Genel
Doğu – Batı Ekseninde Troia
Çanakkale Boğazı, Avrupa ve Asya’nın birbirinden ayrıldığı, çatıştığı, birleştiği ve örtüştüğü bir yerdir. Bu nedenle binyıllardan beridir, savaşların da aşklarında en çetini bu boğazda yaşanmıştır. Antik dönemden beri bu boğazın kıyısı pekçok önemli olaya tanıklık etmiştir. Doğu ve Batı’ya hükmek isteyen hükümdarların yolu bu boğazda kesişmiştir.
Batı’yı feht etmek isteyen Persli kral Kserkes M.Ö. 480’de ordusunu karşıya geçirmek için gemilerden bir köprü yapmıştır. M.Ö. 334’de ise bu kez Doğu’u feht etmek isteyen Büyük İskender, ordusuyla boğazı geçmiş ve Biga yakınlarındaki Granikos Savaşı ile Doğu’yu feth etmeye başlamıştır. İki hükümdar da Troia’yı ziyaret etmiş ve geçmişin kahramanlarına adaklar sunarak seferlerini oradan başlatmıştır. Yine iki kıtanın hümümdarı olmak isteyen Fatih Sultan Mehmed de 1462’de Çanakkale ve Troia’ya gelmiş ve ‚İstanbul’u feth ederek, Troilıların öcünü aldık‘ sözünü burada söylemiştir. Yani Troia bir Batı’ya bir Doğu’ya gidip gelmiştir.
Tarih boyunca Grekler, Romalılar, Bizanslılar ve Vendikliler gibi büyük güçler Çanakkale Boğazı’nı kontrol etmek ve böylece İstanbul Boğazı’na da hakim olmak için savaşmışlardır. 1915 yılındaki Çanakkale Savaşları’nda İngiliz ve Fransızlar da benzeri amaçlara sahiptirler.
Bu nedenle Çanakkale’nin stratejik konumu aynı zamanda bölgedeki insanların kaderlerini de belirlemiştir. İşte bu stratejik konumu nedeniyle boğazın girişine yakın bir tepenin üstünde tarihöncesi dönemlerden itibaren yerleşim görmüş önemli kentlerden biri de Troia’dır. Alman tüccar Heinrich Schliemann (18822-1890) İlyada’yı derinlemesine okuyup inceledkten sonra Çanakkale Boğazı’nın (antik dönemdeki adı Hellespontus) güneyinde bulunan 200 m. x 150 m. boyutlarındaki yapay bir tepe olan Hisarlık’da aranması gerektiğine inanır. Bu höyük, Karamenderes (antik adı Skamandros) ve Dümrek ((antik adı Simois) ırmaklarının vadileri arasındaki platonun hemen üstünde, Çanakkale Boğazı’na 4.5 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Bölgede yaşayan İngiliz konsolosu Frank Calvert, Hisarlık tepesinin bir höyük olduğunu çok daha önceleri anlamış ve bu tepeden satın aldığı arazide küçük çapta kazılar gerçekleştirmiştir. Schliemann yönetimdeki resmi kazılar ise 1871 yılında başlayarak aralıklarla 1890 yılına kadar devam etmiştir. Schliemann’nın 1873 yılında bulduğu ve yanlışlıkka „Priamos Hazinesi“ olarak adlandırdığı hazine buluntusu o dönemlerde dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Schliemann bu hazineleri önce Atina’ya oradan da Almanya’ya kaçırmıştır. Bu nedenle de arkeoloji dünyasında haklı olarak bir hazine avcısı ve hırsız olarak suçlanmış, suçlanmaktadır. Bunun da ötesinde yaptığı kazılarla Troia höyüğüne büyük oranda zarar vermiştir. Schliemann, kaçırıdığı hazineleri Almanya’ya vermiştir. 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar bu hazineler Berlin’de sergilenmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Rusya’ya götürlen hazine buluntuları halen Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde sergilenmektedir. Schliemann’nın ölümünden sonra ise kazılar arkadaşı mimar Alman Wilhelm Dörpfeld (1853-1940) tarafından 1893-94 yıllarında gerçekleştirilmiştir. Uzun bir aradan sonra, 1932-1938 yılları arasında Amerikalı arkeolog Carl W. Blegen (1887-1971) Troia’da yeniden kazılar gerçekleştirilmiştir. Blegen daha sonraki yıllarda yaptığı yayınlarla Troia merkezli modern Ege arkeolojisinin temellerini atmıştır. Elli yıllık bir aradan sonra ise yeni dönem kazıları Tübingen Üniversitesi’den Manfred Osman Korfmann tarafından 2005’deki ölümüne kadar devam ettirilmiştir. M. Osman Korfmann dönemi kazılarında özellikle Troia’nın Tunç Çağı boyunca Anadolu kültürleriyle olan ilişkisi arkeolojik olarak ortaya konmuştur.
Böylece Troia uzun araştıma dönemi sonunda arkeolojik anlamda da yüzünü Doğu’ya dönmüştür.