Genel

Savaşlar, Destanlar, Belgeler, Arkeologlar

Yayınlandı

-

Başka bir alandaki verilerle sınanmadıkça,  sadece söylencelerin üstüne tarihsel olayları yerleştirmek doğru değildir. Tarihsel olayları, destanlar üzerinden açıklamak da bizi yanlış yerlere götürür. Örnek verecek olursak; şimdiye kadar doğrudan Troia Savaşı’ndan bahseden yazılı hiçbir belge bulunamamıştır. Ancak buna rağmen bir destandan yola çıkarak, Troia kentinin  Grekler tarafından on yıl boyunca kuşatılması ve onuncu yılda yakılıp yakılmasını tarihsel bir olay olarak kabul etmek,  oldukça inanılır bir olay gibi kabul edilmektedir. Peki bu nasıl olmaktadır?

Savaşla ilgili elimizde birebir yazılı belgeler olmasa da, aslında elimizdeki buluntular hiç de so kadar kötü değil. Çünkü Troia Destanı çok eski karanlık dönemlerde değil, arkeolojinin az da olsa yazılı belgelerini bulup çıkardığı  Miken döneminin sonunda meydana gelmiştir. Troia ise, 1863’deki Calvert kazılarından beri keşfedilmiştir ve özellikle 1988-2005 yıllarındaki Korfmann kazılarıyla gizeminden bazı sırları daha araştırmacılarla paylaşmıştır. Miken kültürü hakkında arkeolojik anlamda oldukça fazla bilgiye sahipiz. Bunlarla birlikte Hitit metinlerinde adı Wilusa olarak pekçok kez geçen Troia ve destanlarını aydınlatan ışık doğudan, Anadolu’dan gelmekte. Son yıllarda İlyada Destanı’nın Gılgamış Destanı ile olan ilişkileri ve benzerlikleri arasında görüşler ağırlık kazanmakta. Hatta bir Hitit destanı olan ve M.Ö. 1600’lerde kuzey Suriye’deki Ebla kentinin feth edilmesini anlatan  Özgür Bırakma  Şarkısı ile İlyada Destanı arasındaki benzerlikler, oldukça dikkat çekicidir. Sayısı hergeçen gün artan araştırmacıların bir bölümü Homeros’un İlyada Destanı’nda çok daha eski Doğulu anlatım öğelerinin yer aldığını kabul etmekedirler.

Aslında herşey 1868 yılında başlar. Homeros tutkunu zengin Alman işadamı Heinrich Schliemann, Troia’yı bulmak için çıktığı yoluculuğundaki son durak Çanakkale’dir. O zamana kadar Troia olarak kabul edilen Pınarbaşı (Ballı Dağ)’ndaki kazıları sonuçsuz kalmıştır. Bineceği gemiyi kaçıran Heinrich Schliemann, Çanakkale’nin tanınmış kişilerinden Frank Calvert’le tanışır. Calvert aslında daha 1863 ve 1865 yılında küçük bir bölümümü satın aldığı Hisarlık (Asarlık) Tepe’yi kazmış ve buranın Troia olabilceği konusunda yazılar yazmıştır. Ancak bazı maddi zorluklar nedeniyle istediği büyük çaptaki kazılarını gerçekleştirememiştir. Schliemann’da Calvert’de olmayan para, hırs ve disiplin vardır. Böylece 1871 yılında gerçek anlamdaki Troia kazıları başlar; daha sonra ise  sansasyonlarlar ve kesintilerle Schliemann’nın ölümü 1890’a kadar sürer.  Ölümü sonrasında Schliemann’nın mimari Wilhelm Dörpfeld 1893-94 yıllarında kazıları devam ettirir ve halen kısmen geçerli olan Troia tabakalanmasının temelini atar. Uzun bir aradan sonra  Carl Blegen 1932-38 yılları arasıda Troia oldukça detaylı kazılarını gerçekleştirir ve bu çalışmalarını 1950’li yıllarda 8 cilt olarak yayınlar. 50 yıllık uzun bir aradan sonra 1988’de Manfred Osman Korfmann yeni dönem kazılarını başlatır ve ölüm 2005 yılına kadar bu çalışmalarını sansasyonel buluntularla devam ettirir. Korfmann kazılarının farklı alanlarda pekçok yeni sonucu vardır, ancak en önemlisi önceki hafirler tarafından var olduğu düşünülen Troia aşağı kentini;  kazı, ölçüm ve yüzey araştırması ile ispatlanmasıdır. Troia’da M.Ö. 3000’lerde başlayan kale-aşağı kenti yerleşmesi sistemi,  savunma sistemi ile birlikte değişiklikler göstererek M.Ö. 10 yüzyıla kadar devam etmiş, daha sonra yaklaşık 250 yıl sürmüş bir zayıf dönemden sonra, Hellenistik ve Roma Dönemi’nde yeniden eski görkemine kavuşuştur. Ancak bu yerleşim silsilesinde Troia en güçlü olduğu döneme M.Ö. 1500-1200 yıllarında ulaşmıştır. Yani batıya baktığımızda Miken merkez yerleşmeleri ile aynı dönemde, Troia doğunun en batısında  güçlü bir kent halini almıştır. Çanak çömlek buluntuları Troia’nın Miken dünyası ve Akdeniz havzasındaki diğer merkezlerde ilişkide olduğunu göstermektedir. Homeros’un İlios’u Tunç Çağı Grekçesinin Wilios’u, Ege’nin güç merkezleri gibi, M.Ö. 14. yüzyıla tarihlenen Mısır anıtlarında Wiriya, yani Wiliya, çok sayıdaki Hitit metinlerinde ise Wilusija ya da Wilusa olarak geçmektedir. Anadolu’nun kuzeybatısında, onun kadar güçlü ve görkemli başka bir kent yoktur.

Dörpfeld, Blegen ve Korfmann kazı sonuçlarına göre M.Ö. 14. yüzyılın sonlarında şiddetli bir deprem kenti yerle bir eder. Böylelikle arkeologların Troia VI olarak adlandırdıkları dönem biter. Daha sonraki Troia VIIa (=VIi) olarak tanımlanan gelişim evresinde kent biraz zayıf düşmüş de olsa, kısa sürede eski gücüne kavuşur. Surlar ve girişler güçlendirilir. Zayıf olan batı girişi kapatılır. Aşağı kentteki savunma hendeği ve duvarları işlevini sürdürmektedir;  ancak M.Ö. 1180’lerde bu kez kent yangın ve kaybedilmiş savaşa işaret eden bir felaketle son bulur. Korfmann kazılarında bulunan, kalenin yakınlarında gömülmeden bırakılmış iskeletler, ortalığa dağılmış ok ve mızrak uçları, çok sayıda gruplar halinde kullanılmadan bırakılmış sapan taşları buna işaret etmektedir.

Homeros’un destanlarında anlatılan felaketlere uyan ve yine o döneme denk düşen bir felakte yok etmiştir bu kez Troia’yı.

Bu buluntularla ozanımızın destanı ispatlanmış mıdır?

Kesin cevabı vermek çok zor, ancak Troia’ya karşı yapılmış bir saldırı; bunun ardından yapılan bir savaş ve savaş  sonucundaki yangınla tabakalarıyla kendini gösteren büyük bir tahribatt kesin.

Acaba arkeolojik bilgi noksanlıklarımızı doldurmak için söylenceler, destanlara başvurmak doğru bir yol mudur, bilemiyoruz. Arkeolojik veriler bize saldıranların Grekler olup olmadığını, komutanlarının Agamemnon mu yoksa başka biri mi olduğunu söylecek durumda değil. Greklerin binden fazla gemileriyle gelmedikleri, on yıllık bir süre savaş için Troia kıyılarında kalmadıkları kesin. Sadece lojistik açıdan baktığınızda bile böyle birşey imkansız görülmektedir. Yine de Grek ordusunun güçlü bir ordu olduğu, Troia’nın savunma sisteminden anlaşılmaktadır. Thukydides bile Homeros’un İlyada Destanı’nında savaş gemilerinin sayılarla ilgili  verdiği bilgilerin abartılı olduğunu belirtmektedir. Thukydides’e hak vermekle birlikte, „suçlunun“ Homeros değil de „söylence“ olduğunu da belirtmekte yarar var. Grek yurdunundaki bütün güçlerin biraraya geldiğini düşünmek bir zor bir olasılık gibi görülmekte; çünkü ölüm kalım meselesi olan Pers Savaşı  sırasında bile, tüm Grek güç merkezleri biraraya gelememiştir. Böylesi bir güç ortaklığı, bir olasılıkla Miken İmparatorluğunun çok derin bir kriz yaşadığı ve ardı ardına Theben, Pylos, Miken’in saldırılarla yerle bir olduğu  M.Ö. 1200’lerde söz konusu olabilirdi. Elimizdek verilerden, Grek yurdundaki bu saldırı ve felaketin Troia’daki savaştan (Troia Savaşı?) önce mi, sonra mı olduğunu çıkartamamaktayız. Ancak kesin olan iki olay arasında çok fazla zaman farkı olmadığıdır. Acaba Miken kralı Troia’yı feth ettiğinde, yurdunda kendine ait bir sarayı halen var mıydı, bilemiyoruz. Destanlar bize Miken İmparatorluğu’ndaki bir hükümdarın düşüşünden bahsetmekte, ama sarayların yıkılması gibi olayların sözü geçmemekte.

Daha önce de belirtildiği gibi destanlar bize Son Tunç Çağı’nda genel durumla ilgili doğru olan bazı bilgiler verebilmektedir. Bu bilgilerle ortaya şöyle bir resim çıkarmakta: Güç merkezlerinin Argos, Korinth ya da Smyrna’da değil de Tiryns, Sparta, Pylos, Theben, Iolkos, Knossos gibi yerlerde olduğu ve insanların Grekçe konuştuğu bir Miken İmparatorluğu ile karşı karşıyayız. Bunu, Miken ve Pylos’daki saray arşivlerinde bulunan ve 1952 yılında itibaren çözülmeye başlayan ve Grekçenin erken bir lehçesi olan dille yazılmış Liner-B olarak adlandırılan tabletlerden bilmekteyiz. Söz konusu bu tabletlerde, maalesef tarihsel bilgiler yerine; sadece ticaretle ilgili yönetim ve bürokratik bilgiler yer almakta. Bizler için çok faydalı olmasalar da, bu belgelerdeki bilgiler Homeros dilinin, Miken dönemine kadar geriye giden bir geleneğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır. M.Ö. 1300’lere tarihlenen bu yazılı belgelerde,  Homeros’da okuduğumuz bazı isimleri bu tabletlerde yeniden bulabiliyoruz. Bu yazılı belgelerde, bir olasılıklar savaş ganimeti olarak adalar ve doğu Ege’den Pylos’a getirilen Miletli, Knidoslu Lemnoslu ve Aswialı kadın işçilerin isimleri sıralanmakta. Hatta Troialı kadın isimlerine bile rastlanmakta. Ancak buna karşın Homeros destanlarında adı  kahraman isimleri ya da Miken, Pylos’da kimin kral olduğu, Troia ile yapılan savaş, ya da savaş hazırlıkları gibi hiçbir bilgi bu tabletlerde yer almamaktadır. Bu bilgiler bizi sadece Troia Savaşı ile ilgili tarihin eşiğine kadar getirmekte ve orada yalnız bırakmakta.

İşte bu zor eşikte yardımımız Doğulu bir güç koşuyor: Hititler

Önümüzdeki yazıda bu metinlerin Troia Savaşı’ya olan ilişkisine değineceğiz.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version