Genel

Piri Reis’den 19. Yüzyıla Kadar Haritalardaki Troia

Yayınlandı

-

Homeros’un İlyada ve Odysseia Destanlarından; İlion  kentinin M.Ö. 8 yüzyılın sonlarına doğru,  eski Tunç Çağı kalesinin kalıntıları üzerinde kurulmasından bu yana, yani yaklaşık 2800 yıldır,  antik dönem insanı,  kutsal Troia’nın varlığı konusunda hiçbir şüphe duymamaktadır. Yine aynı şekilde emin olunan bir başka konu da, destan içeriklerinin tarihi olaylara dayandığıdır. Homeros geleneği etkisinin uzun süre İlion’unun olduğu yere bağlı kaldığı, orayı ziyaret eden tarihi kişiliklerin, Kserkes’ten, Büyük İskender’e; Sezar’dan, Augustus’a, Hadrian’dan Fatih Sultan Mehmet’e kadar uzanan, etkileyici ziyaretçi listesinden de anlaşılmaktadır. Troia ve çevresinin topografyası sadece coğrafi metinlerle sonraki kuşaklara aktarılmamış, aynı zamanda haritalarda bu kutsal yer işaretlenmiştir. Troia adı, yörede hiç bir zaman unutulmamıştır; ancak en geç 1103’de Troia’nın yeri artık kesin değildir. Bunun nedeni ise özellikle çok tanrılı dinlerden, tek tanrılı dinlere geçiş sonrasındaki başat olan Hristiyanlık dinin, önceki kentlere ve inanışlara karşı hoşgörüsüz tavrıdır. Özelikle 6. yüzyıldan sonra Hagia Sophia kilisesinin hristiyanlığın merkezi olmasıyla, sadece Troia değil pekçok diğer antik kentin de tam olarak nerede olduğu unutulmuştur. Sisli bir antik dönem haritasıyla 1103’de  ‘kutsanmış toprakları’ ziyarete çıkan ve yoluculuğu sırasında Tenedos yolu üzerinden İstanbul’a giden  Seawulf, Alexandria Troas’ın göze çarpan kalıntılarını, yöredeki Rum halk gibi, Troia/İlion sanmıştır. Piri Reis’in 1513 tarihli Kitab-ı Bahriye’sinde de Troia’nın, Alexandria Troas (yani Eski İstanbul) ile aynı yer olduğu yazılmıştır. 16 yüzyılda bir dizi Batılı gezginin ziyareti, Troia’ya duyulan ilginin tekrar canlanmasına neden olmuştur. Bunların başını ise, Alexandria Troas’ı Troia sanan, doğabilimci Pierre Belon çekmiştir. 1580’lerden itibaren Troia’yı ziyaret eden Batılı -özellikle İngiliz -gezginlerin akını durmak bilmemektedir. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in büyükelçisi John Sanderson, 1584 ve 1591 yıllarında iki defa bölgeye gelmiş, yine İngiltere Kraliçesi adına burayı gezen Richard Wragg 1594 yılında  Çanakkale Boğazı’nın hemen girişindeki Yenişehir Burnu’nda mezar tepelerini görmüş ve bunları kahramanların mezarları (Akhilleus, Patroklos, Hektor Ajaks vd.) mezarları sanmıştır. Bu iki gezgini, aralarında org yapımcısı Thomas Dallam’ın da bulunduğu diğerleri takip etmiştir. Çoğu ziyaretçi, Alexandria Troas veya Yenişehir Platosu’nu (Sigeon –günümüzdeki  Orhaniye Tabyaları’nın olduğu yer) kalıntıların Homeros’un Troia’sı olduğu yanılgısına, -üstelik 17. yüzyılın başından beri bu konuda bir sürü malzeme ve kuram mevcut olduğu halde- düşmüşlerdir. Örneğin George Sandys, 1610 yılında çıktığı hac yolculuğunda, o zamana kadar konunun uzmanı sayılan Pierre Belon’un doğruluğunu ilk kez sorgulayacaktır. Ona göre Yenişehiri Burnu (Sigeum) kalıntıları, Büyük Constantinius’un yarıda bıraktığı yeni Roma’nın kuruluşu çalışmalarının izleri olarak yorumlanmalıdır. 1627’de ilk olarak Sandys, Kara Menderes ve Dümrek Çayının, Antik Çağ’ın Skamandros  (Kara Menderes) ve Simoeis (Dümrek) akarsuları olduğunu ortaya koymuştur. Yeni İlium kalıntılarından hiç bir iz kalmadığı da o sıralarda belli olmuştur, çünkü gezginlerden hiç biri bu yer konusunda hiç bir şey söylememektedir. Homeros’un kentinin ve destanın geçtiği çevrenin yerinin kesin olarak belirlenmesine yönelik ilk profesyonel çalışmalar, 18. yüzyılda başlatılmıştır. Robert Wood, şiirin gerçekliğini, gerçek gözlemlerle güçlendirmek çabasıyla, 1742 ve 1759 yıllarında buraya yaptığı gezilerde, bölgedeki modern topografik araştırmanın temelini de atmıştır. Kendisi, James Dawkins ve John Bouverie, 1750 yılında Troas’ı Kara Menderes kaynaklarına kadar araştırmışlar, ancak Troia’nın herhangi bir izine rastlayamamışlardır. Winckelmann’ın dostu ve öğrencisi Baron Johann Hermann von Riedesel, Sicilya ve Yunanistan gezisi hakkında bir rapor yazmıştır. Goethe’nin 26 Nisan 1787’de Agrigent’te bu kitaptan “dua kitabı veya muska gibi göğsümde taşıdığım bir kitapçık” diye bahsetmektedir. Goethe’nin bu yol arkadaşı ve rehberi, bildiğimiz kadarıyla, 1768 yılında, Schliemann’dan tam yüz yıl önce, Troas’a gelen ilk Alman’dır. Ayrıca von Riedesel, Troia’nın yerini aramaya girişmeyecek kadar akıllı biridir

Fransız Eski Çağ araştırmacısı Jean Baptiste le Chevalier’in çalışmaları Troia’nın keşfinde bir dönüm noktasıdır. Le Chevalier, Troas’ın arkeolojik araştırmalarını başlatan ilk kişi olmuştur. 1785’te, yani tam 17 yıl sonra, antik yer isimlerinin teşhis edilmesine dayanan bir sistem kapsamında, Troia’yı Pınarbaşı’nın üst tarafındaki Ballı Dağ’a yerleştirmiştir. Böylelikle le Chevalier yaklaşık yüzyıl geçerliliğini koruyan ve 1871 yılında  Prusya Akademisi tarafından bile onay gören yer tespitini yapmıştır.  Ancak Chevalier’in teorisindeki  zayıf noktaları tespit etmek o zaman bile o kadar zor değildir: Bir kere, İlyada Destanı’nında sürekli gidip gelinen, kent ve gemi karagahı arasındaki mesafe destanlardan anlatılanlardan çok daha büyüktür. Destanda anlatılan Hektor ve Akhilleus’un Ballı Dağ’ın çevresinde koşmaları mümkün görünmemektedir.  Küçük Pınarbaşı, ovanın en büyük akarsuyu olarak, Kara Menderes’in yerini tutamamaktadır.  Le Chevalier’in en tanınmış eleştirmeni, Homeros destanının kaynağının Mısır olduğunu ileri süren J. Bryant’dır.  Onun efsaneye getirdiği rasyonalist eleştiri, Grekler ve Troialılar arasında savaşın mantık dışı noktalarına ve iç çelişkilere dayanmaktadır. Troas’ı 1800 yılı civarında gezen Joseph von Hammer Purgstall da, Chevalier’in kuramına eleştirel bir bakışla yaklaşmaktadır. Sonradan Cambridge Üniversitesi’nde mineraloji profesörü olacak Edward Daniel Clarke ve öğrencisi John Martin Cripps 1801 yılında, Hisarlık’taki sikke buluntularına dayanarak İlion’un yerini belirler.  O zamandan beri bu yer haritalarda Novum İlion (Yeni İlion) diye geçmektedir. Daha 1787 ve 1793 yıllarında, İstanbul Fransız büyükelçisi Kont Choiseul-Gouffier ile beraber çalışan Alman mühendis Franz Kauffer, Hisarlık’ın bir ören yeri olduğunu belirlemiş ve uzun süre geçerli sayılan haritasında, Constantinius’un Bizans’tan önce kurmayı planladığı şehrin yeri olarak belirtmiştir. Şövalye Prokesch von Osten ise, Homeros  ve İlyada’nın izlerini sürmüştür. 1824 ve 1826 yıllarında olayların geçtiği bölgedeki yerleri ziyaret etmiş; Homeros’taki kaynaklar olduğunu düşünerek, Pınarbaşı’ndaki kaynaklardan su içmiştir. Henüz 1801 yılında, genç William Gell,  kıyıyı takip ederek deniz yoluyla Alexandria Troas’a varmış, oradan karayoluyla Troia’nın bulunduğu ovaya gelmiştir. Burada birçok resim yapmış ve bunları 1804 yılında gözlemleriyle birlikte yayınlamıştır. Troia Ovası’nın araştırılmasında, 1830’larda ilk topografik haritanın çizilmesiyle önemli bir ilerleme kaydedilmiştir. Harita, Kiel’li Eski Çağ tarihçisi Peter Wilhelm Fochhammer tarafından çizilmiş ve arkeolojik bir yorumla bereber yayınlanmıştır.  1839 yılı yazında ise bölgenin haritası Sultan II Mahmut için Türkiye’nin iç bölgelerinde  çalışan Prusya askeri kartografları tarafından çıkarılmıştır.

Seyyah ve Eski Çağ tarihçisi Gustav von Eckenbrecher, nihayet 1842 yılında Troia’nın Yeni İlium’un yerinde bulunduğunu öne sürmüştür; ancak yine de cevaplanmamış bazı sorular kalmıştır. Eckenbrecher yapıtına, Graves ve Spratt’ın 1844 yılında hazırladıkları İngiliz amiralliği haritasına dayanan, bir Troia ovası planı eklemiştir, ancak gazete sahibi ve amatör arkeolog, Charles Maclaren’in yaptığı araştırmadan ise haberdar değildir.  Maclaren henüz 1822 yılında Troia’nın Yeni İlium’un yerinde olması gerektiği hususunda ikna olmuştur. Hatta bu tezini Troas’ı hiç görmeden yayınlamıştır. Yöreye 1847 yılındaki gidişi, topografik özelliklerini incelemek amacıyladır. 1865 yılında Hisarlık’ın Troia olduğu kuramını güçlendiren ikinci kitabını yayınlamıştır. Ancak Trioa ve çevresi kartografik çalışmalarından söz ederken, Spratt’tan üç yıl sonra, 1842’de, bir Troas’ın haritasını hazırlayan ve 1867 yılında, bu harita çalışmalarına temel oluşturan, Rus doğa bilimcisi, jeolog ve botanikçi Peter von Tschihatscheff’in “Küçük Asya Yolları” eserini çeviren, haritacı Kiepert’in de anılması gerekir. Çünkü , 1849 yılında 21 yaşındayken Tschihatscheff’e bir kaç Troia gezisinde refakat etmiş olan ve  “genç dostum” olarak nitelendirilen Frank Calvert ismi Troia araştırmalarında ilk kez anılmaktadır. Calvert kendisinden önce yapılan tüm kartografik çalışmaları çok iyi incelemiş ve Hisarlık Tepe’de 1863-65 yıllarındaki küçük kazılarla buranın Troia olabileceğini ilk kez arkeolojik buluntularla öne sürmüştür. Onun yardımlarıyla 1870 ve 1871 yılında büyük çaplı kazıları başlatan Schliemann ise, 19. yüzyılın sonlarına doğru Hisarlık Tepe’nin Troia olduğunu kazı sonuçlarıyla o dönem akademi dünyasına sunmuştur.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version