Genel
Türkiye’nin Uluslararası Alanda En İddialı Müzesi
Troia kazı çalışmaları; Bakanlar Kurulu Kararı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle, ilk kez bir Türk Üniversitesi tarafından gerçekleştiriliyor. Çalışmalar Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına, Doç. Dr. Rüstem Aslan başkanlığında yapılıyor. Bu yıl Troia çalışmalarının 150. Yılı. Bu uzun süreç sonunda bölge çok önemli bir projeye (Troia Müzesi) tanıklık etmekte. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada birinci olan Troia Müzesin projesinin yapımına başlandı. Müzenin 2015’e kadar tamamlanarak açılması planlanmakta. Bu büyük projenin, Çanakkale ve Türkiye turizmine önemli katkıları olması bekleniyor.
Troia’yı, kazı sürecini ve bu büyük Müze projesini bölgenin en önemli aktörlerinden Doç. Dr. Rüstem Aslan ile konuştuk.
“Troia Dünyanın En Önemli Arkeolojik Yerlerinden”
Gülşah Baruk: Antik kentin önemi ile öncelikle başlayalım? Troia’yı diğer antik kentlerden ayıran özellik nedir?
Rüstem Aslan: Troia’yı farklı kılan önemli öğeler var. Birinci arkeoloji tarihi açısından, ikincisi ise arkeolojik buluntular açısından önemlidir. Tarih öncesi arkeolojisinin uygulandığı ilk kazı alanı. İşin içinde daha önce başka yerlerde olamayan mimari kalıntılar, hazine buluntuları ve diğerleri girince, Troia ön plana çıkıyor. Fakat Troia’yı esas önemli kılan öncelikler bunlar değil, Homeros’tur. Diğer ören yerlerinde olmayan, özellik Troia’nın bir kitabının olmasıdır. Kentin hikâyesini bir destandan öğreniyoruz, okuyoruz. Troia bu yüzden önemli. Homeros’un önce İlyada destanı ondan sonra Odyisseia destanı anlatıyor, bütün olayları. Bu destan günümüzden 2700 yıl öncesinde yazıya geçirildiğinden itibaren sürekli yeniden yazılarak, kopyalanarak farklı sanat dallarında, bilim dallarında yeniden üretiliyor. Avrupa kültür kökenleri Anadolu’ya doğru gidiyor. Bu nedenle kültürün içinde içselleşmiş ve Troia denildiğinde herkesin kafasında, hayal dünyasında bir resim bir şekilleniyor. Ören yeri bu önemi nedeniyle 1998 yılında UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine girdi, çevresi de daha 1996 yılında Troia Tarihi Milli Parkı olmuştu. Ama olmazsa olmazımız İlyada destanıdır. Yani destanı kitabı olan bir yer onun üzerine arkeoloji, arkeolojik buluntular modern çalışmalar bunlar binince, doğal olarak dünyanın en önemli arkeolojik yerlerinden bir tanesine dönüşüyor.
“Akıllardaki Resim Hayal Kırıklığına Neden Olabiliyor…”
Aslında burada tarihi insanlara sevdirmek anlatmak ilgilerini çekmek için edebiyatında ne kadar önemli olduğunu görmüş oluyoruz…
Sizin antik kentteki çalışmalarınız nasıl ve ne zaman başladı?
Rüstem Aslan: İstanbul Üniversitesinde Edebiyat Fakültesinde Tarih Öncesi Arkeolojisi okudum ve öğrenciliğimin birinci yılında kazılara geldim. Osman Korfmann dönemi kazıları yeni başlamıştı. Ondan sonrada buradan kopamadım. Lisansı bitirdikten sonra mastır, doktora için Korfmann hocanın yanına gittim orda tekrar Troia konulu yeniden bir lisans ve mastır ve ardından doktora yaptım. Yaklaşık yirmi beş yıl kesintisiz bir şekilde her yaz Troia ören yerinde çalıştık. Son yirmi yıldaki önemli arkeolojik keşiflere, tartışmalara hem Troia’ da hem Türkiye’de, hem şahit, hem de olayların bizzat içinde bulunduk..
2006 yılında benim doktoram bitmişti, Korfmann hoca da çok erken bir şekilde aramızdan ayrıldı. Bunun sonrasında 2006 yılından beri arkeoloji bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım.
ÇOMÜ’nün Arkeoloji Bölümünde önemli projeler var. Nurettin Arslan hocamız Assos’ da çalışıyor. Göksel Sazcı hocamız Eceabat’ta çalışıyor Turan Takaoğlu hocamız Gülpınar’da kazıyor. Diğer hocalarımızın yüzey araştırmaları var. Yani tek değil, o yüzden ÇOMÜ’ nün Arkeoloji Bölümü hem akademik kadrosu hem de akademik kadronun yürüttüğü arkeolojik kazılar nedeniyle Türkiye’deki ender bölümlerden bir tanesi.
“Çalışmalar Aralıksız Devam Ediyor ”
Troia bölgesinde yapılacak kazılarla ve kazı izinle ile ilgili birçok haber yer aldı hem ulusal hem yerel medyada. Son gelişmeler nedir ?
Rüstem Aslan: Troia önemli bir ören yeri olduğu için yerli ve yabancı gazeteciler izliyorlar çalışmaları. 2012 yılında Almanya Üniversitesi ve onların ortak çalıştığı başka birkaç üniversite vardı onlar çalışmayı bitirmeye karar verdiler. Bunun farklı finansi nedenleri var.
Bu çalışmaları biz üniversitemiz adına yürütme kararı aldık. Rektörümüz de bu projeyi sahiplendi. Bende üniversite adına için başvurumu yaptım. Böyle bir uzun dönemden sonra bu kadar önemli bir yerde çalışmak hiç kolay değil. İyi bir ekip ve iyi bir hazırlık yapmanız gerekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da bu ören yerinin önemine atfen buradaki çalışmaların kalıcı olması nedeniyle Bakanlar Kurulu Kararlı bir kazı oldu. Bu nedenle süreç biraz uzadı ama kazı izni çıktı. Böylesi önemli bir süreçte Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Troia kazı çalışmalarına talip olmuş ve çalışmaları başlatmıştır. Bu Troia’ya sahip çıkma açısından çok önemli bir olaydır. Kasım ve Aralık ayında gerçekleştirilen bu seneki çalışmalarda öncelikle Troia ören yerinin Troia Müzesi sürecine hazırlanması ve 2014 yılı çalışmalarının planlanması şeklinde gerçekleştirildi. Bu kapsamda, ziyaretçi yollarındaki bilgilendirme sistemi yeniden düzenlendi. Ayrıca ören yerinde doğal koşullar sonucu oluşan bazı tahribatlar da giderilerek; kalıntılar büyük oranda temizlendi. Ören yerindeki bazı kritik noktalarda ise koruma önlemleri alınmıştır. Bununla birlikte 2014 yılı çalışmaları için yeni kazı evi hazırlıkları da tamamlanmıştır.
Troia çalışmaları, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına 2014 yılı ve sonrasında geniş katılımlı uluslararası bir ekiple, ilk kez bir Türk üniversitesinin yani ÇOMÜ’nün kazısı olarak devam edecek.
“Troia’yı, Çanakkale’ye ÇOMÜ’ye Yakışır Bir Proje Haline Getireceğiz…”
Kazıların başlaması beraberinde çok büyük projeleri ve ilkleri de beraberinde getirecek. Bu anlamdaki en önemli proje diyebileceğimiz Troia Müzesi projesinden bahseder misiniz?
İkinci etkisi ise 1871 de büyük çaplı kazıları başlatan Schliemann’ın kaçırıp götürdüğü pek çok eser ve hazineler var. Bu eserler o dönemden sonra elliye yakın müze ve koleksiyona dağılmış durumda Türkiye’de ise Ankara, İstanbul ve Çanakkale Arkeoloji müzesinde Troia eserleri var. Bu eserlerinde bir araya toplanması söz konusu olacak. Tabi dışarıya kaçırılan eserlerin geri getirilmesi için etik bir baskıda yapılabilecektir..
Bu proje Çanakkale insanını doğrudan insanı etkileyecek bir proje. Müze açıldıktan sonra, üniversiteye ve üniversitedeki farklı uzmanlık alanlarındaki akademisyenler, öğrenciler arasında da karşılıklı bir etkisi doğacaktır.
Kültür ve Turizm Bakanlığının çok tutarlı ve tutarlı tavrıyla bu aşamaya geldik. Çanakkale’deki siyasi irade, özellikle Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş on yıldır sürekli bu projeye destek çıktı, peşinden kovaladı. Onun bu projedeki emeği çok büyük.
Siz anlatırken bile heyecanlanmamak elde değil. Ziyaretçiler Troia’yı yaşayabilecekler diyorsunuz, bu çok önemli bir vurgu. Müzenin detaylarından biraz daha söz edebilir miyiz?
Rüstem Aslan: Müze-Sergi konsepti Bakanlığın görevlendirdiği uzmanlar tarafından yapıldı. Çocuklar geldiğinde onlar için nasıl bir salon olmalı, o bile düşünüldü. Yani sadece sıradan bir ziyaretçi için değil, ailesiyle gelen çocukların, yetişkinlerin tüm ziyaretçilerin arkeoloji algılamaları konusunda her detay düşünüldü. Belki Troia da oluşacak bu kültürel ivme, kültürel anlamda diğer arkeolojik alanlara da etki edebilecek. Bir de şu da var tabi etrafı Milli Park dedik. Milli Park içinde beş, altı köy var. Bunlar milli park olması nedeniyle kısmen bazı dönemlerde mağdur oldular fakat Troia turizmi ile bölgeye şu anda gelen beş yüz bin turist sayısı, kısa sürede bir milyonu aşacak.
Gelenler artık sadece Troia’yı değil, Milli Parkı da dolaşacak. Bizim belki ekolojik turizm, kültür turizmi dediğimiz olay köyler üzerinden milli parka akacak ve civar köylerdeki insanlar turizm gelirinden pay alabilecek. İşte dışarıdan gelen insanlarla bir kültür alışverişinde buluna bilinecekler. Yani sadece kenti değil, etrafındaki Milli Parkı, parkın içindeki insanları da doğrudan etkileyecek bir proje.
“Eserlerin Dönmesi Gereken Yer Troia’dır.”
Troia’dan giden birçok eser dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış durumda. Eserlerin ait olduğu yere gelmeleri sağlanabilecek mi?
Rüstem Aslan: Kaçırılan eserler siyasi bir konu. Özellikle Moskova ve Almanya arasında büyük tartışmalar var. Eserlerin, hazinelerin büyük bir kısmı İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaş ganimeti olarak Rus askerleri tarafından kaçırılıyor. Pek çok eser var. Troya hazineleri bunların arasında uluslararası kamuoyunda en çok bilinenleri.. 1994- 1993 yılında kadar eserlerin nerede olduğu bile bilinmiyordu. Sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında eserlerin yüzde doksanının Puşkin müzesinde olduğu, bir kısmının da St. Petersburg’ta eski adıyla Leningrad’daki Hermitage Müzesinde olduğu açıklandı. Ruslar hemen Puşkin Müzesindeki eserleri, uluslararası kamuoyunun ziyaret etmesi için bir sergi açtılar. Gidenler bilir bu sergi nedeniyle hep kuyruklar olur Puşkin Müzesinde. Bu ziyaretçi kuyruklarının en önemli nedenlerinden biri ziyaretçilerin pek çoğunun Troia hazinelerini görmek istemesi.
Şimdi ilk aşamada hukuki olarak bir mahkeme süreci olmuş. 1873’te kaçırılan eserleri, 1874-1875’te Osmanlı Devleti geri almak için uğraşmış, alamamış. Bu sorunlar 19. Yüzyılın sorunları. Biz 21. yüzyılda, 19. yüzyılın sorunlarını çözmek için uğraşmak yerine, içinde yaşadığımız çağın, etik kurallarıyla neler yapabiliriz bunu tartışmak durumundayız. Belki bu açıdan bizim elimizdeki en güçlü argüman, modern bir Troia Müzesi. Buraya dünyanın her yerinden gelen insanların eserleri çıktığı yerde görme şansına sahip olacağı modern bir müze; bu en büyük argüman olacak. Almanya başbakanı Markel de, Rusya başbakanı Putin de böylesi büyük bir müzeyi ve Troia kentini ziyaret için davet edilebilir. Sonu. Olarak şunu söyleyebiliriz: Eserlerin dönmesi gereken yer Troia’dır.
“Türkiye’nin Uluslararası Alanda En İddialı Müzesi”
Müze Projesinin önemi nedir?
Rüstem Aslan: Bence Türkiye’de son dönemlerde, son on yıldır büyük müze projeleri var. Yapılan, bitirilen açılan müzeler var. Troia sembolik bir öneme sahip olduğu için, belki uluslararası alanda en iddialı müzesi olacak. Çünkü Dünya Kültür Mirası Listesi’nde buradan kaçırılan eserler var. Burası Avrupa kültür kökeninin en önemli çıkış noktası. Türkiye, bu müzeyle uluslararası kamuoyuna bu kültüre sahip çıktığını gösteriyor. Eserleri sergileyerek gösteriyor. Ören Yeri’ne sahip çıkarak gösteriyor. Bence bu açıdan açıldığında Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda en iddialı müze projesi olacak.
Sergileme alanı olarak aşağı yukarı on bin metrekarelik bir alanı olacak. Proje seçilirken iddialı, önemli mimarların jüri üyesi olarak yer aldığı bir jüriden çıktı bu proje. Mimarı açıdan önemli özellikleri var. Bina bile turistik obje haline dönecek. İçindeki eserleri zaten insanlar görmeye gelecek, binanın da bir iddiası var, çok önemli bir iddiası var. Genç bir ekip İstanbul’da çalışan Ömer Selçuk Baz ve ekibi uygulayıcı firma ile yürütüyorlar çalışmalarını.
“Sembolik At Bile Bir Esere Dönüştü”
Rüstem Aslan: Gelen turistler üzerinde bir araştırma yapmıştık, yani at algılamasıyla ören yeri algılaması arasında. Mesela özellikle Amerikalı ve bazı Avrupalı turistlerin onluk bölümü, atı görüp, ören yerini görmeden geri gidiyor. Yani at figürü hikayenin özü, o yüzden çok ön plana çıkıyor. Troia’daki at 70’li yıllardan bir Türk mimarın çizdiği at. Şunu söyleyebilirim belki ören yerleri arasında en çok fotoğrafı çekilen objelerden bir tanesidir. Empati kurabiliyor insanlar, içine girebiliyor. O hikâyenin duygusunu bir şekilde yaşamaya çalışıyor, o yüzden önemli. Homeros, bunu süsleyip püsleyip anlatmış. Tabi bunu birebir algılamak doğru olmaz. Böyle bir olayın birebir doğru olduğunu kabul etmek gerçekçi değil, sembolik bir şey. Fakat şunu biliyoruz, Homeros’un yaşadığı dönemde, yaklaşık günümüzden 2700 yıl önce, genelde Troian Atı hikâyesinin bilindiğini kaynaklardan anlıyoruz. Fakat ilk at betimlemesi 670’lerde milattan önce yani Homeros’tan üç kuşak sonra. Şu an Troia ören yerinde bulunan ata çok benziyor. Atın pencerelerinden savaş askerleri bakıyor. Ona bir küçük bir kulübe eklemiş, kendisine göre yaratmış. Bu en eski bildiğimiz at resmine benziyor. Ve ondan sonra da sürekli farklı şekilde sanatçılar antik dönemde kendi atlarını çizmişler, yaratmışlar. Kordondaki at da Hollywood filminin atı, o da işte 5. yüzyılda yani Homeros’tan çok daha sonra yaratılmış bir mit: Atın eski, tahrip olan gemilerin omurga parçalarından yapıldığı üzerine bir destan var. Ona benzetmek istemişler. Benim için Troia’daki at daha sembolik ve daha sempatik. O bile artık bir esere dönüştü. Amerikalılar atı Çanakkale’ye verme kararı aldıklarında o zaman Korfman hocamız yaşıyordu ona sormuşlardı Troia’ya mı götürelim diye. Cevabı “Troia’ lılar bir tane at almışlar kent yıkılmış biz almayalım burada bir tane at yeter” demiş. Çanakkale’de kalsın diye esprili bir şekilde yaklaşmıştı. Yani at algılamayı kolaylaştırıyor, hikâyeyi kestirmeden anlatıyor o yüzden önemli. Bunlar hepsi farklı farklı dönemin kendi anlayışını ve ruh halini yansıtıyor, ama olay yani hikâyenin özü değişmiyor. Troia Müzesinde Troia Atıyla ilgili çok ilginç bir sürpriz var. Onu söylemeyeyim ama mimarlar da bir at sakladılar müzenin içine. Ziyaretçiler müzeyi gezip bitirdiklerinde, belki de gezerken, belki de çok daha sonraları böyle bir atın olduğunu anlayacaklar. Yani gerçek anlamda bir müze oyunu.
Bu ayrıca bizimle paylaştığınız çok güzel bir sürpriz oldu. Teşekkür ediyoruz, projeye çalışmalara dair son olarak neler eklemek istersiniz.
Rüstem Aslan: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi gelişiyor, büyüyor, modernleşiyor ve pek çok önemli projesi var. İleride daha da önemli projeleri olacak. Troia kazıları bunlardan bir tanesi. Troia Müzesi yükseliyor, kent büyüyor, üniversite büyüyor. Bu proje beni onurlandıran en önemli olaylardan bir tanesi. Proje ÇOMÜ’ nün oluyor ve burada Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin öğrencileri, Türkiye’den dünyanın pek çok farklı üniversitesinden gelen öğrencileriyle birlikte çalışacaklar ve buradaki kültür mirasına birlikte emek verecekler. Bu beni çok mutlu ediyor.
Röportaj: Gülşah BARUK