Genel

Çok Kültürlü Bir Kent Çanakkale

Yayınlandı

-

Konumu nedeniyle 15. yüzyıldan itibaren bölgeyi ve özellikle de boğazı korumak için yapılan Osmanlı kaleleri, Çanakkale kentinin de bu kale etrafında gelişmesine neden olmuştur.  19. Yüzyıldaki Avrupalı  turistler için yazılmış John Murray’in Seyyahlar İçin Elkitabı’na göre, bu kent, 1875’e kadar, Türkiye’nin İstanbul dışındaki  diğer yerleriyle karşılaştırıldığında,  Avrupa’yla en çok ilişki içinde olan kenttir. Tek uluslu ya da çokuluslu gemiler neredeyse hemen hemen her gün bu kentin limanına demir atıp belgelerini göstermek zorundaydılar. Bu boğaz trafiği nedeniyle Çanakkale zamanla, Edremit Körfezi’nde bulunan Ayvalık’tan Gelibolu Yarımadası’na kadar yeralan komşu bölgelerde üretilen tüm malların satış yeri ve pazarı  haline gelmiştir. Bunun için de pamuk üretimi yapılıyor; tekne yapımı yanısıra yelken bezi de imal ediliyordu. Yerel çanak çömlekler Yunanistan’tan İngiltere’ye Avrupa’nın  pekçok ülkesine  ihraç ediliyordu. Bu yoğun ticaret ilişkilerini organize etmek için, telgraf bürosu 1854’ten itibaren kullanılmaya başlanmasına rağmen, genellikle posta, gemilerle taşınmaya devam etmiştir. Kent, öncelikle Adalar Denizi’nin, sonra da Biga Sancağı’nın idari başkentiydi. Hem bu nedenle hem de sahip olduğu eşsiz konum nedeniyle, Çanakkale çoğu Avrupa ülkesinin ve Birleşik Devletler’in konsolos yardımcılarına ve fahri konsoloslarına ev sahipliği yapmıştır.  Konsolosluk büroları, sahil boyunca görkemli yapılarında yer alıyorlardı.  Kentte  her etnik grubun kendi mahalleleri vardır.  Bu mahalleler,  tek katlı ahşap ya da son derece konforlu çamur kerpiçten yapılmış bitişik nizamlı evlerden oluşuyordu. Frenkler ya da Avrupalılar, deniz kenarında oturuyordu. 1529’dan beri burada olan Ermeniler kendi kiliselerinin çevresinde toplanmışlardı. Bölgeye 1660’da göç eden ve İbraniceleşmiş İspanyolca konuşan geniş Sefarad Musevileri topluluğunun mahallesinde üç yüz adet ev ve bir sinagog vardır. Rum Ortodoks nüfusunun, 1740’a kadar yaklaşık elli evden oluşan kendi mahalleleri ve 1793’e kadar da bir kiliseleri vardı. Bunlardan Frenk mahallesi, 1860 yangınında harabeye dönmüş; Rum, Musevi ve Ermeni toplulukları ise 1865 yangını ile neredeyse tümüyle yok olmuştur. Genelde ahşap evlerden oluşan Türklerin oturduğu mahalle ise, kırk kadar ailenin evsiz kaldığı 1857 yangınından sonra, sokakların genişletilmesi ve ahşap evlerle taş evlerin ayrılması şeklinde yeniden düzenlenmiştit. Yangınla gelen tahribatı engellemeye yönelik bir başka önlem ise, ahşap evlerin tehlikeli bir şekilde yakınında olan çanak çömlek fırınlarının kent dışındaki bir bölgeye taşınmasıdır. 1865 yangınından sonra, kent, sonunda Sarıçay  üzerindeki ahşap köprüden diğer yakasına doğru genişlemiştir. Kalabalık kentin pisliğine tezat olarak, bu bölge, zengin ve güzel ve temiz bir çevreye sahip olur. Çevrede bulunan tarlalar; pamuk, üzüm, susam, zeytin, turunçgiller ve bazı başka meyveler yetiştirilerek çok iyi işlenmişti. Rum ve Türk bayramlarına ev sahipliği yapan güzel manzaralı çayın kıyısını çınar ağaçları gölgelisinde unutulmaz şenlikler yaşanır. Kentin arkasında ise Türk, Yahudi ve Hıristiyan mezarlıkları bulunmaktadır.

O dönem yapılan nüfus tahminleri çok fazla değişkenlik gösterse de, 18. yy.’ın sonunda, iki bin civarında ev bulunuduğu ve bunların çoğunluğunn çiftçilikle geçinen yaklaşık on bin kişiyi barındırdığı tahmin edilmektedir. Bir İngiliz gezgin 1816’da, reaya’nın ya da gayri-müslim Osmanlı vatandaşının arasında seksen Yahudi, 150 Ermeni ve üç yüz de Rum evinin olduğunu yazar. Geri kalan nüfus ise Türklerden oluşmaktadır. 1844’te yazılmış bir rapora göre ise burada yirmi İngiliz vardır. Genel nüfus tahminlerinde, kentte yaşayan insan sayısı 1842’de on bir bine, 1856’da Kırım Savaşı’ndan sonra ise, yaklaşık yirmi bine yükselmektedir. Tabaklama, ip, sabun, reçel üretimi, demircilik gibi küçük ölçekli ticareti Rumlar, Ermeniler ve Musevilerin yürütüğü; Türklerin ise silah yapımı ve gemi yapımı konusunda yoğunlaştıkları belirtilmektedir. Kentin ortak dili Türkçe’dir. Rumlar, Ermeniler ve Sefarad Musevileri  aralarında kendi dillerini konuşmaktadırlar. Avrupalılar ve diplomatik topluluğun Levantenleri ise aralarında genellikle Fransızca konuşurak anlaşırlarmış. Museviler tüccarlar  gemi tedarik ederek, çevre yerleşmelerin bağlarından topladıkları üzümlerden yapılan kırmızı şarabı, İstanbul, İzmir, Halep, Fransa ve İngiltere’ye kadar ihraç ederek kazanç sağlamışlardır. İşte  19. yüzyılın ortalarında oldukça yoğunlaşan bu ticaret sürecinde Çanakkaleli Museviler, bir yüzyıldan uzun bir süre İngiliz şirketlerinin temsilciliklerini yaptılar. Bunlar aileler arasında özellikle Tarragano ve Gormezano aileleri, Avrupalı seyyahlar ve çeşitli Avrupa ülkelerinin fahri konsolosuk işlerinde etkin olmuşlardır. Tarraganolar, tek başlarına İngiliz konsolos yardımcılığı ve Rus Konsolosluğu’ndaki görevlerini birkaç kuşak boyunca sürdürmüşlerdir. Bir kimsenin ya da ailenin, birkaç ülkeyi aynı anda temsil etmesi, o zamanlarda normal görülmektedir. İşte bu işlev uzun yıllar boyunca  Calvert ailesi tarafından da gerçekleştirilir.  Konsolosluk büroları, Calvert ailesinin yaşadığı ve geçimlerini sağladığı, ticaret yaptığı Çanakkale’nin içindeki konaklarda yer almaktaydı. Calvertlerin dayısı  Charles Alexander Lander (1786-1846), 1829’da İngiliz konsolosu olarak Çanakkale’de göreve başlamıştır. Onun ölümü sonrasında ise bu işlevi  Calvert kardeşler uzun bir süre devam ettirmişlerdir.  Çanakkale’nin 18. yüzyılda başlayan çok kültürlülük,  kesintilerle de olsa 1960’li yılların sonuna kadar devam etmiştir.

 

 

FacebookMastodonEmailShare

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version