Günümüzden yaklaşık 3200 yıl önce iki kıtanın, iki denizin, iki kültürün biraraya geldiği bu topraklarda yapılan Troia Savaşı ve bu savaştan yaklaşık 500 yıl sonra İzmirli ozan Homeros’un yazıya geçirerek, savaşı ve kahramanlarını ölümsüzleştidiği İlyada Destanı, binyıllardır bizlere tarih dersleri vermeye devam ediyor. Günümüz insanının bazı olaylar karşısındaki hissettiği duygularla, 3200 yıl önceki insan duygularının birbirlerine ne kadar çok benzediğini görüyoruz. Troia Savaşı’ndaki asker, çatışmanın en acımasız anında bile ailesine ve yaşadığı toprağa olan bağlığını unutmaz. Bu durum Homeros’un Troia Savaşı destanından beri böyledir. Kahramanlar, savaş ve çatışmayla bu düşüncenin üstesinden gelir, ancak geride kalanların ise beklemek ve ağıt yakmaktan başka çareleri yoktur. Geriye dönen o kadar çok azdır ki. Savaştan dönen askerin etrafını sarar herkes birdenbire:
Hektor’da vardı Batı kapılarına, kuleye.
Troyalı karılarla kızlar koşuştular,
geldiler haber almaya oğullarından, kocalarından,
geldiler kardeşlerinden, akrabalarından haber almaya (İlyada, VI, 237-240).
Savaşta ölenler, ardlarında büyük acılar, büyük boşluklar bırakırlar. Ailelerinin kökü kurumak üzeredir. İşte bu nedenle tanrı Poseidon artık dayanamaz bu duruma ve Aineias’ı Akhilleus’un elinden çekip alır; yoksa yok olup gidecektir Dardanos soyu. Tanrı Hephaistos da aynı şekilde davranır ve oğul Dares’i kurtarır, yoksa yaşlı Phaionops kalacaktır tek başına çaresiz. Bir çocuğu büyütmek öylesine zor ve masrafıldır ki, kimse kalkamaz bir daha böyle sevgi dolu bir yükün altıdan.
Yaşlılar korku ve umut arasında cepheden gelen haberleri bekler dururlar, savaşanlar ise evdeki akrabalarını düşünürler. Savaşın en acımasız askerlerinden Akhilleus bile, dostu Patroklos’un ölüme ağıt yakarken babasını düşünür:
Şimdiyse yatıyorsun, gövden parça parça,
içerdeki yiyeceği içeceği istemiyor canım,
özeleyip duruyor seni yüreğim.
Bundan büyük bela gelmezdi başıma,
böyle dokunmazdı babamın ölüm haberi bile,
o şimdi özler durur yaban ellerdeki oğlunu,
sımsıcak göz yaşı döker… (İlyada, XIX, 320-326).
Ama çok savaşlar görmüş, geçirmiş, büyük zenginlikler elde etmiş Troia kralı yaşlı Priamos bile oğulları için şunları der:
Ama duyar hiç olmazsa yaşadığını senin,
gün boyunca sevinir gönlünde,
oğlum dönecek Troya’dan, göreceğim onu, der.
Oysa benim bahtım ne kadar kara,
yiğit oğullar yetiştirdim yaygın Troya’da,
ama kalmadı bana onların hiçbiri (İlyada, XXIV, 487-492).
Öleceklerini bildikleri için anne babalar, çocuklarını, kadınlar ise eşlerini savaştan uzak tutmaya çalışırlar. Troialıların en kahraman savaşcısı Hektor, duvarın dibinde, ikili bir çatışma için Akhilleus’u beklerken, babası yaşlı Priamos, onu çatışmadan uzak tutmak için çok çaba harcar:
İhtiyar inledi havaya kaldırdı ellerini,
dövdü başını, yalvardı sevgili oğluna,
ama Hektor, dikilmiş duruyordu kapının önünde,
Akhileus’la savaşmak için yanıyordu (İlyada, XXII, 33-36).
Sadece bir tek kişinin gücü yeter, bir oğlun ölümden kurtarılmasına: O da, Lykia’dan gelip Troialılarla birlikte Akhalara karşı savaşan Sarpedon’un babası, tanrılar tanrısı Zeus’dur. İşte destanın bu bölümünde burada da bir babanın, oğul sevgisi ve yerine getirmek zorunda olduğu görevi arasındaki çekişmeye şahit oluruz:
„Çok yazık, insanlar arasında en sevdiğim Sarpedon’a!
Menoitiosğlu Patroklos’un elinden ölmek onun kaderi
İçimde yüreğim bir o yana gider, bir bu yana,
göz yaşı döktüren savaştan geri alıp onu,
kaçırıp bıraksam mı Lykia’nın semiz toprağına,
yoksa bıraksam ölsün mü Menoitiosoğlu’nun elinden?“ (İlyada, XVI, 432-436).
Troialıların savunmasında büyük rol oynayan Sarpedon, canını kurtaramaz. Tanrılar tanrısı Zeus, oğlu da olsa, onu kurtaramaz onu; kurtarmak istemez çünkü tanrılar ve hükümdarlar kişisel duygularıyla davaranarak, birisine öncelik hakkı tanıyamazlar. Ancak buna rağmen Zeus, Sarpedon’nun ölüsünü Lykia’ya taşıtarak, yurdunada törenle gömülmesini sağlar:
Baba Priamos gibi, anne Hekabe’nin de yüreği yanar Hektor için ve oğlunu kalenin içerisine çağırır. İçeri girsin, korusun kendisini, ister:
Öte yandan anası da dolu yaşla ağlıyordu,
bir ölüyle göğsünü açtı, bir eliyle kaldırdı memesini,
kanatlı sözler söyledi ağlaya ağlaya:
„Hektor, yavrucuğum, saygı göster bu memeye,
onu ağzına uzattığın günleri getir aklına,
unuturdun koynumda bütün dertlerini… (İlyada, XXII, 79-83).
Ana oğul ilişkisinde, Akhilleus’un deniz tanrıçası olan annesi Thetis ile olan duyguları da oldukça dokunaklıdır. Thetis, oğlu Akhilleus’la iki kez buluşur ve sorar:
„Ne diye ağlarsın oğul, yüreğine giren acı ne?
Derdini anlat bana, ben de bileyim“. (İlyada, I, 362-363)
„Ne diye ağlarsın oğul, yüreğine giren yas ne?
Hadi söyle, saklama benden hiç bir şeyi…“ (İliada, XVIII, 73-74).
Hektor, kendisini bekleyen erken ölümünü haberini verir annesine. Annesi ağlayarak şunları der:
„Hey gidi yavrum, demek ömrün ha bitti ha bitecek,
Hektor’un arkasından ölüm hemen hazır sana“. (İliada, XVIII, 95-96).
Tanrıça da olsa, ana yüreği dayanmaz buna ve Patroklos’un cenaze töreninden sonra, gece gündüz evladının yanında olur.
İlyada Destanı’nda savaşın verdiği evlat acıları böylece sıralanır gider.
Savaşın neden olduğu acılar bin yıllardır değişmeden günümüze kadar gelmiş. Anneler ve babalar ve evlatlar savaşlarda ilk kaybedenler oluyor; dün de bugün de.