Genel
Troia’yı Aydınlatan Işık
Yaklaşık 140 yıldır kazılmasına rağmen Troia’da Homeros anlattığı Troia kenti, bu kent için yapılan Troia Savaşı yve bu kentte hükmetmiş krallara ait hiçbir yazılı belge bulunmamıştır. 1995 yılında Troia’da keşfedilen, Hitiçe’nin Batı Andolu’da konuşulan bir lehçesi olan Luvice yazılı mühür, bize sadece Troialıların bir Anadolu dilini konuştuklarını ve Hititlerle olan ilişkileri konusunda ipuçları veriyor; ama daha fazlasını değil.
Ancak öte yandan Hitit arşivlerine baktığımızda ise, durum biraz daha farklı: Hitit belgeleri o dönemin siyasi ve kültürel coğrafyasıyla ilgili oldukça detaylı bilgiler sunuyor bize. Troia’nın üstündeki karanlığı, yazı belgelerin ışığıyla aydınlatıyor adeta.
Hititlerin arşivlerindeki bilgiler ise bize Troia’nın siyasi tarihi konusunda daha somut veriler sunuyor. M.Ö. 17. yüzyıldan itibaren Orta Anadolu’da büyük bir güç olan Hititler kendilerini „Hatti ülkesi“ olarak adlandırmışlardır. Hititler ortaya çıktan sonra özellikle M.Ö. 1200’lerde birkaç yüzyıllık bir dönem için Mısır ve Assur İmparatorlukları ile karşılaştırılabilecek güce erişmiştir. Bir anlamda sanki o dönemin Amerikası gibidirler. İşte bu Orta Anadolu merkezli imparatorluğun başkenti Hatussa arşivindeki bilgiler, Liner-B tabletlerinin tersine, kral mektupları, devlet antlaşmaları gibi bilgilere de içermektedir. Başkent Hattusa’da yaşayan kralların en büyük isteği, Güney ve Batı Anadolu’daki ülkeleri kontrol altına almak ya da yaptıkları antlaşmalarla bu ülkelerle dostluk ilişkileri sürdürmektir. Bu amaçlarına büyük oranda erişmiş olsalar da batıdaki ülkeler sürekli sorun çıkarmaktadır. İşte bu tür olayların anlatıldığı metinlerde batıdaki ülke ve hükümdar isimlerini öğrenmekteyiz. Bu isimlerden birisi de Wilusija, yani Wilusa’dır. Bu isim ile Grekçedeki Wilios isimi arasındaki benzerlik ve ilişki, bu metinlerin daha 1920’lerde ilk kez okundukları sıra göze çarpıştir. Gümüzde ise artık Hititologların hemen hemen hepsi Wilusa’nın Kuzeybatı Anadolu’da olduğunu ve Wilios /Troia /Ilios ile özdeş olduğunu kabul etmektedir. Yine bu Hitit arşivlerindeki metinlerden anlaşıldığı üzere, Batı’da deniz aşırı bölgede Ahhija, yani Ahhijawa imparatorluğu yer almaktadır. Bu imparatorluğunun kralı önemli bir kişidir ve Hitit büyük kralı ile eş tutulmaktadır. Araştırmacılar Ahhijwa isimi ile Homeros’ta sıkca Grekleri tanımlamak için kullanılan Grekçedeki Akhai(w)oi ile özdeş olduğunu ileri sürülmüştür. Buna göre Ahhijawa ile Miken İmparatorluğu aynı güçtür. Gramatiksel olarak kesin olarak ispatlanamasa da artık günümüdeki araştırmacılar bu özdeşliği kabul etmektedirler. O dönemler için batı ve güneybatıda, denizaşırı bir ülke olarak Greklerden başka bir olasılık mümkün gözükmemektdir. Ancak bu imparatorluğun güç merkezinin nerede olduğu ise kesin olarak bilinmemeketdir. Bu merkezin Rhodos adası mı, Miken mi, ya da Theben mi olduğu bilinmemekte. Ahhijawa ve Wilusa ismine Hitit İmparatorluğu’nun son ikiyüz yılında, yani M.Ö. 1400 ile 1200 arasındaki belgelerde pekçok kez rastlanmakta. Bu isimlere ilk kez I. Tudhalija döneminde yani, M.Ö. 15. yüzyılın sonlarında rastlanmakta. Kral Tudhalija batıya doğru askeri bir sefere çıkar ve bu sefer Arzawa ülkesi zaferiyle sonuçlanır. Ama zaferin hemen sonrasında bir ayaklanma olur: Assuwa ülkesinin 22 bölgesindeki hükümdarlar, Tudhalija’ya karşı bir müttefik oluştururlar. Müttefikler arasında Wilusija ve bunun yanında Troia ismini çok benzeyen Taruisa’nın da adı geçer. Tudhalija Assuwa müttefiklerini de yener tüm Assuwa’yı kontolü altında alır. Bazı araştırmacılar Assuwa ile günümüzde kullanılan Asya kelimesi arasında bir ilişki olduğunu idda etmektedirler. Kesin olmamakla birlikle 2004 yılında yeniden yaynınlanan Luwice yazılı gümüş tasın üzerindeki yazı bu savaşa çatışmaya işaret etmiş olabilir: Gümüş tasın üzerinde, Hititli Asmaja’nın bu gümüş tası, kral Tudhalija labarnanın Tarwiza’yı yendiği yıl kral Mazakarhuha için yaptırdığı belirtilmektedir. Arzawa ülkesi zaferininden bir süre sonra Tudhalija ordusunu yeniden batıya yollamak durumunda kalır; çünkü vasallı (beylik) Madduwatta Ahhijawa’lı bir prensin saldırısına uğrar. Saldırgan beyin Grekli olduğu kesin; çünkü ismi “korkusuz” anlamına gelen Grekli bir savaşcı isimi olan Attarsija’dır. 100 adet savaş arabasına sahip Attarsija’nın 1000 kişilik bir ordusu olduğu tahim edilmekte; ayrıca bir filosu da vardır; çünkü o filosuyla Kıbrıs’a da saldırmıştır. İki kuşak sonra M.Ö. 1316’larda Arzawa kralı Uhhazidi, Hititlere karşı savaş açar; bir ihtimalle Ahhijjawa kralı kendisini desteklemektedir. Tam bu sıralarda Millawanda kenti Ahhijawa’nın kontrolüne girer. Millawanda, Batı Anadolu’daki Büyük Menderes Nehri’nin eski deltasında yer alan antik Milet kentiyle aynı yerdir. Bu dönemde Hitit İmparatoru kralı olan II. Mursili, bir komutanını batıya yollar ve Millawanda’yı feht eder. Daha sonra ise Uhhazidi’nin başkenti olan Apasa’ya (antik dönemdeki Ephesos) yönelir. Uhhazidi bir gemiyle adalara, daha doğrusu Ahhijawa bölgesine kaçar. Bu zaferin sahibi II. Mursili kısa bir süre sonra hastalanır ve ölür. Hastalığı sırasında bütün ilaçlar kullanılır, hatta “Ahhijawa tanrısı” ile “Lesbos tanrısı” yardıma çağrılır. Buradan da, o dönemde herkesin bildiği bir tanrılar dünyasının varlığını çıkarabilmekteyiz. Mursili’nin hastalığı sırasında Ahhijawa ile dosluk ilişkileri kurulur.
Mursili’den sonra, M.Ö. 13. yüzyılın başlarında II. Muwattali Hitit İmpartorluğu kralı olur. Milet’te ise bir Ahhijawa vasallı olan Atpa hükümdardır. Bu arada Hitit büyük kralına başkaldırmış Pijamaradu, Wilusa ülkesini tehtit ederek geçici bir süre için kontrolüne almış ve aynı zamanda Lesbos adasına saldırmıştır. Muwattali bir komutanını yollararak Wilusa’yı geri alır. Pijamaradu ise Millawanda’ya sığınmış, oradan da Ahhijawa’ya kaçmıştır. Bu savaşın hemen sonrasında Büyük kral Muwattali, Wilusa kralı Alaksandu ile bir antlaşma yapmıştır. Wilusa kralı Alaksandu’nun ismi oldukça ilginç; çünkü Asya kökenli olmayan bu isim Grekçedeki Alexandros ismi ile özdeştir. Homeros destanından Helena’yı kaçıran Wilusa/Wilios kralının oğlunun isimi de Alexandros’dur. Daha ilginç olanı ise Alexandros’un ikinci adı Paris’tir. Bu da Luwice’den gelen Pari_zitis ile özdeştir. Bu iki ismi aynı kişi olarak kabul etmek için önümüzde kronolojik bir sorun vardı; çünkü sözkonusu bu antlaşma M.Ö. 1280’de yapılmıştır; oysa Troia’da savaşa işaret eden dönem ise VIi (ya da VIIa) yani M.Ö. 1180’e denk gelmektedir. Yani Alaksandu, Paris’ten yaklaşık 100 yıl önce yaşamıştır. Ancak Wilusa’lı Alaksandu ile Wilios’lu Alaksandros arasında isim benzerliğini rastlantıyla açıklanamayacak kadar ilginç. Daha önce de gördüğümüz gibi destanlarda isimler ve zamanlar birbirine karışmaktadır. Burada da böyle bir durum söz konusu olmalıdır. Aktarılarak Görününe o ki, Homeros’a kadar gelen destanlarda Wilusa kralı konusundaki anılar korunagelmiştir. Bu görüşü destekleyen başka bir ayrıntı daha bulunmaktadır: Homeros sonrasındaki antik döneme yazarlarından biri, Anadolu’nun Karia bölgesindeki bölgesel geleneğe dayanarak Paris ve Helena’nın Motulos isimli bir hükümdar tarafından konuk edildiğini yazmaktadır. Söz konusu hükümdan Motulos’un, Wilusa kralı Alaksandu ile antlaşma imzalayan Muwattali olmaması için hiç bir neden bulunmamaktadır.
Bütün bunlardan sonra şu sormadan geçmek olmaz: Peki neden Wilusa’nın Luwice isimli Asyalı kralı Grekçe bir isime sahip. Alaksandu’nun doğuştan Grekli olma olasılığı yok gibi. Acaba annesi mi Grekliydi? Eğer böyle birşey söz konusu ise, Helen’anın kaçırılmış olması yerine, o zaman o dönemlerdeki geleneklere uygun olan politik bir evlilik akıllara getirilebilir mi(?). Belki de Alaksandu’nun annesi bir Ahhijawa kralının kızıydı, bu evlilik de dostul ilişkilerini sağlamayı amaçlıyor olabilirdi(?)
Tüm bu soruları önümüzdeki yazıda cevaplamaya çalışacağız.