis’i onlara verir. Bunun üzerine Thetis Olympos’a yollanır, köle Khryseis ise bir gemiyle babasına yollanır. Thetis tanrılar Olympos’a geri dönünce gider Zeus’a yalvarır. Bunun üzerine ise, Zeus ile karısı arasındaki şiddetli bir tartışma çıkar. Kölesi Briseis’in elinden alınmasına çok üzülen ve kızan Akhilleus çadırına çekilir. Savaşta şans tanrıların isteğine göre bir Troialılara, bir Akhalara güler. Hatta bir ara, iki taraf da sonu gelmeyen bu savaştan vazgeçip, sadece iki kahramanı, Menelaos ve Paris’i tek başlarına çarpıştırıp, kazanana Helena’yı verip, sorunu çözmek üzere anlaşırlar. Ama Aphrodite, Paris’i savaş alanından kaçırınca, bu plan gerçekleştirilemez. Tanrıların farklı görüşte olmaları, bir türlü anlaşamaları, savaşın gereksiz yere uzamasına ve iki tarafın da ağır kayıplar vermesine neden olur. İki tarafın kahramanları arasındaki korkunç çatışmalar uzun uzadıya anlatılır. Bütün bunların arasında ayrıca Grek yurdundan gelen orduların dizilişleri ve Troialılarla birlikte savaşan müttefik tarafların listesi verilir. Bu listede pekçok Anadolulu kavmin ismi geçer. Troia kralı Priamos ve ailesi çok zor ve korkulu günler geçirirler. Troialıların en önemli kahramanı olan Hektor savaşa ara vererek kente döner ve annesi Hekabe, baldızı Helena ve sadık karısı Andromakhe ile buluşur. Troia’nın Skaia (batı) kapılarındaki buluşmada oldukça dokunaklı sahneler yaşanır. Hektor Troia’nın sonunda yakılıp yıkılacağanı bildiği halde, bir kahraman gibi davranır ve savaş alanına geri döner: Troia Savaşı acılar ve hüzünlerle devam ederken, her iki taraf da ölülerini yakıp gömmek için ara verirler. Bir gün aradan sonra savaş, İda Dağı’nda oturan tanrıların müdahaleleriyle yeniden başlar. Ancak Akhaların durumu pek iyi değildir. Savaşı neredeyse kaybedecek durumdadırlar. Komutanlar toplanarak, küskün ve kızgın Akhilleus’a savaşa geri dönemsi için elçi yollarlar. Hatta Agamemnon, Akhilleus’a kölesi Briseis’i geri bile verir, ama Akhilleus bu isteği geri çevirir. Troialılar kentin dışında bir karargah kururak saldırılarını buradan yapmaktadırlar. Akhalar ise bu saldırılardan kendilerini korumak için bir sur yapmaya başlarlar. Ancak Hektor’un güçlü saldırıları sonunda bu savunma duvarı yıkılır. Akhalar korunmak için gemilerine geri dönerler. Tanrıça Hera ve deniz tanrısı Poseidon’nun Akhların tarafını tutmasına rağmen, Zeus, Thetis’e verdiği sözden geri dönmemektedir. Bir ara Troialılar Akhaların gemilerine kadar yaklaşarak bazı gemileri ateşe verirler. Bu durma daha fazla dayanamayan Akhilleus’un en iyi dostu Patroklos, Akhilleus’un silahlarını kuşanarak savaşmak ister. Akhilleus silahlarını dostuna verir. Patroklos’un ilk saldırısıyla Troialıları biraz da olsa geri püskürtmeyi başarır. Zeus’un oğlu Lykialı kahraman Sarpedon, Patroklos’la çatışmaya başlar. Bunun üzerine tanrılar katında büyük tartışmalar olur. Sonunda Zeus, oğlu Sarpedon’u feda etmek zorunda kalır. Patroklos, Troia surlarına kadar ilerler. Savaşatan kısa bir süre uzaklaşan Hektor birdenbire ortaya çıkar ve Patroklos’la mücadele eder ve onu öldürür. Patroklos can vermeden kısa bir süre önce Hektor’a savaşdan sağ çıkamayacağını söyler. Hektor, Patroklos’un silahlarını alıp Troia’ya götürür. Akhilleus’un atları bu duruma üzülüp ağlarlar:

Patroklos’un ölüm haberi Akhilleus’a ulaşır. Akhilleus acısından öyle bir çığlık atar ki, denizin diplerindeki annesi Thetis, bu çığlığı duyar ve onun yanına gelir. Akhilleus savaşa geri dönmeye karar verir. Ama silahı yoktur. Annesinden yeni silahlar ister. Annesi istemeyerek de olsa ona yeni silahlar için söz verir. Demircilerin tanrısı Hephaistos, o gece, Akhilleus için altın ve gümüş kakmalı bit kalkan, bit zırh, miğfer ve dizlikler yapar. Akhilleus yeni silahlarıyla savaş alanına geri döner ve bazen tanrıların da katıldığı savaş en acımasız halini alır. Akhilleus önüne gelen her Trioalıyı öldürerek ilerler. Öldürdüklerini Skamandros ırmağına atmaktadır. Kanla kızıla boyanan ırmak gittikçe kabarır. Akhillues bir süre sonra Troia’nın kapılarına kadar gelir. Surların üstünden savaşı seyreden Priamos ve karısı Hekabe, Hektor’u kente sığınması için ikna etmeye çalışırlar ama, o bunu reddeder, ancak Akhilleus’un iyice yaklaştığını görünce korkuya kapılarak kaçar. Akhillues, Hektor’u kovalamaya başlar, kent surlarının etrafında dört kere dönerler. Savaş iyice kızışmaktadır. Tanrılar tanrısı Zeus kader tarazisinde Hektor ile Akhilleus’un ölümü tartar, Hektor’unki ağır basar. Bu arada erdem tanrıçası Athena iki kahramanı savaşmaları için kışkırtır. Korkunç bir mücadeleye sahne olur Troia’nın görkemli duvarları. Sonunda Akhilleus, Hektor’u öldürür. Sadece öldürmekle de kalmaz, iki ayağını topuk bilekleri arasından delip, savaş arabasının arkasına bağlar ve Hektor’un cesedini yedi kez Troia kentinin surları etrafında sürükler. Troialılar, bu korkunç anı kale surlarının üstünden seyretmektedirler. Troia kralı yaşlı Priamos oğlunun cesedine yapılanlara dayanmamaktadır artık. Akşam olunca Priamos, Akhilleus’un  barakasına gidip, oğlunun cansız bedenini Troia’ya getirmek ister. Bütün Troialılar karşı çıkar buna. Yaşlı kral Priamos herşeye rağmen yanına zengin armağanlar alarak Akhilleus’un barakasına gider, ve yerlere kapanarap yalvarmaya başlar. Akhilleus ve Priamos acı kaderlerine yanar, birlikte gözyaşı dökerler. Akhilleus, gözyaşlı ihtiyar kralı elinden tutarak yerden kaldırır ve oğlu Hektor’un ölüsünü yıkattırıp, giydirerek Priamos’a teslim eder. Acılı Priamos, Hektor’un cenazesiyle birlikte, güzey duvarlı, sağlama Troia kalesindeki sarayına geri döner. Troialılar Hektor’a ağıtlar yakarlar. Dokuz gün dokuz gece cenaze töreni için odun toplanır. Ve onuncu gündeki törenle destan biter: İlyada destanı burada biter. Troia’nın yakılıp yıkılması, kentin talan edilmesi ise, Homeros’un diğer büyük destanı olan Odysseia’da anlatılır. Bu destan kronolojik olarak da İlyada’dan yirmi yıl gibi sonraki bir zaman diliminde yazılmıştır. Troia Savaşı’na katılan İthake kralı Odyseus’un Troia’dan yurduna dönüşünü anlatan bu destanda, geri dönüşlerle, Troia nasıl yıkıldığından da bahsedilir. Akhaların en kurnaz savaşcılarından olan Odysseus, Troia’yı tahta at hilesiyle almayı planlar. Tahta at geceleyin Troia surlarının önü bırakılır, daha sonra ise Akhaların gemileri geri dönüyormuş gibi yaparak, Tenedos’un arkasına gizlenirler. Sabah olduğunda ise Troialılar, atı kente alıp almamakta kararsızdırlar. Sonunda atın, tanrıça Athena’ya bir armağan olarak sunulduğuna inanılır ve tahta at kente alınır. Savaşın bittiğine inanan Troialılar on yıldan beri ilk kez rahat bir uykuya dalarlar. Atın içine gizlenmiş Odysseus ve arkaşları saklandıkların atın karnından çıkarak,  Tenedos’tan dönmüş Akhalı askerlere kentin kapılarını açarlar. Böylece yıllarca direnen kent, bir tahta at hilesiyle yakılır, yıkılır.

 

Gılgameş ve İliada Destanları Arasındaki Benzerlikler: İlk önce sözel gelenekle başlamış, daha sonra yazıya geçirilerek, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşmış iki destanın genel olarak özetlenmesi bile iki destan arasındaki bazı benzeri motiflerin varlığını ortaya koymaya yetmektedir. İki destan derinlemesine incelendiğinde söz konusu şaşırtıcı benzerliklerin çok daha fazla olduğunu görmekteyiz:

Tanıtım

–          İki destandaki baş kahraman, bir tanrıça ile bir insanın oğludur.

–          İki destanda da tanrıça anne, yukarılardaki tanrılardan oğullarını koruması için yardım ister.

–          Gılgameş ve Akhilleus kendilerine çok yakın birer dosta sahiptirler.

–          İki destanda da kahramanlıkları değerlendiren tanrılar toplantısı vardır.

Tanıtım

–          İki destanda da baş kahramanların dostları, onlar için ölürler. Enkidu, Gılgameş, Patroklos ise Akhilleus yerine ölür.

–          İki destanda baş kahrmanların dostları tanrılar tarafından öldürülür. Enkidu hasta olur, çünkü tanrı Enlil öyle istemiştir. Patroklos ise, Hektor ve Apollon tarafından öldürülür. İlyada tanrıların insanla savaştığı tek sahnedir bu.

–          İki destanda da iki dostun ölümünden sonra büyük yas tutulur. Dostların ölümü iki destanda da dönüm noktası olur.

–          İki baş kahraman da neredeyse su içinde hayatlarını kaybederler. Gılgameş, ölüm denizini aşarken okyanusun dibinde, Akhilleus ise Skamender Nehri’nin kabaran sularında neredeyse boğulurlar.

Tanıtım

–          İki destanda da dostların ruhu yeraltından gelip, kahramanlarla kuşaklaşır.

–          İki destanda da kahrmanlar, katılmadıkları bir çatışmada bir duvarın üstünde durarak düşmanlarını şaşırtırlar.

İki destandaki bu ve benzeri ortak noktaları çoğaltmak mümkündür. Yukarıda sıraladığımız bu benzerlikler, Troia Destanı ve kahramanlarının tarjedilerinin, eski Sümer destanının etkisinde kalmış olabileceğini göstermektedir. Ancak bu benzerliklerin gerçek anlamı nedir? Homeros’un İlyada’sıyla başlayan etkinin kökleri Doğu’da mıdır? Homeros’u anlamak için mutlaka Doğulu bir bakış açısına muhtaç mıyız? Yukraıdaki soruları günümüz bilgisiyle kesin olarak cevaplamak hiç kuşkusuz çok zordur. Bu konuya bazı araştırmalarda olduğu gibi, kesin ve polemikle yaklaşmak ta tümüyle doğru değildir. İlerki yıllarda bu sorulara daha kesin cevaplar verebileceğimiz cevaplar olacaktır. Ancak kesin olan şudur ki, Avrupa kültürünü tarihsel anlamda kavrayabilmek için Doğu kültür tarihini daha iyi analiz etmek gerekmektedir. Gerçek olan şudur ki, Homeros’un destanlarında „izole edilmiş bir Hellen kültür kökeni“ yoktur. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar bunu göstermektedir. Bu yazıdaki karşılaştırmalar, bu alandaki sonuçların çok küçük bir parçasıdır. Doğu’nun çok eskilere giden yazılı yüksek kültürünün coğrafik ve kültürel dağalımı ile bunun diğer kültürler olan etkisini görmezden gelmek imkansızdır. İki destan arasındaki benzerlikler yukarıda da belirtildiği gibi çoğaltılabilir ve farklı açılardan yorumlanabilir. Ancak bu iki destanı birleştiren öyle bir öğe vardır ki, anlatılanları evrensel bir merkezde buluşturmaktadır: Öfke ve kin en sonunda aşılmıştır.

İşte iki destanı da hümanist  bir merkezde birleştiren en önemli özellik budu

Tanıtım

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version