Genel
Bayraklaşmış Nesiller
Önden, arkadan, sağdan ve soldan ehram şeklinde yükselen yedi muazzam merdiven, merdivenlerin nihayetinde upuzun kollar gibi göğe yükselen dört şark sütunu ve tepelerinde taşıdıkları, yeşillerle müzeyyen bir şark kubbesi. Bu, debdebesi görülmeye değer kubbenin dört sütunundan her biri ellerinde meşaleler olduğu halde hidmete müheyyâ bekleşip durmakta. Mevlanâ, Yûnus, Mehmed Akif ve Necip Fazıl…
Biri, asırlardır şarkın ve garbın elîm yoksulluğu içinde varlığın latîf şulelerini ruhların çaresizce dolaştığı kurak gelincik bahçelerine serpen âşık. Öteki, yana yakıla arayıp yine kendinde bulduğu hakkın envârını gönüllere damıtan ârif. Bir diğeri yerde kalmış kavmine en yakın mesned ve hâdim. Ve sonuncusu, tırnaklarıyla kazıyarak beden libâsından soyunmuş bir çile-keş; gök kubbenin altında nesilleri aydınlatan dört güneş.
Zamânın ve mekânın kırbacını ellerinde bir sefil hizmetkâra çeviren bu büyük ruhlar peşlerinde “Gökleri bir mendil gibi avucunda dürecek, cehennem olacak cehennemden korkmayacak, gönlün yediyüz perdesini ışığıyla yırtacak”, “Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün -dikey-leri -yatay- hale getirecek bir nidâ kopararak -Mukaddes emaneti ne yaptınız?- diye meydan yerine çıkacağı günü kollayacak”, “Her dem yeni dirlikte bizden kim usanası” şuurunu tutunacak ve tam bir güvenin eseri olan “Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek, işte çiğnetmedi nâmusunu çiğnetmeyecek .” sözünü dimağlarından bir an olsun düşürmeyecek bir nesil ile ezelden ebede yürümekte, tunçtan birer heykel gibi varlık şuurunun sahibi olan gençliğe yol göstermekte.
Bugün, sefâhetten ve zilletten arşın arşın uzak kalarak mukaddes emâneti ta göklere eriştirmeye azmetmiş bu kutsî gençlik, karanlığa düştüğü vakit yolu görebilmek için “nesillere ruh olmuş” bu dört güneşe teveccüh edeceklerdir.