Genel
Troia Hazineleri ve Schliemann
Osmanlı İmpartatorluğu’ndaki ekonomik ve siyasi krizin 19. yüzyılın sonlarındaki en yoğun olarak hissedildiği dönemlerde, iki kişi Anadolu arkeolojisinde derin izler bırakmışlardır: Osman Hamdi Bey (1842-1910) ve Heinrich Schliemann (1822-1890). Schliemann, zekası ve ticari becerisiyle zengin olduktan sonra, 1868’yılından itibaren tukunu olduğu İlyada Destanı elinde, Troia’yı keşfetmek için yollara düşmüş; 1871 Hisarlık Tepe’yi kazmaya başlamış ve 1873 yılında yaptığı kazılara, hayalini kurduğu „Priamos Hazinesi“ni (burada söz konusu hazinelerin Priamos döneminden yaklaşı 1200 yıl daha eski olduğunu ve Schliemann’nın burada büyük bir hata yaptığını da belirtmek gerek) bulmuştur. Ancak bulduğu hazinleri yasal olmayan yollarla Türkiye dışına kaçırmış ve böylece bir „hazineci, hırsız“ olarak arekoloji tarihine geçmiştir.
Osman Hamdi Bey, 1869’da İngiliz Goold, 1871’de Avusturyalı Terenzio ve 1872’de Alman Dethier’ın ardından 1881 yılında Müze-i Hümayun (Osmanlı İmparatatorluk Müzesi)’nun başına getirilmiştir. O döneme kadar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki arkeolojik kazılar hiçbir şekilde denetlenmemekte, buluntular rahatlıka yurt dışına çıkartılabilinmekteydi. Osman Hamdi Bey ise, 1882’de, o zamana kadar yürürlükte olan nizamnameyi kaldırmış ve 1884’de yeni Âsârı-i Atîka Nizamnamesi (Eski Eserler Kânunu)’ni yürülüğe koydurtmuştu. Buna göre, elde edilen buluntuların ülke dışına çıkarılması yasaklanmıştır.
1868 yılında Troas Bölgesi’nde araştırmalar yapmak amacıyla Çanakkale’ye gelen Schliemann, Çanakkale’de yaşayan ve bölgeyi iyi tanıyan Frank Calvert ile tanışır ve onun yardımıyla Hisarlık Tepe’ye gider. Buradaki kalıntılar ve höyüğün büyüklüğünden, coğrafik konumundan çok etkilenir. Daha sonra 1870 yılında, izin almadan, resmi olmayan ilk kazılarını başlatır. Kazılarda, Roma Dönemi’ne ait olduğunu sandığı duvarlar bulmuştur. Bu alandaki kazılara devam etmek için Kumkaleliler’le anlaşmaya çalışır. Olayı kendisi şöyle anlarır:
„… Bunlar arazide sürülerini otlatıyorlardı. Bana 1200 krş.luk tazminat ödediğim ve yasal bir antlaşmayala kazıların bitiminden sonra kazdığım yerleri tekrar kapatıcağımı taahüt ettim taktirde, çalışmalarımı devam ettirmen için izin vereceklerini söyledirler. Teklif bana uygun gelmediğinden Maarif Nazırı Saffet Paşa’ya başvurdurm“.
Schliemann’nın Saffet Paşa’ya başvurusu bir yazıyladır. Başvuru kabul edilir. Buna rağmen, Schleimann bir süre sonra, konuyla ilgili olarak Saffet Paşa’ya ikinci bir mektup yazar. 18 Ekim 1871’de Schliemann bu olayın gelişmesini şöyle anlatır:
„… Saffet Paşa, bilim adına ve ricam üzerine Dahiliye Nezareti, Adalar ve Çanakkale Valisi Ahmed Paşa’ya emir verip arazinin, bilirkişi kanalıyla değerini ölçürtüp, mal sahiplerini devlete vergi fiaytı olan paraya sattırmaya zorladı. Onlar da araziyi 3000 kuruşa bıraktılar…
27 Eylül’de fermanımla Çanakkale’ye geldim; ancak orada yine zorluklarla karşılaştım. Bu kez, daha önce sözünü ettiğim Ahmed Paşa, tarlanın yerinin evrakta tam belirtilemediğine inanmıştı. Sadrazamdan ayrıntılı bilgi almadan kazıya izin vermek istemdi. Bu arada meydana gelen nazır değişimi nedeniyle Bay Brown’un aklına yeni Maarif Nazır’ı Ekselansları Kamil Paşa’ya başvurmak gelmeseydi, olasılıkla iş halledilmeden uzun bir süre geçikecekti. Yeni Nazır bilime büyük bir ilgi duyuyordu. Onun Sadrazama başvurmasıyla Ahmed Paşa’ya gerekli emir verildi. Bunun üstüne yine 13 gün geçti ve ancak 10 Ekim akşamı karımla birlikte Çanakkale’den 8 saat uzaktaki Troia’ya hareket edebildik. Ferman uyarınca maaşını kazı sırasında ödeyeceğim bir Türk memur tarafından geözetimde tutulmam gerektiğinden, Ahmed Paşa’nın adliye dairesindeki ikinci katibin görevlendirdiği Yorgo Sarkis adlı bir Ermeni benle geldi. Ona hergün 23 kuruş ödüyorum...“
Bu şartlar altında Schliemann kazılarına devam eder ve 1873 yılında, kaçırdığı hazineyi bulur. Daha sonra, hazineyi Karanlık Liman’dan gizilice yurtdışına Atina’ya yollar. Ardından hazine İngiltere’de sergilenir. Bir süre sonra ise hazine Berlin Müzesi’ne devredilir. Ancak yine aynı yıl, Hisarlık’ta çalışan Kumkaleli iki işçi üç ayrı yerde altın takılar bulmuşlartır. Bunların bir kısmını Renköy (şimdiki İntepe)’deki bir kuyumcuya erittirmişler; ancak Kumkale zaptiyesi tarafından eritilip yeniden yapılanlarla birlikte eski takılara el konulmuş, söz konusu bu takılar İstanbul’a müzeye gönderilmiştir, Günmüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndek sergilenen takıların bir kısmı bu el konulan buluntulardan oluşmaktadır. Schliemann’nın büyük hazineyi yurtdışına kaçırması sonrası, Bâbı Âli bir dava açmıştır. Açılan bu dava nedeniyle de 1878 yılına kadar, yeni bir kazı izni alamamıştır. Schliemann’a karşı duyulan, haklı güvensizlik nedeniyle Schliemann’nın kazıları oldukça sıkı bir şekilde kontrol edilmiştir. 1889’daki çalışmalarda, kazı gözetmeni olarak Galip Bey’in katıldığını görüyoruz. Schliemann, kazılarına devam etmek istese de, uzan yıllarca çekmekte olduğu kulak rahtsızlığı nedeniyle olduğu ameliyat sonrasında, 1890 yılında Napoli’de, hastalanarak ölür.
II. Dünya Savaşı sonrasında, Berlin’deki müzeden kaybolan eserler, 1990’lı yılların başlarında Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde ortaya çıkmış ve konu yeniden güncellik kazanmıştır. 19. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar devam edegelen bu konunun, bundan sonra da komuoyunu meşgul edeceği kesin.