Genel
“Annemarie Schimmel Olayı” ya da Müslümanlığa Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
Hayatımın üniversite eğitimi açısından önemli bir bölümü Almanya’da geçti. Bunun benim için olumlu ve olumsuz yönleri oldu. Olumlu yönü, beşyüz yıllık bir üniversitede akademik anlamdaki tüm gelişmeleri, sorunları, soruları görme, anlama, kavrama, öğrenme imkanına kavuştum ve bunu elimden geldiğince iyi değerlendirmeye çalıştım. Olumsuz tarafı ise, ‚Avrupa tini ‚ olarak tanımlayabileceğim mirası öğrenme sürecinde yaşadıklarımdı. Halen devam eden bir öğrenme süreci olarak tanımlayacağım bu çabayı, uzun, derin, karmaşık ve çok çetin bir labirent olarak tanımlayabilirim. Bu labirentte pekçok kez yüzümü labirenttin duvarlarına çarptım. Özellikle‚ Avrupa kültürü’nün farklı kültür ve inanca yaklaşımındak, bazı ‚çifte standartlar‘ beni çok şaşırttı ve şaşırtmaya devam ediyor. Bu algılamalarımı 90’lı yıllarda ‚Doğu’nun Oryantalizmi Sorgulaması‘ üst başlığıyla yayınladığım makalelerde uzun uzun anlattım. Bu olaylardan bir tanesi benim ‚Annemarie Schimmel Olayı‘ olarak tanımladığım olaydır.
İslam coğrafyası dışındaki en önemli islam ve tasavvuf araştırmacısı olarak kabul ettiğim Annemarie Schimmel’in (1922- 2003) başına gelenler ‚Avrupa tininin‘ farklı kültür ve inanç algılamalarındaki ‚çifte standartlarına‘ verilecek önemli bir örnektir. Yayınlarından bildiğim Schimmel’i Tübingen’deki konferanslarında tanıma fırsatına sahip oldum. Daha sonra kendisini ziyaret ettiğim Bonn ve Köln ’deki sohbetlerimizde, onun, yazdıklarının da ötesinde ne kadar derin ve engin bir bilgi kaynağı olduğunu gördüm. Akademik derinliği Avrupa’da da büyük saygı görüyordu, taa ki 1995 yılında Almanya’daki Yayıncılar Birliği’nin her yıl verdiği ‚Barış Ödülü’nü alana kadar. Bu ödülün kendisine verildiği duyurulduktan kısa bir süre sonra yapılan röportajların birinde Schimmel şunları söylemişti:
‚Ölüm fetvasını doğru bulmuyorum, ancak Salman Rushdie’nin müslümanları yaraladığını söyleyebilirim. Hz. Muhammed sevgisi nedeniyle Rushdie’ye duyulan öfkeyi de anlayabilirim‘. Schimmel bu sözleri bir akademisyen, inanmış bir müslüman olarak söylemişti. Kısa bir süre sonra Almanya ve Avrupa’daki pekçok aydın ve yazar Schimmel’i ‚linç‘ etmek için harekete geçmişlerdi. Özgürlükçü Daniel Cohn Bendit’den Nobelli Günter Grass’a, Avrupa’nın yaşayan en önemli filozofu sayılan Jürgen Habermas’dan uslanmaz feminist Alice Schwarzer’a kadar farklı gruptan insanlar bir anda ‚ortak payda islam karşıtlığında‘ buluşmuşlardı. Schimmel’e düşündükleri ve hissettiklerini söylemenin bedelini ödetmeye çalışıyorlardı. Ömrünü Doğu-Batı barışına adayan bu güzel insanı çok üzdüler. Bense hem ‚oldukça önemsediğim yazar ve kültür insanlarının tek taraflı bu tepkisine şaşırmış, hem de Schimmel’in bunlar tarafından yaralanmasına çok üzülmüştüm.
Bütün bunları niçin yazdım. İnanç üzerinden benzeri oyunlar şu günlerde de oynanıyor. Avrupa’da yaşayan başka din ve ideolojiden arkadaşlarımızla bu durumu tartıştığımızde bana ‚Avrupa özgürlükçü düşüncenin’ sınırlarını aktüel bir örnekle veriyorlar. Türkiye’de pek bilinmeyen bir sanat olayını, aylardır Fransa’yı ‚özgür düşünce‘ bağlamında nasıl uğraştırdığını ve sonuçlarını anlatıyorlar:
İspanyol yazar Rodrigo Garcia’nın ‚Golgota Picnic‘ isimli oyununu, İtalyan tiyatro yönetmeni Romeo Castellucci birkaç yıl önce Paris’te sahneye taşır. Ancak ‚ gelenekselci hristiyanlar , hristiyanlık ve Hz. İsa düşmanı olarak gördükleri bu oyunu protesto ederler. Oyun yönetmeni ve tiyatro tehditler alır. Çünkü oyunda hristiyanlara ve Hz.İsa’ya eleştirel bir bakış açısı vardır. Bazı bölümlerde ‚hristiyanlar sübyancı, Hz. İsa şeytan olarak‘ tanımlanmaktadır. Teolojik olarak çok ağır ve şok eden bölümlerde söz konusudur oyunda. İnanmış hristiyanların yoğun protesto sonunda olay mahkemeye taşınır. Uzun süren mahkeme süreci sonunda oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni ‚düşünce özgürlüğü‘ argümanıyla tüm suçlamalardan aklanırlar. Oyun büyük güvenlik önlemleri altında sahneye konur, halen de sahnelenmektedir. Yani Avrupa’daki düşünce özgürlüğü galip gelmiştir. Hiç kimse ‚Sübyancı Hristiyanlar‘ dediği için Fransa’da cezalandırılmamıştır.
Son günlerde Hz. Muhammed’i hedef alan karalama çabalarının kimi müslüman ülkelerde yol açtığı tepkilere karşı, bana verilen örnek budur. Ancak bu karşılaştırmanın doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü iki farklı dinin, farklı çıkış ve gelişim çizgileri vardır. Bu temel üzerine kurulu ’inanç kültürü’ de farklı değerlere sahiptir. O nedenle farklı dinlerdeki algılama ve tepkileri birbirleriyle karşılaştıramazsınız. Aslında bu değerlendirmede de bir çifte standart söz konusudur. Çünkü kültürleri kendi değerlerine göre ele almak gerektiğini öne süren ’göreceli kültür teorisi’ de modern anlamda bir Avrupa düşün ürünüdür. Bunun istenilen yerde kullanılması, istenilen yerde kullanılmaması da, benim için ’Avrupa kültüründeki çifte standart değerlendirmeye’ verilecek iyi bir örnektir.