Genel

Hangi İlim Daha Şereflidir?

Yayınlandı

-

Bu yazı tumhaber.com’dan alıntılanmıştır.

Okullar açıldı, eğitim ve öğretim başladı. Yeni öğretim yılının ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Her eğitim kurumu yeni öğretim yılının açılışını çeşitli etkinliklerle kutladı. Bu çerçevede her üniversite, her fakülte ve her yüksekokul, kendi içinde çok renkli ve çok canlı açılışlara ve toplantılara şahit oldu. İşte bu yazımda bunlardan, mensubu olmakla iftihar ettiğim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki bir açılıştan -daha doğrusu bir tanışma toplantısından- ve bu açılış dolayısıyla zihnimde çağrışım yapan bazı düşüncelerden söz edeceğim.

Dekanlığımız, son derece isabetli bir karar alarak hazırlık sınıfı öğrencileriyle fakültemiz hocalarını tanıştırma amacıyla bir oryantasyon toplantısı düzenledi. Bu, bir anlamda fakültemizin açılış töreni işlevini de gördü sayılabilir. Sayın dekanımızın konuşmasından sonra fakültemiz hocaları, sırasıyla kendilerini, çalıştıkları bilimsel disiplinlerini ve çalışma sahalarını/konularını tanıttılar. Bu tanıtım esnasında bazı ilim dallarının şerefi/üstünlüğü ile ilgili konuşmalar/tartışmalar oldu. Bunun üzerine hatırıma hemen klasik kaynaklarımızdaki bazı ifadeler geldi. Buna göre söz konusu kaynaklarımızın hemen başında besmelenin, hamdelenin (Allah’a hamd etmenin) ve salvelenin (Peygamber’e salavat getirmenin) açıklanmasından sonra ilgili ilim dalının tarifi, konusu, faydası ve şerefinden/üstünlüğünden bahsedilir. Yani kitabın yazarı, hangi ilim dalıyla uğraşıyor ve kitabını hangi ilim dalında yazıyor ise o ilim dalının diğer ilim dallarından daha üstün ve daha şerefli olduğunu iddia etmektedir. Bu durumda yazar Kelamcı ise en şerefli ilim Kelam ilmidir, Tefsirci ise Tefsir’dir, Hadisçi ise Hadis’tir, Fıkıhçı ise Fıkıh’tır. Bu bütün ilim dalları için aynı şekildedir.

Peşinden, bahsedilen ilim dalının şerefi ile ilgili bu ifadeler bana İslam medeniyetinin Rönesans ve Aydınlanma devri kabul edilen mîlâdî 10. yy.da yaşamış olan büyük İslam bilgini, filozof/kelamcı Ebu’l-Hasan el-Âmirî’nin (ö.381/992) bir sözünü/yaklaşımını hatırlattı. Âmirî, Kur’an’da geçen altı din arasında, yani İslam ile Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik, Sabiilik ve Putperestlik arasında, inanç, ibadet, siyaset, toplumsal yapı, tarih ve uygarlık, ilim ve kültür açılarından yaptığı karşılaştırmalardan söz eden “el-İ’lâm bi-Menâqibi’l-İslâm”adlı eserinde bu yaklaşımını beyan etmektedir. Âmirî’ye göre “hiçbir ilim/bilimsel disiplin diğerinden daha üstün, daha iyi, daha şerefli değildir, her ilmin kendi içinde ve kendisine göre ayrı bir üstünlüğü ve şerefi vardır, bütün ilimler iyi ve şereflidir, kötü olan yalnız ve yalnız cehalet ve anlayışsızlıktır”. (Âmirî, el-İ’lâm bi-Menâqibi’l-İslâm, Tah. A. A. Ğurâb, Riyad, 1408, s. 96, 107; Hidayet Işık, Âmirî’ye Göre İslâm ve Öteki Dinler, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 39).

Aslında her bilim insanının, kendi uğraştığı bilim dalını diğerlerinden farklı görmesi bir dereceye kadar normal sayılabilir. Ancak bu, bizi, o ilmin daha şerefli, daha değerli ve daha üstün, diğer ilimlerin ise daha değersiz ve daha aşağıda oldukları anlayışına götürmemelidir. Âmirî’nin sözlerini de bu bağlamda bir uyarı olarak almak gereklidir. Söz gelimi Kelam ilmi, Allah’ın varlığını, birliğini ispat edip, sıfatlarını açıkladığı için elbette şereflidir. Hadis ilmi, Hz. Peygamber’in hadislerini bize kadar ulaştırdığı için elbette değerlidir. Hatta Hadis ilmi, bazı alimlere göre “İslâmî ilimlerin kaynağıdır” ve “Kur’an’ın Hadis’e olan ihtiyacı, Hadis’in Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır”. Çünkü Kur’an’ı Yüce Allah’tan alarak bize ulaştıran Hz Peygamber olduğu gibi, bazı ayetlerin tefsirini yaparak Kur’an’ı anlamamızın ve diğer ilimlerin yolunu açan da yine O zirve insan, ufuk peygamberdir. Bunun yanında Felsefe, aklı ve düşünceyi geliştirdiği için elbette iyidir ve hatta “beşerî ilimlerin kaynağıdır”. Benim çalıştığım Dinler Tarihi, hem bütün dinleri hem de her dinin içindeki bütün branşları ayrı ayrı içeren çok kapsamlı ve külliyetli bir bilimsel disiplin olduğu için elbette farklıdır. Örnekleri çoğaltıp bunları bütün bilimsel disiplinlere uygulamak mümkündür. Ama bunların hiçbiri diğerinden daha iyi ve daha şerefli değildir. Âmirî’nin dediği gibi bütün ilimler kendi içinde zaten iyi ve şereflidir. Kötü olan yalnızca cahilliktir ve Yüce Allah Kur’an’da Hz. Musa’nın dilinden “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” ayetiyle (Bakara 67) bize seslenmektedir.

Bunun yanında ilimlerin gelişmesi ve genişlemesi ile birlikte branşlaşma zorunlu hale gelmiştir. Bu yüzden her bilim insanının ayrı bir branşı vardır. Ancak bu, ilimlerin birbirinden ayrı/kopuk olduğu ve aralarında bir irtibat olmadığı anlamında değildir. Hangi ilim dalıyla uğraşırsa uğraşsın, her bilim insanı bir dereceye kadar diğer ilimlerden de haberdar olmak zorundadır. Çünkü ilimler arasında bizim sandığımızın da ötesinde müthiş bir ilişki/ilinti/bağ/bağıntı vardır. Bunları çok basit anlatımlarla izah etmeye çalışalım.

Örneğin Matematik ile söz gelimi Kelam, Felsefe ve Tasavvuf arasında müthiş bir ilinti bulunmaktadır. Zira bütün sayıların aslı “bir”dir. Bütün sayılar bir rakamından türemiştir. Bütün varlıkların da aslı “Bir”dir, bir olan Yüce Allah’tır. Her şey bir olan Allah’tandır ve varlık alemi Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisinden/zuhura gelmesinden ibarettir. İşte Matematik, Kelam, Felsefe ve Tasavvuf arasındaki ilinti.

Sıfır, sayıların, dolayısıyla birin bilinmesi içindir. Sıfır olmadan sayıların ancak dokuza kadar bir anlamı vardır. Sayıların matematiği sıfır olmadan ve sıfırın anlamı bilinmeden anlaşılamaz. Matematik’teki sıfırın Tasavvuf’taki karşılığı insanın nefsini sıfırlaması, yani nefsani sıfatlarından kurtulup tanrısal sıfatlarla bezenerek “Fenâ”ya ulaşmasıdır. İşte insan da varlık duygusuyla, kibir, gurur ve enaniyetle, yani nefsini sıfırlamadan ancak bir dereceye kadar bir anlam taşımaktadır. Bu durumda insan sıfır derecesine ulaşmadan ilahi hakikatler anlaşılmaz ve insanın bu hakikatlere ulaşması mümkün olmaz. İşte Matematik ve Tasavvuf arasındaki ilinti.

Sayının sonsuza bölümü sıfırdır, sonsuzun sayıya bölümü sonsuzdur. Yani sonlu/sayı olan dünyanın, sonsuz olan ahiret karşısındaki hükmü sıfırdır; sonsuz olan ahiretin, sonlu/sayı olan dünya karşısındaki hükmü ise sonsuzdur. İşte Matematik, Kelam ve Felsefe arasındaki ilinti.

Kur’an-ı Kerim’in İhlas suresinde Allah’ın doğurmadığı, doğurulmadığı ve hiçbir şeyin O’na denk olmadığı anlatılmaktadır. Oysa Hıristiyan teolojisine göre ise Hz. İsa ve Kutsal Ruh Yüce Allah’tan doğmuşlardır ve Tanrı ile aynı cevherdendirler ve bu üçü tanrılıkta birbirine eşittir/denktir. İhlas suresi bunu tamamıyla reddetmektedir. İşte Kur’an Tefsiri, Teoloji ve Dinler Tarihi arasındaki ilinti.

Örnekleri bir hayli çoğaltmak mümkündür ve eğer çoğaltacak olursak bu yazının kitap hacmine ulaşması gerekir.

Öte yandan İslam bilginleri, ilimler arasındaki bu müthiş ilintiden/ilişkiden hareketle, bir ilmi çok iyi bilen ve o ilimde derinleşen kimsenin o ilimden diğer bütün ilimlere yol bulacağını belirtmişlerdir. Bunun için de önce ansiklopedik bilgi sahibi olduktan sonra uzmanlaşma gerekmektedir. Bununla ilgili meşhur bir kıssa anlatılır:

Halife Harun Reşid’in huzurundaki bir bilimsel tartışmada, Arap gramercilerinden İmam Kisâî bir ilimde derinleşen kimsenin diğer ilimlere yol bulacağını dile getirince meşhur Hanefi Fakihi ve İmam Azam’ın öğrencisi İmam Muhammed, “O zaman ben sana Fıkıh ilminden bir soru soracağım, sen ona Gramer ilmiyle cevap ver”, der. Soru ve cevap şudur:

“Namazda namazı bozmayacak bir hata/yanlış yapılırsa ne gerekir?”.

“Sehiv/yanılma secdesi”.

“Peki, sehiv secdesinden sonra tekrar bir hata yapılırsa tekrar sehiv secdesi gerekir mi?”

“Gerekmez”.

“Peki nasıl ve hangi usul kaidesi/bilimsel metodoloji ile buna cevap verdin?”

“el-Musağğar lâ yusağğar kuralı ile”.

“Doğru söyledin, tekrar sehiv secdesi gerekmez.”

Arap gramerindeki “el-musağğar lâ yusağğar” kuralı, bir ismin küçültükdükten (el-musağğar) sonra (nâsır-nuseyr, yavrum-yavrucuğum gibi) tekrar küçültülemeyeceğine (lâ yusağğar) dair bir kaidedir. Sehiv secdesi tabiri caizse namazın küçültülmüş şeklini ifade etmektedir. Bir küçültmeden sonra ikinci bir küçültme yapılamayacağı gibi bir sehiv secdesinden sonra da ikinci bir sehiv secdesi yapılmaz, bütün hatalar için tek bir sehiv secdesi yeterlidir. Burada Kisâî, Gramer ilminde son derece ustalaşınca oradan Fıkıh ilmine bir yol bulmuş olmaktadır. Bu, bütün ilim dalları için böyledir.

Buradan tekrar Âmirî’ye dönecek ve onun ilimle ilgili görüşlerine devam edecek olursak o, söz konusu eserinde (Âmirî, el-İ’lâm, s. 74-107; H. Işık, Âmirî’ye Göre, s. 39-40) ilmi, “bir şeyi hatasız ve zelelsiz, bulunduğu şekilde ihata etmektir” diye tanımlayarak sayfalarca süren oldukça uzun bir ilimler sınıflaması yapar.

Âmirî’ye göre amelsiz ilmin bir değeri yoktur, bu yüzden insanlar için ilim tek başına yeterli değildir. Bu noktada o, felsefecilerden ve batınilerden bir gurubun, ilimde derinleşen kişiye kulluk görevlerini yerine getirmesinin gerekmediği, ilmin ancak cehaletten kurtulmak için gerektiği şeklindeki görüşlerine şiddetle karşı çıkmıştır. İlmin amelin başlangıcı, amelin de ilmin tamamlayıcısı olduğunu belirterek amel etmenin faziletlerini uzun uzun anlatmış ve “ilim için ilim” veya “zatı için ilim” anlayışının karşısında olmuştur.

Ona göre ilim, dînî/millî ve felsefî/hikmî/hikemî şeklinde ikiye ayrılır. Her ilmin erbabı vardır; dinî ilimlerin erbabı peygamberler, felsefî ilimlerin erbabı da hakîmler/filozoflardır. Buna göre her peygamber hakîmdir, fakat her hakîm peygamber değildir. Dînî ilimler de, 1. Hissi, muhaddislerin ilmi, 2. Aklî, kelamcıların ilmi, 3. His ve akıl arasında ortak, fakihlerin ilmi şeklinde üç kısma ayrılır. Lugat ilmi de, bütün bu ilimlere yardım eden alet ilmi mesabesindedir.

Felsefî ilimler de, 1. Hissî, tabiatçıların ilmi, 2. Aklî, ilahiyatçı filozofların ilmi, 3. His ve akıl arasında ortak, riyaziyatçıların ilmi şeklinde üç kısma ayrılır. Mantık ilmi de bu ilimlere yardım eden alet ilmi mesabesindedir.

Düşünürümüz felsefi ilimleri de, 1. Riyazi, 2. Tabi’î, 3. İlahiyat ilimleri olmak üzere üçe ayırır. Ona göre bunlar içinde İlahiyat ilimlerinin özel bir yeri vardır, çünkü bu ilimlerle evrenin yaradılışı ve Tanrı bilgisine ulaşılır. Bu noktada Âmirî, Müslüman alimlerden hiç kimsenin, İlahiyat ilimlerini bilmeden filozof ismini almadığını söylemektedir. Bununla birlikte, yukarıda bahsettiğimiz üzere ona göre her ilmin kendisine ait bir şerefi ve üstünlüğü vardır, kötü olan yalnızca cehalet ve anlayışsızlıktır.

Ancak burada, Âmirî’nin ilimleri dînî ve felsefî ilimler diye ikiye ayırmasını doğru bulmadığımı belirtmeliyim. Aynı şekilde ilimlerin dînî ve dünyevî şeklinde kategorize edilmesini de doğru bulmuyorum. Din hayatın bütününü kuşattığına göre ilimlerin bütününü de kuşatmalıdır. Kanaatimce bütün ilimler dînî ilimler içerisindedir. Yani dînî ilimler deyince anlamamız gereken yalnızca İlahiyat ilimleri değildir. En seküler görünen ilimler bile din ilimleri içerisindedir. Bu anlamda Tefsir, Hadis, Fıkıh Kelam ve diğerlerinin yanı sıra Fizik, Kimya, Tıp, Astronomi, Tarih, Coğrafya ve diğerleri de dînî ilimler kategorisindedir. Nitekim Kur’an’ın anlaşılması için yalnızca İlahiyat ilimleri yeterli değildir, fen ve sağlık bilimleri ile sosyal bilimlere de ihtiyaç vardır. Bu durumda ilimle uğraşan, hangi ilimle uğraşırsa uğraşsın sonuçta dînî ilimle uğraştığı için bunu bir ibadet şuuru içinde yapmalıdır.

Fakültemizin tanışma toplantısı dolayısıyla zihnimde çağrışım yapan düşünceler bunlar. Yüce Allah hepimize ilimde derinleşmeyi ve neticede ilimlerin gayesi olan Marifetullah’a/Tanrı bilgisine ulaşmayı nasip etsin. Allah’a emanet olunuz…

6 Yorum

  1. Mustafa

    08 Ekim 2012 at 10:49

    İnançla bilimi (ya da Arapçası ilmi) karıştıran, aslında şirk koşturan bir anlayış. Yani inançla ile müspet bilimleri neden yan yana getirme zahmetine bulunuyor ki? Bilimle alakası olmayan, Kuran-ı Kerim yerine İmam Gazal-i okuyan; ne islami ve ne de dünyevi olan bu zatlar önüne Prof ünvanı alınca kendilerini bilim adamı sanıyor? Bilimde 1. Kural tarafsızlıktır. Daha 1. Kuralda bozuyorsun, çünkü inancını işin içine sokuşturuyorsun. İnançlı bilim insanları elbet çoktur, ancak bilimli inanç insanları yoktur! Bilimle inancı, ideolojiyi veya başka bir düşünsel olguyu yan yana getiren insanın niyeti kötüdür.

    • MUSTAFA

      17 Ekim 2012 at 21:43

      Sayın Mustafa Bey; Tarafsızlık diyorsun, hiç bir kimse tarafsız değildir. arafsızlık insanın doğasına terstir. Tarafsızızm diyen yalan söylüyor. O zaman insan bilimsel değerlendirmeleri, kendi birikimi ile kültürel altyapısıs ile yapar ve bir sonuç çıakrtır. Bu sonuç da onun ilim/bilim adamı seviyesini oratya koyar. Sen daha ilimle bilim arasındaki farkı bile bilemeyecek kadar cahil birisin kalkmışsın bir ilim adamının değerlendimrye yelteniyorsun. Bu çok büyük bir cahilliktir ve hadsizliktir. Bilim/İlim bir gün sana bu hadsizliğinin cezasını ödetecektir. Bundan emin ol ve bu yazımıda asla unutma. Kafanda şimşekler çaktığında bu yazımı hatırlıyacaksın. Bu arada çok basit olarak ilim nedir bilim nedir ondan bahsedeyim de bunu da basit anlamda da olsa öğren. İlim okunarak elde edilen bilgidir. Bilim ise dneyerek elde edilen bilgidir. İkisis arasındaki fark budur. Sana iyi akşamalr. Eleştirmek çok güzeldir ama haddimizi bilerek yapmalıyız.

      • Celâleddin ÖZBEK

        17 Ekim 2012 at 22:01

        İlim = Bilimdir. İlim, bilimin eski adıdır. Bilim kelimesi daha hiç kullanılmazken müslüman tıp bilginlerinin bilgisine bilim mi deniyor du? Elbetteki ilim deniyordu. O zaman da deneyler yapan müslüman bilim adamları vardı. Bu kadar basit şeylere müslümanların takılmasının devam etmesi müddetince müslüman kâfir bütün bilim adamlarının kabul edeceği uluslararası bilim adamlarını çıkarmamız mümkün olmaz. Çünkü daha Allah’ın ilminin ne olduğundan habersiziz demektir.

  2. offf

    13 Ekim 2012 at 16:36

    yapma hocam, atma hocam din kardeşiyiz canım hocam!

  3. Celâleddin ÖZBEK

    17 Ekim 2012 at 21:49

    Yorumlar da delillerle olmalıdır. Yapılan eleştirilerin delili yoktur. Hatta bilim dışı eleştirilerdir. Bilmeyerek de olsa hakikati gizlemektir. Hakikati gizlemek ise müslümanlara yakışmaz. Bilim Evrenin kurallarını keşfedip, bu kuralların potansiyellerini ve hayatın içinde olanlarını anlayışlara ve kullanıma sunmaktır. Bu kuralların hepsi de evrenin işletim sistemindendir. Yani Levh-i Mahfuz’dandır. Bilimin tespit ettiği her şey Levhdendir. Levhde olmayan birşey yoktur. Olması da mümkün değildir. Hatta Kur’ân dahi Levh’dendir. Yani Levh en büyük kitapdır; her şey ondaki programa göre yaratılmıştır ve onun tarafından sevk ve idare edilmektedir. Kur’ân aynı şeylere aynı ismi verir. Kur’ân’nın her cümlesine âyet denir. Her cümlesi mutlak doğrudur. Çünkü onlar Levh’dendir. Kur’ân’a göre, bilimin bulduğu kanunlar da Levh’dendir. Bunu Kur’ân çevrenizdeki âyetler diye ifade ediyor. Yani Kur’ân’la Bilim aynı şeylerdir. Çünkü Kur’ân da bilimsel kanunlar da Levh’dendir. Levh’in kurallarından; kanunlarından; sistemindendir. İnsan bilimsel verileri inkar ettiğinde, Levh’in kanunlarını inkar etmiş olur. Kur’ân da Levh’den olduğundan Kur’ân’ı da inkar etmiş olur. Bilimle Kur’ân’ı ayrıymış gibi gösterme çalışmaları böyle tehlikeli ve yanlış; cehalet görüşleridir. Sanki Evreni Allah yaratmamış da başkası yaratmış gibi evrensel kurallar reddedilmemelidir. Evren Kur’ân okunur gibi okunmalıdır. Dikkat edin evreni yaratan Allah’tır. Başkası değil. Hatta şu da düşünülmelidir. Allah’ın nezdinde tek bir din vardır. O da İslam’dır. İslâm dininin tam karşılığı da Levh-i Mahfuz’dur. Levh-i Mahfuz da evrenin işletim sistemidir. Evrenin düzeninin kuralları İslâm dinidir. Evrende de tek bir tane düzen vardır. O da İslâm dinidir. Bilimsel verilerin her biri de İslâm dinindendir. Bırakın Kur’ân’la bilimin örtüştüğünü, ikisi aynı şeydir; İslâm’dır, Levh-i Mahfuz’dur; evrenin işletim sistemidir; Allah’ın ilmidir. İtirazınızın her hangi bir delili varsa lütfen yazınız. Delille itiraz etmeye kalkınca biraz düşüneceksiniz, birazcık olsun düşündüğünüz zaman delil bulamayacağınızı, çok ciddi bir hatada düşüncesizce israr ettiğinizi göreceksiniz. Evrenin İşletim Sistemi kitabını okursanız da bunları çok daha iyi anlayabileceksiniz. Bu şekilde İslâm’a, müslümanların perde olması ortadan kalkmış olacaktı. Ne garip ki öyle ve en büyük sıkıntılarımızdan biri budur.
    Saygılarımla.

  4. Hadi

    24 Ekim 2012 at 18:30

    Bir de hocalarımız yazdıkları ile amel etse! Selam almayan, üç kuruşluk menfaati gözetip çevresini görmeyen kişide ilim olsa ne yazar, bilim olsa ne yazar.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version