Öğrencilere kalite, hijyen, Avrupa Birliği (AB) kriterleri gibi dersleri anlatırken sürekli olarak Avrupa’yı, oradaki standart uygulamalarını anlatmak durumunda kalıyorum. Günümüzde AB’ne girebilmek için veya kalite standardı belgeleri alabilmek için temizlikte, hijyende vs. Avrupa ölçülerini yakalamak, onlar gibi olmak gerekiyor. Aslında bu standartların önemli bir kısmını zamanında Avrupa’ya bizim ecdadımızın öğrettiğini de biliyoruz. Bu haftaki yazımızda bu konu ile ilgili ilginç bulduğum örnekleri sizlerle paylaşmak istedim.
Osmanlı’yı çok iyi tanıyan İskoç asilzade ve İngiltere milletvekili H. Munro Butler Johnstone, “Türkler” isimli eserinde Avrupa’yı ve Osmanlı’yı karşılaştırarak, şunları ifade etmiştir:
“Osmanlı sadece yeryüzünün en kibar milleti değil, aynı zamanda en temizidir de. Gerçek şu ki, temizliğin dışında nezaket hiçbir şey ifade etmez. Her ne kadar “temizlik dindarlığın diğer bir adıdır” sözü Hristiyanlar tarafından da söylense bile, onu uygulayanlar Osmanlılardır. Temizlik onlar için sadece sıhhat amacıyla uyulan bir şey değildir. Onu samimi olarak dinî görevlerinden biri sayarlar. Avrupalılar, pislik bulaşmış bir şeyi temiz kabul etmezler; fakat bir Türk pisliğe hafif temas etmiş bir şeyin kirli olduğunu kabul eder. Daha ötesi, Türklere göre evler de insanlar gibi tertemiz ve kirlenmemiş olarak tutulmalıdır. Her Türk evinin eşiğinin üstünde ısmarlama pirinç harflerle; “Pis hiç bir şey bu eşiklere değmesin” yazılmaktadır. Bundan dolayıdır ki hiçbir moda veya özenti, Türkleri ayakkabılarını kapı dışında çıkarmaktan alıkoyamamıştır. Onun evi temizliğin mabedidir”.
Türk evlerinin bu temizliği karşısında Avrupa’da ise evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki “It’s raining cats and dogs” (Kedi-köpek yağıyor) deyimi işte buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar da bu nedenle icat edilmiştir. Avrupalıların evlerinde zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. “Dirt poor” (toprak kadar fakir) tabiri de buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar, kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere ‘thresh” (saman) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı ‘thresh hold” (saman tutan) dır, ki biz buna Türkçe’de eşik deriz.
TUVALET SUYU (PARFÜM)
Osmanlı’da sanayi ilk kez sabunla başlamıştır. Sabunun üretimi, kalitesi, fiyatı, kontrolü, ticareti ve sabuncu esnafı konularında oldukça fazla vesika ve düzenleme bulunması dikkat çekmektedir. Avrupa’da ise, ola ki pislendiniz, sabun yok ki yıkayasınız. Fransızların parfümleri icat etmesi de buna bağlıdır derler. Dikkat ederseniz her parfümde “EAU DE TOILETTE” yazısı var. Anlamı “tuvalet suyu” demektir. Avrupalı tuvaletten çıktıktan sonra parfüm kullanırmış yani “yıkanmıyoruz ama biraz güzel kokalım” dercesine.
1667 tarihinde Osmanlı’da “Tuvalet Vakfı” kurulurken, Avrupa’da tuvalet bilinen bir şey değildi. İnsanlar ihtiyaçlarını boş buldukları alanlarda, ya da evin içinde giderip dışarıya fırlatıyordu. Şehirler bu nedenle pis kokuyordu. Bu yüzden yüksek topuklu ayakkabılar, şemsiyeler revaçtaydı. Osmanlı’da ise bu tarihlerde zaten hemen hemen her köşe başında var olan tuvaletlerin sayıları artırılıyordu. Avrupa tuvaletle tam anlamıyla olmasa da 18. yüzyılın başlarında tanıştı. Artık sarayların bir köşesinde tuvalet vardı, krallar ve aristokratlar için ihtiyaç giderme sandıkları bulunuyordu.
Avrupa’da soyluların saray bahçesinde şemsiye ile dolaşmalarının en önemli sebeplerinden birisi de, pencereden hizmetçilerin boşalttığı pisliklerin üzerlerine gelmemesi içindi. Ya da pencerelerden uzak dolaşmak gerekiyordu. 1600’lerde İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya’daki bir konağa gönderilmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti.
“TÜRKLER SIHHATLİ YAŞARLAR”
Fransız Doğu gezgini Jean Thevento,1655-1656 yıllarında İstanbul’da kalmış ve Osmanlı insanı ile Avrupalıyı kıyaslayarak sefernâmesine şu ifadeleri kaydetmiştir:
“Türkler sıhhatli yaşarlar ve az hasta olurlar. Bizim memleketlerdeki böbrek hastalıkları ve daha bir sürü tehlikeli hastalıkların hiçbiri onlarda yoktur. İsimlerini dahi bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türkler ’in bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık yıkanmaları ve yiyip içmedeki itidalleridir. Onlar, gayet az yerler. Yedikleri de, bizim gibi karmakarışık değildir. Yemeklerden evvel ve sonra elleri yıkamak, Türkler arasında vazgeçilmeyecek derecede umumi bir âdet hükmünü almıştır.”
Aynı seyyah eserinde devamla; “Osmanlı’da, sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir. Büyüklerin konaklarında ya gül suyu ya da güzel kokulu başka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız. Osmanlı, yıkanıp temizlenmeyi hiçbir zaman ihmal etmez. Takatten düşse bile çocukları, uşakları veya hanımı vasıtasıyla yıkanıp temizlenir. Öldüğü zaman da cenazesi bile şeriat ahkâmına göre yıkanıp temizlenmeden tabutuna konulmaz. Oysa Avrupalılar, hastalandıklarında veya takatten düştüklerinde temizlik kaygısını umumiyetle unutuverirler. Ölünce de evinde bulunabilen en kötü beze sarılıp dikildikten sonra tabuta konulurlar. Ailesi cesedinin en sathî bir şekilde temizlenmesini aklından bile geçirmez” diye hatıralarını kaydetmiştir.
Kanuni devrinde bir kaç yıl İstanbul’da kalan bir İspanyol seyyahı “Türkler, biz Avrupalıların pis olduğunu iddia ederler, İspanya’da ömrü boyunca iki defa yıkanmış erkek ve kadın yoktur. Yıkanmak zararlıdır. Çok kişiye zararı dokunduğu görülmüştür. Hele biz alışık olmadığımız için, bize iyi gelmez, üstelik Türkler, hamamlarda lüzumsuz yere çok su harcarlar” diyerek temizlik anlayışlarını (pislik anlayışı demek daha doğru olur herhalde) haklı çıkarmaya çalışmaktadır. O zamanlar Avrupa’daki Kastilya Kraliçesi İsabella bile, 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
GELİN ÇİÇEĞİ NASIL DOĞDU?
Kirlilik âdeti Amerika’ya da bulaşmış Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde banyo yapmayı yasaklayan ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar bile çıkarılmıştı. Philadelphia’ da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.
1500’lerde İngiltere’de işler şöyle yapılıyordu: İnsanların çoğu Haziran’da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran’da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Gelin çiçeği âdeti de buradan gelmektedir.
Banyolar, içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce’deki “Don’t throw the baby out with the bathwater” (Banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın)” deyimi işte buradan gelmektedir.
O dönemlerin Osmanlısında Türk Hamamları temizlik adına çok önemli mekânlardı. Hamam kavramı Avrupa için temiz olmak ve banyo kültürü oluşmasında öncülük yapmıştır. 1500’lü yıllarda Osmanlı döneminde, gıda ürünlerinin niteliklerini belirleyen dünyanın ilk mevzuatı yayınlanırken; o yılların İngiltere’sinde ise mutfağın durumu şöyleydi: Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. “peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old” (bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük) tekerlemesinin menşei budur.
Ne acıdır ki bugün Avrupa, temizlik mevzuunda birçok bakımdan bize misal gösterilmektedir. Kaderin garip bir tecellisi olarak onların bizden aldıkları her iyi haslete karşı biz de onların bir kötü hasletini kendimize adapte etmişiz. Bugün bizde görülmeye başlayan bit, pire, sokakların pisliği gibi kötü durumlar Avrupa’da artık ortadan kalkmıştır. Tertemiz, sağlıklı, güzel günler dileği ile hayırlı bayramlar…
nurullah donkar
23 Ekim 2012 at 20:53
avrupalılar araştırırlar,acaba osmanlı topraklarında yaşayan erkeklerde neden prostat hastalığı yok diye?
ve vardıkları sonuç şu olur:”osmanlı toplumunda harika bir tuvalet adabı var!”
bu yazı nedir?
23 Ekim 2012 at 21:51
a) bir bilim insanı tarafından yazılmış bir makale
b) Çalakalem ele alınmış bir köşe yazısı,
c) intihal
d) metni google’da aratın cevabı kendiniz bulursunuz
dilki selim
23 Ekim 2012 at 22:21
bu makalede ne yapılmalıydı
A) cümle ya da paragraf doğrudan alındıysa (soyad, tarih, sayfa)
B) dolaylı alındıysa ve yazarın araştırmasının genelinde geiyorsa (soyad, tarih)
C) direkt yazarın söyledikleri aktarılıyrsa soyad (tarih) belirttiği gibi…. vs.
peki ya bunlar yoksa????
sametcan
24 Ekim 2012 at 14:20
D) hepsi
E) hiçbiri
belliki cevap hiçbiri…:))) google icad oldu mertlik bozuldu iyimi!!:))))
off
24 Ekim 2012 at 14:58
sametcan bunların akademik yayınlarıda böyledir. Zaten googleda intial araması yaptığında comu’de yoğun olduğunu görebilirsin.
Seviye
24 Ekim 2012 at 10:36
Bence halkın anlayacağı dilde yazılmış bir yazı
Dilki' ye
24 Ekim 2012 at 10:42
Yazi kalenin sesinde yayınlanmış İnt J Food da değil:)
Elif
24 Ekim 2012 at 11:14
Eğlenceli ve bilgilendirici olmuş hocam elinize saglık. Bu kadar sıkıcı olay icinde iyi geldi sagolun…
Editör Dilki Sen misin..
24 Ekim 2012 at 11:15
Bilsek iyi olacak.
Editör açıla "dilki" sen misin
24 Ekim 2012 at 11:16
değil misin..
Fransız
24 Ekim 2012 at 12:20
şu anda eğlence amaçlı kullanılan tahtadan uzun bacaklar da o yola dökülen pisliklere bulaşmamak içindi birde “domuzları sokağa saldık” sözü vardır eğlenceye gitmeden önce domuzları sokağı salarlarmış ki sokaklar temizlensin
off
24 Ekim 2012 at 14:12
Aynı mantıktan gidildiğinde zeybek oyunlarımız için söylenenlerde doğru demektir? Böyle bir saçmalık olurmu yazı başlı başına saçmalık.
off
24 Ekim 2012 at 14:23
TÜBİTAK Yayın Etiği Kurulu Yönergesi
Aşırma (Plagiarism): Başkalarının fikirlerini, yöntemlerini, verilerini, yazılarını ve şekillerini sahiplerine atıf yapmadan kullanmak. Sn Hisar yazınız aşırma.
Çarpıtma (Falsification): Değişik sonuç verebilecek şekilde araştırma materyalleri, cihazlar, işlemler ve araştırma kayıtlarında değişiklik yapmak veya sonuçları değiştirmek. Sn Hisar yazınızda çarpıtma var.
off
24 Ekim 2012 at 14:24
Uydurma (Fabrication): Masa başında sanal araştırma verileri üreterek araştırmadan elde edilmemiş uydurma veriler ile yayın yapmak. Sn Hisar yazınızda uydurma var.
Yazarlık Haklarına Saygısızlık: Araştırmaya bilimsel katkısı olanların isimlerini diğer yazarlara danışmadan yayından çıkartmak, bilimsel katkısı olmayan başkalarının isimlerini yayına yazar olarak yazmak, yeni yazar(lar) eklemek, yazar sıralamasını değiştirmek.
Sn Hisar yazınızda yazarlık haklarına da saygısızlık var
off
24 Ekim 2012 at 14:27
Sn Hisar Aras teyzem akademik yayınlarınızda bu yazınız gibi ise yazık işgal ettiğiniz kadroya.
off
24 Ekim 2012 at 14:30
Bu gün gelinen noktada Avrupada bebek ölüm hızı 1000de 5 in altında bizde ise 30un altında. Avrupada bildirimi zorunlu hastalıklardan ölümlerin oranı neredeyse yok gibi bizde hatırı sayılır bir noktada. Oysa biz gelenekçi muhafazakar toplumuz hatta yetinmeyiz temizlik imandan deyip çocuğumuzun bezini ağaç kavuğuna sokuştururuz?
Mal Bulmuş Mağribi
24 Ekim 2012 at 15:23
Açtırma dosyanızı.
Bu bir gazete köşe yazısı.
Senin ve eyyamvı dostlarının Dr., Yrd. Do. ve Doç. dosyalarınızdan haberleri yok mu zannediyorsun Çanakkale’nin?
off
24 Ekim 2012 at 15:45
La Mal yazının başında TÜBİTAK Yayın Etiği Kurulu Yönergesi diyor.Gazete korsan gazete de olsa yayın yayındır. Hem sana ne oluyor yazının muhatabı sen misin? Anadoluda bir söz vardır. “tavuk yumurtlarken horozun kıçı yanar” diye sen tavukmusun horozmu?
Akademik titrisini kullanan bir kişi konuştuklarına yazdıklarına dikkat edecek. çalmayacak kaynak gösterecek.
doğru
24 Ekim 2012 at 16:10
hoca da aynısını yazmış Avrupa ne halden ne hale gelmiş Türkler ne halden ne hale düşmüş
Çamur Atma
24 Ekim 2012 at 16:21
Dr. tezin ve sonrasını ver de seni bir görelim.
İdeolojik ve STÖ bağlantıları üzerinden nasıl ünvan alınıyormuş öğrensin cümle alem.
Çamur atma, yukarıda senin gibi bin tanesine fazla gelecek onurlu bir yazı duruyor.
Coğrafyacının Yayını Ziraatçi
24 Ekim 2012 at 16:22
den olursa aynan başka bir şey göstermez doğal olarak…
Ah Ah
24 Ekim 2012 at 19:28
Yazık vallahi yazık.
Adınız...
24 Ekim 2012 at 20:08
avrupada olsa istifa
Adınız...
24 Ekim 2012 at 20:49
Türkiye’de durmak yok yola devam:D
Olmadi
24 Ekim 2012 at 21:09
Ah be hoca ne yaptın neden yaptın ne gerek vardı, bari kapanış cümleniz size ait olsaydı. Bu yaptığınızı artık liseli öğrenciler yapmıyor. Bakın sizin cümlelerin sahibi (yoksa o mu sizden esinlenmiş (!) http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/batili-gozuyle-dogu-ve-batida-temizlik.html
Bu mu saygın üniversite hoca olmadı. Şimdi sizi nasıl örnek alalım. Size nasıl hocam diyelim. Şimdi size nasıl öğrenci gönderelim. Ya onlarda sizin gibi yaparsa !
nurullah donkar
24 Ekim 2012 at 21:20
arkadaşlar bu yazı kalenin sesi gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısı.makale değil ki?.İçeriginden bahsetmişsiniz, gayet anlaşılır.Bu kalenin sesi gazetesini lordlar kamarası üyeleri okumuyo netice.. orta halli çanakkale esnafı alıyor.bayramdır, hoşgörü lütfen.Bakın suriyede bile ateşkes yapıldı taraflar arasında, bayramdır diye.. Bayramınız bayram olsun değerli ÇOMÜ’lüler:)
Numan
24 Ekim 2012 at 22:00
Yazı bilimsel makale değil, gündelik bir gazetede neşredilen bir deneme yazısı. Eğer her köşe yazısında dipnotlar olsaydı o yazıları herkes okuyamazdı. Neticesinden hocamız bizlere Avrupa’da temizlik kültürünün tarihini vermiş. Çoğu genel bilgi ve pek çok kaynakta aynı şekilde geçiyor. Eminim dikkatli okurların atıf yaptığı kaynaklar da başka yerlerden aldılar. Hatta bunların bir kısmı menkıbe türünden hikayeler. Ama doğru Şükriye Hoca yazılarında daha dikkatli olabilirdi, bir parantez, küçük bir atıf yazıya da ona da bir şey kaybettirmezdi. Fakat kopartılan fırtına etrafımızda ne kadar çok art niyetli olduğunun kanıtı. Sanki karanlıkta ilerliyoruz ve pusular içindeyiz. Ne üzücü
Oldu o zaman
24 Ekim 2012 at 22:06
Oldu o zaman her bayram biri bi köşe yazısı yazsın diğer yazarlar ondan copy-paste yapsın sonra o yazıyı esnaf okuyor ki ne olacak diyelim:) Veya şöyle düşünelim Fehmi KORU, Hüseyin GÜLERCE’nin yazısını alıp kendi köşesine ben yazdım diye koyuyor. Nasıl olur
Numan
24 Ekim 2012 at 22:18
Avrupa’da temizlik konulu bir yazıdan siyasi sonuçlar çıkarma çabasına bayıldım doğrusu. O olmadı bunu verelim, olmadı bel altı vuralım. Bu şehirde kendi yazısını bile yazmaktan aciz sözde köşe yazarları yok mu? Küfür ve hakaretleri arka arkaya dizip, sonra da “oldum, ben de köşe yazarı oldum” diye ortada salınan seyyarlar yok mu? Konuştuklarını bir başkasının kaleme aldığı, sonra da köşe diye yutturdukları
Oldu o zaman
24 Ekim 2012 at 22:58
1. Benim yorumun neresinde siyasi bir yön veya siyasete ilişkin tek bir kelime var onu anlayamadım. 2. Bahsettiğin özelliklere sahip köşe yazarlarını tek tek teşhir edebilirsin onlardan arınmak hem Çanakkale’ye hemde gazetecilik mesleğine katkı olur. 3. Böylesine aleni bir olayı hangi saiklerle savunuyorsun sence hoca doğru olanı mı yapmış? Sen bana onu söyle
Numana
24 Ekim 2012 at 22:33
İyice zırvalamışşsın bu yazıyı yazan bir öğretim üyesi, toplumda saygınlığı ve örnek olmayı gerektiren bir mevkiyi işgal ediyor. Alelade bir köşe yazarlığından bahsetmiyoruz. Madem birşey yapacaksın madem bilgilendireceksin adam gibi yap, misyonun olduğunu düşünüyorsan ona göre hareket edeceksin. Bu kadar basit olmanın ne anlamı var. Bu yazıyı bir profesör bir rektor yardımcısı yazıyor. Allah aşkına hiç mi özgün düşünceniz yok. Hiç olmaza kendi alanınızda kendi çalışmalarınızın toplumu etkileyen sonuçlarını yazınız. Bu yazıya olan eleştirelede nerde küfür var Numan bey, gönül gözünüz de kapanmış gerçek gözünüzde. Bilgi kalitesini ve donanıma sahip olması gereken ve toplumda ve de akademide de öyle bilinen ve ispatlandırılan kişilerin böylesi imzalar atması saygınlığa gölge düşürür. Ben sayın Hisar tanımam, konuşmasını dinlemedim kendisinide görmedim. Çok da da büyük bir kayıp olmamış benim için. Bir prof böyle ise onun mezun ettiği öğrenci olmaz olsun
Ahmet
24 Ekim 2012 at 23:01
Maşallah Üniversite karşıtları toplanmış, Şükriye Hoca’ya vurma, onun üzerinden artık ne çıkarsa bahtlarına ayinine başlamışlar. Yukarıdaki yazıda yer alan bilgiler her yerde var. Merak eden Google’a girerse karşısına çıkar. Pek çok kitapta da kelime kelime çıkar. Tıpkı “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır” gibi bilgiler bunlar. Bunlara bir de dipnot verirseniz işiniz var demektir. ÇOMÜ’nün en iyi hocalarından birini fıkra gibi bilgiler nedeniyle karalamak ayıp bi şi
dilkicik selim
24 Ekim 2012 at 23:20
maşallah bilim karşıtları da üniversiteye toplanmış belliki… köşe yazıları yazarın kendi düşüncelerini yansıtan yazılardır, sağdan soldan kes kopyala yapıştır teknikleriyle oluşturulmaz, özgündür… sıradan bir internet sitesinde bile olsa link verilir. ana britanikadan bile alınsa atıfta bulunulur… zira yazarın kendi düşüncesinden fazlası vardır orda… anlaaaaa
Ankara
24 Ekim 2012 at 23:38
“Osmanlı’yı çok iyi tanıyan İskoç asilzade ve İngiltere milletvekili H. Munro Butler Johnstone” Bu mu Ankara. Türkiye’de herkes tanır zaten İskoç asilzade ve İngiltere Milletvekili Johnstone’u değil mi?. Hadi kula saygınız yok onu anladık ama Allah’dan da mı korkunuz yok yahu?
Müslüm
25 Ekim 2012 at 04:32
Bu durumda Kadir Kenar da, Sami Er de, diğer Çanakkale yazarları da herhalde yazdığı fıkraların altına hangi fıkra kitabından aldıklarını (sizlere göre intihal ettiklerini) yazarlar artık
Adınız...
25 Ekim 2012 at 13:33
Anonim nedir bilir misin Angus. Ama bir seyahatnameye yapılan atıf anonim olmaz
nurullah donkar
24 Ekim 2012 at 23:34
iyi yaa.. tansiyon baya düşmüş.. sevgili numan ahmet selim ..iyi bayramlar arkadaşlar.. “TEMİZ” bir bayram geçirmeniz dileğiyle..
Necla
25 Ekim 2012 at 04:33
Şükriye Hocamızın yazılarını zevkle ve bilgilenerek okuyorum. Belki de bu sitede bana en çok hitap eden yazılarda hocamızın yazıları. Yazılarını artarak devamını diliyorum. İyi bayramlar
asd
25 Ekim 2012 at 06:40
Şükriye Hocanın yazılarını zevkle okuyorum, hem bilgilendirici hem de sürükleyici. Bu tip gazete yazılarında başka bir yerden alıntı yapılmasında hiçbir sıkıntı yok. Bilimsel makale mi bekliyorsunuz yerel gazetede?!
Yuh
25 Ekim 2012 at 14:29
Emek hırsızları
Adınız...
25 Ekim 2012 at 18:05
Hocanın Osmanlı’da Temizlik yazısı da en az bu yazısı kadar özgün! maaşallah:)