Genel
Kütüphanede Devrim
Üniversitelerdeki değişiklikleri ve gelişimleri en çabuk gözlemlediğim yerlerin kütüphaneler olduğuna inanırım. Nereye gidersem gideyim, bir fırsat yaratıp o kentin kütüphanelerini ziyaret ederim. Çünkü kültürel dinamizmi, seviyeyi ve geleceği en iyi görebileceğimiz yerlerin kütüphanelerdir. Kütüphaneler üniversitelerin ve dolyasıyla da içinde yaşadıkları kentlerin beyinleri, kalpleri, kandamarları gibidirler. Kütüphanler ne kadar zayıf olursa etrafındaki yaşam alanı da o kadar zayıf olur, ya da tam tersi. Fark ettiniz mi bilmiyorum, ama bir süredir Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Kütüphanesi’nde bir devrim yaşanıyor. Kitap sayısı hiçbir yerde görülmediği kadar hızlı bir şekilde artıyor. Kitaplar kütüphaneye sığmıyor, yeni kütüphane binaları inşaa ediliyor. Bu gelişim halkaları suya atılan taşın halkaları gibi büyüdükçe büyüyor. Bu bağlamda Türkiye’deki üniversite ve kütüphane sorununa ve geçmişine değinmek istedim:
‘Sevgili Üniversite’ Dehen Altıner’in 2007 yılında yayınladığı, Türkiye’deki üniversite reformunu konu alan güzel bir roman. Roman, Nazi rejminden kaçan Yahudi kökenli bir grup Alman akademisyenin etrafında gelişen olaylarla, Türkiye’deki üniversite reformunun ana hatlarıyla anlatmakta. Kısa bir süre sonra Türkiye’deki üniversite reformunun üstünden koca bir 80 yıl geçmiş olacak. Neredeyse dört kuşak. Uzun bir zaman. Türkiye’deki üniversitelerin günümüzdeki seviyesini anlamak için belki de en iyi yöntem o döneme dönüp bakmaktır. Romanaki olaylar 1932’de başlar. Atatürk’ün isteğiyle, Cenevre Üniversitesi’nden Prof. Dr. Albert Malche, Türkiye’ye davet edilir. Malche, üniversite reformu konusundaki raporunu hazırlamadan önce politikacılara, Darülfünun hocaları ve öğrencileriyle görüşmüş, derslere girmiş, öğrencilere anketler uygulayarak onların sosyal yaşamları hakkında bilgi sahibi olmuştur. Raporu üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm raporun içeriğinden, ikinci bölüm Darülfünun’un var olan yapısından ve üçüncü bölümde yapılması gereken yeniliklerden söz edilmektedir. Malche’nin 10 maddelik raporunu okuduğunuzda zamansal bir paralaksla karşı karşıya kaldığınızı sanırsınız. Seksen yıl sonra Türkiye üniversiteleri halen bazı aynı sorunlarla boğuşmakta olduğu . Malche’nin raporu 1933 yılında TBMM tarafından kabul edilerek uygulanmaya koyulur. Tam bu dönemlerde Nazi Almanyasından kaçan akademisyenler sığınack bir liman aramaktadırlar. Türkiye bu akademisyenlere kapılarını açar ve üniversite reformu belki de hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir hızla başlar. İstanbul ve Ankara’da pekçok yeni üniversite ve bölüm açılır. Hukuk Fakültesi’nden Tıp Fakültesi’ne, Tıp Fakültesi’nden Mimarlık Fakültesi’ne her alanda önemli adımlar atılır. Bu çalışmalar genel olarak II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam eder. Söz konusu akademisyenlerin çok büyük bir bölümü, farklı nedenler yüzünden, Türkiye’den ayrılırılar. Ancak bu süreçte belki en sancılı çalışmalar fakülte kurmakta değil, fakültenin kütüphanesini oluşturmakta yaşanır. Çünkü kitapsız ve kütüpnanesiz bir aşama kaydetmek ne o zaman ne de günümüzde mümkün değildir. Parantez açarak, yine ayın konuyla ilgili yeni bir kitapdan daha söz ederek ilginç bir örnek vermek istiyorum: Kemal Yalçın’nın 2011 yılında yayınlanan ‘Haymatlos –Dünya Bizim Vatanızım’, isimli belgesel- kronik çalışması. Yalçın, kapsamlı bu kitabında üniversite reformu sürecini insan kaderleriyla üst üste anlatmaktadır. Benim için belki de bu kitabın en can alıcı bölümü, İstanul Üniversitesi’ndeki Hukuk Fakültesi kütüphanenisyle ilgili olan bölümüdür. Prof. Ernst Eduart Hirsch, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşu ile görevlendirilir. Ancak Hirsch işin en çetin bölümünün kütüphane kurmak ve öğrencileri kütüphaneye sokmak olduğunu bilmektedir. Prof. Hirsch 1934-35 yıllarında Avrupa’dan sandıklar dolusu kitap ısmarlar. Binlerce kitap 1935 yılında İstanbul’a gelir. Büyük bir hızla kitapların tasnif edilerek raflara yerleştirilmesi gerekmektedir, ancak kendisine böyle bir iş için ne ödenek ne de uzman bir kütüphanecinin olmadığı bildirilir. İş başa düşmüştür. Prof. Hirsch, yaz tatilinde asistanlarıyla birlikte kitaplık kurma işini üstlenir. Ancak asistanlar bu durumdan hiç de memnun olmazlar. Yine günlerden bir gün Prof. Hirsch, yapılacak işin önemini, manevi değerini ve bilimsel önemini uzun uzun anlatır. Ancak asistanlar hiçbir şey söylemeden durmaktadırlar. Hiçbiri kitaplara el sürmez. Prof. Hirsch’in asistanı Halil Arslanlı, asistanların sözcülüğünü üstlenerek konuşmaya başlar:
‘Sayın hocam, bir kitaplık düzenlemek, katalog hazırlamak, kitap sandıklarını boşaltmak, kitapları raflara yerleştirmek kesinlikle ordinaryüs profesörün yapacağı işler değildir. Asistanlardan da böyle bir iş yapmaları istenemez. Bu işler aşağılardaki bir hizmetlinin yapacağı işlerdir. Bu nedenle bizler burada çalışmak istemiyoruz. Elebtte hocamıza yardım etmek isteriz, fakat yaz tatilinde dört hafta boyunca çalışmayız. Eğer mutlaka yapacaksak, bize fazla mesai ücreti verilmelidir. Hocam bize ne kadar fazla mesai ücreti verebilirsiniz?’.
Hirsch, oldukca ciddi bir sesle’ Bana verilenenin tam iki katı’ diye cavaplar soruyu. Asistanların yüzleri gülmeye başlar. Birisi ‘hocam siz ne kadar alıyorsunuz?’ diye sorunca, Prof. Hirsch tek kelimeyle cevap verir: ‘Sıfır’. Asistanlar donup kalır. Böyle bir hatayı nasıl yaptıklarının kendilerine sorarlar. Hep birlikte kitapları düzenleyerek raflara dizmeye başlarlar. Bu çalışmalar sürer gider. 1938 yılında ise, tesadüfen, Tıp Fakültesi’nin büyük amfisinin altında 1918 yılında Almanya’dan Darülfünun Hukuk Fakülesi’ne armağan olarak gönderilmiş, içi kitaplarla dolu onlarca sandık bulunmuştur. Bu kitaplar tam yirmi yıl üniversitede tozun, pasın içinde unutulmuştur. Prof. Hirsch, bu kitapları da asistanlarıyla birllikte çalışarak Hukuk Fakültesi kütüphanesine kazandırır. Türkiye’nin en başarılı hukukcuları işte bu kütüphanenin içinde yetişir.
En iyi akademisyenler, en iyi araştırmacılar, en iyi uzmanlar en iyi kütüphanelerde yetişir. Bu durum üçyüzyıl önce de böyleydi, şimdi de böyle.
ögrenci
09 Eylül 2012 at 07:51
kütüphane ve üniversideki değişim açıkca görülüyor. umarız böylece devam eder
Ahmet
11 Eylül 2012 at 18:03
Kütüphane süpperr olmuş. Bence böyle bi kütüphane İstanbuL’da, İzmir’de bile zor. hemde 24 saat açık.
Osman
12 Eylül 2012 at 18:22
Kütüphane sanki 150 yıllık kütüphane olmuş helal olsun
Teşekkürler
18 Eylül 2012 at 12:34
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Kütüphanesi için emeği geçen herkesin ellerine emeklerine sağlık. Çanakkale sizi asla unutmaz. Çok teşekkürler.