Genel

Savaşın Coğrafyasından Barışın Topraklarına

Yayınlandı

-

Ege Denizi’ne doğru satte 5,5 kilometreye varan güçlü akıntılar, buharlı gemilerin keşfine kadar, Çanakkale Boğazı’dan yelkenli ve kürekli deniz araçları için geçişi nerdeyse imkansız kılmaktaydı. Bu zorlayıcı koşullar Antikçağ’da Gelibolu Yarımadası’nın güneye doğru hafif eğimli koylarında birçok yerleşmenin kurulmasına neden olmuştu. Gemiler bu koylarda geceleyip, bir sonraki gün yollarına devam edebiliyorlardı. Tabii ki bu koylardaki yerleşmeler de gemilerden aldıkları vergilerle oldukça rahat yaşayabiliyorlardı. Bu yerleşmelerden Eski Hisarlık (Elaus) –Çanakkale Abidesi‘nin olduğu tepe- Eceabat, Kilya (Akbaş Koyu) ve Sestos’da (Akbaş Tepe) gemilerin tehlike olmadan yanaşabilecekleri limanlar bulunmaktaydı.  Antik dönemde Gellibolu’na Trakya Yarımadası da denilmekteydi. Adını Kallipolis, antik kentinden alan yarımadaya Ortaçağ’da ise Gallipoli denmiş ve bu isim Cenevizli tüccarlar sayesinde İtalya’ya kadar yayılmıştır.  Yarımadanın kıyı çizgisi tarihöncesi dönemlerden günümüze kadar oldukça değişmiştir. Başlangıçta hemen kıyıda yer alan pekçok yerleşme, artık günümüzde kıyıdan yüzlerce metre uzakta bulunmaktadır. Bu durum M.Ö. 3. binyıldan itibaren yerleşim izine rastlanılan Seddülbahir yöresinde, Morto Koyu’nun kuzeydoğusundaki Karaağaçtepe ve Ecebat yerleşmesinin hemen içinde yeralan Kilisetepe için de geçerlidir. Kıyıda kurulan yerleşmeler sadece tarihöncesi dönemle sınırlı değildir; deniz taşımacılığına uygun yerlerde M.Ö. 8. ve 7. yüzyıllarda Grek koloni yerleşmelerinin kurulduğu görülmektedir. Bu dönemde Ege, Marmara, Karadeniz arasındaki bağlantısı ve bunun ötesinde de Balkanlar’dan Anadolu’ya geçişte önemli bir atlama noktası olması nedeniyle, yarımada, Aiolya (Lesbos) ve İyonya (Milet, Klazomenai ve Teos) kolonizasyonu sürecinde önemli bir rol oynamıştır.

Tarihçi Herodot’tan bize ulaşan bilgilere göre, o dönemlerde Trakya’da yaşayan halklar arasından adlarını uzun mızraklarından alan Dolonkoiler, yine Trakyalı olan Apsinthoilere karşı savaşmak için Atina’daki Attikalı komutan I. Milltiades’ten yardım istemişlerdir. Bu yardım istemi, antik Kardia ve Paktye arasındaki –Bolayır Bölgesi- savunma duvarının ikinci evresinin yapılmasına neden olmuştur. Yarımadanın en güneyindeki diğer bir Grek yerleşmesi Elaus (Eski Hisarlık) M.Ö. 7. yüzyılda Antinalı Phorbas tarafından kurulur. Burası karşı kıyıdaki Atina’ya bağlı Sigeion (Yenişehir tepesi) yerleşmesi ile birlikte, Osmanlı dönemi kaleleri Seddülbahir ve Kumkale’de olduğu gibi, boğazın en iyi şekilde kontrol edilebildiği bir konuma sahiptir.

Gelibolu Yarımadası, M.Ö. 6. ile 5. yüzyılın başlarında Perslerin yönetimi altına girer. Kardia’dan sonra, bu dönemin en önemli yerleşmeleri arasındaki Sestos ise Perslerin satraplık merkezi olur. Pers kralı Keskes ise M.Ö. 480’de Grek yurduna doğru başlattığı seferde, askerlerinin Çanakkale Boğazı’nı geçmeleri Abydos (Nağra Burnu) ve Sestos arasında gemileri birleştirerek bir köprü yaptırtığı söylenir. Sparta ve Atina arasındaki antik dönemin en ünlü savaşlarından biri olarak bilinen Pelopones Savaşı sonrasında Atina yarımadayı Sparta ile paylaşmak zorunda kalır. Büyük İskender’in babası II. Philip’in M.Ö. 338’de yarımadayı ele geçirmesinden sonra, bölge M.Ö. 133’de Pergamonlu (Bergamalı) Kral III. Attalos’un vasiyetiyle Roma Cumhuriyeti’ne katılıncaya kadar, Greklerin elinde kalır. Büyük İskender’in haleflerinden Lysimachos M.Ö. 309’de yarımadanın klasik dönemdeki en önemli yerleşmesi Kardia’yı, Lysimacheia kentini kurdurtmak için yerle bir eder. Bugünkü Bolayır, yeniden kurulan kentin olduğu yerdir.  Daha sonra, Trakya’nın M.Ö. 133’de Romalıların hükümdarlığına girmesi sonrasında, Grek yerleşmeleri özgürlüklerini kaybetmeye başlarlar. Daha sonraki dönemlerde Roma İmparatorluğu ikiye bölümesiyle Marmara ve boğazların siyası konumu değişir. Büyük Konstantin’nin İstanbul’u Doğa Roma İmparatorluğu’nun merkezi yapmasıyla (M.Ö- 326-330) bu bölgeyle birlikte Kardeniz de Romalıların hakimiyeti altına girer. Yarımada Bizans döneminde de önemini korur. Bölge 1205’de Latin İmpratorluğunun kuruluşu aşamasında Cenevizlilerin kontrolü altına girer. Sestos’un olduğu yerdeki kalenin 1356 yılında II. Süleyman tarafından feth edilmesiyle bölge  Osmanlı kontrolüne geçer.  Kilitbahir ve Kale-i Sultaniye (Çanakkale) kalelerinin yapılmasıyla Gelibolu kenti stratejik özelliğini kaybeder, ancak ticari alandaki önemi devam eder.

Ancak bütün dünyasının gözlerini bu bölgeye çevirmesi ise, 18 Mart 1915’de İngiliz ve Fransızların boğaza saldırmasıyla olur. Türk askerlerinin inanılmaz direnişi karşısında başarısız olurlar ve 25 Nisan 1916’da yarımadadan ayrılırlar.  Çanakkale Boğazı’na yapılan bu saldırı, M.Ö. 1200’lerdeki Troia Savaşı’nı andırmaktadır. 1915 yılında Agememnon zırhlısı (Troia Savaşı’ndaki Akhalı kahramanla aynı adı taşıması bir rastlantı olmasa gerek) ve diğer savaş gemilerinin saldırısı , Anadolu‘nun her köşesinden gelmiş (Troia Savaşı’nda da Troia’yı savunmak için Anadolu’nun uzak bölgelerinden yardımlar gelir) Türk askerlerinin benzeri olmayan savunması sonrasında başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tarih perspektifinden bakıldığında Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası bir tür savaşlar höyüğüne dönüşmüştür. Ancak savaşın herkesi üzen acılı anılarından, 1973 yılında Gelibolu Milli Parkı doğmuş ve park daha sonra ise Gelibolu Barış Parkı’na dönüşmüştür. Artık ölen askerlerin torunları –bunlar Türkler, Anzaklar, İngilizler ya da Fransızlar olsun-, binyıllardır savaşların tarihi ördüğü bu coğrafyada her yıl barış için dua ediyorlar.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version