Genel
Yirmisekizbin Dizelik Kültür Tarihi
Troia’yı yaşatan Homeros’un destanlarıdır.
Uzaktan bakıldığında binyıllardır insanları kendsine çeken bu dörtbin yıllık tepe hiç de öylesine görkemli değildir. Etrafını saran doğal yakın çevresinde de aslında gözebatan önemli bir özellik yok gibidir. Uzayıp giden Troia Ovası’nın batısından kıvrılarak giden ve Çanakkale Boğazı’na dökülen Karamenderes (Skamandros) Nehri; kanallar arasında kaldığı için, neredeyse varlığı ve yokluğu seçilemeyen doğudaki Dümrek Çayı (Simeios). Kuzeyde, uzaklardan seçilebilen Yeni Kumkale yerleşmesi, hemen onun ardındaki mavi bir çizgi gibi akıp giden Çanakkale (Dardanel) Boğazı. Bu mavi suların ardında bir gölge gibi uzayıp giden, Avupa kıtasına ait Gelibolu Yarımadası’nın kıyı çizgisi. Kimi zaman ufuk çizgisinde denizden fırlayan bir garip bir canlı gibi beliriveren Gökçeada (İmbroz) ve onun ardındaki Semadirek (Samothrake) adası. Güneyde ufuk çizgisinde iki farklı tepe gibi belirveren Bozcaada (Tenedos). Bozcaada’nın hemen önünden içeri doğru sokulan Beşik Koyu.
Ama kendi halindeki bu doğa ve kendi halindeki bu tepe, günümüzden yaklaşık üçbin yıl önce yaşamış ozanlar ozanının anlattığı bir savaşa, Troia Savaşı’na sahne olmuştur.
M.Ö. 730’da yazıya geçirilen İlyada Destanı ve ondan kısa bir süre yazılan Odysseia Destanı, daha destanın yazıldığı dönemde bile mitolojik bir geçmişe ait, on yıllık savaşı anlatmaktadır.
Troia ve kalıntıları gücünü işte bu ozanın dizelerinden almaktadır. Ege’deki pekçok kent, ozanın kendi topraklarında doğduğunu iddia etmekte. Homeros ise insanları, hayvanları ve bitkileri tüm ayrıntılarıyla anlatmış olmasına rağmen; kendinden sonra yaşayanlar tarafından „kör“ olarak betimlenmiştir. Hatta bunun da ötesinde, onun olduğuna inanılan eserlerin, onun mu, yoksa birçok başka ozanın mı olduğu tartışılagelmiştir. Ozanımız nerede doğmuş, nerede nasıl ölmüş olursa olsun; araştırmacıların Homeros Troiası’nı buldukları Troia VI (M.Ö. 1700-1250) ve Troia VIIa (1250-1180) katmanları görkemli duvarlarıyla herkesi halen etkilemekte.
Homeros’tur işte bu kalıntıları, unutulmaz trajik bir savaşın şahidi yapan. Bu duvarların önünde dokuz yıl savaşır büyük kahramanlar ve onuncu yılda Troia Atı hilesiyle yıkılır kent. Ölümü göze alan yiğitler, bu duvarların önünde; Skamander Nehrinin yatağında yitirir hayatlarını: Hektor, Patroklos, Akhilleus, Aias, Sarpedon. Günümüzde, ellerinde dijital kameralar, cep telefonları olan turistlerin dolaştığı bu topraklarda; savaştan önce, Homeros’un onur duyarak anlattığı „uzun elbiseli Troialı kadın ve erkekler“ dolaşırmış.
İşte binlerce yıllık bu arkaplanla Troia’yı dolaştığınızda, taşların arasında düş ve gerçeğin içiçe geçtiğini hissederseniz. Kaderler höyüğü bu tepenin her köşesinde, ikibin yediyüzyıl önce ozanlar ozanı Homeros’un yazıya geçirdiği İlyada Destanı’nın izleri gizlidir.
Dünya tarihi ve edebiyatını binyıllardır besleyen bu destan, on yıllık bir savaşın birkaç gün içine sığan trajedilerini dille getirir aslında. İşte bu birkaç gün içinde, savaşcılar ölülerini onlara yakışan bir törenle gömmek, yaralarını sarmak, silahlarını onarmak için savaşkes ilan ederler, ardından tekrar ölüm cephesine rüzgar gibi koşarlar. Böylesi iniş çıkışlarla devam eden destan, aslında sadece son ellibir günde olup biteni anlatır.
Aslında herşey Akha ordusu komutanı Agamemnon’nun bir davranışı ile başlar.. Agamemnon, kendi kayıplarına karşılık, Akhaların en görkemli savaşcısı Akhilleus’un savaş ganimeti payından, kendise bir köle alır. Bir savaşcının en önemli onuru olan savaş ganimetine yapılan bu davranış, Akhilleus’u öfkelendirir ve savaştan çekilir. Ancak Akhilleus olmayınca, Akha ordusu çok zor anlar yaşar. Orduyu zor durumdan, Akhilleus’un en yakın dostu Patroklos kurtarır. Patroklos, arkadaşının savaş aletlerini kuşanarak Akhilleus kılığında savaş alanına yeniden çıkar. Ancak tanrılar Hektor’dan yana olur ve Akhilleus’a karşı savaştığını sanan Troia ordusunun kahramanı, Patroklos’u öldürür. İşte bu ölüm, aynı zamanda savaşın da dönüm noktası olur. Dostunun ölümüne ağıtlar yakan Akhilleus intikam duygusuyla savaşa geri döner ve Hektor’u insan yüreğinin dayanamayacağı bir şekilde öldürür. Destanın en trajedik anı ise, yaşlı Priamos’un gözyaşlarıyla oğlunun cenazesini alıp Troia kalesine taşımasıdır. Böylece bu eşsiz destan, Troialı Hektor’un cenaze töreniyle son bulur. Akhilleus’un ölümü, Odysseus’un Troia’yı yıkan Troia Atı hilesi ise, İlyada Destanı’nından yirmi yıl sonra yazılan Odysseia Destanı’nında anlatılır. Bu, çağları ve sınırları aşan, pekçok politikacı, sanatçı ve edebiyatıcıya kaynaklık eden trajik olaylar, iki kitaptaki 28 000 dizeyle anlatılır. Aradan geçen binlerce yıl sonrasında da dünya kültür belleğinde silinemeyecek derin izler bırakır.
Destandaki olaylar, insanlar ve zaman dar olmasına rağmen, ozanmız Homeros, ölümsüz dizeleri, „kanatlı sözleriyle“ insan trajedilerini anlatan ölümsüz bir bütün kosmos (evren) yaratır. Anlatımlardaki bazı sahneler düşle gerçekliği, olaylarla yerleri bir bütün olarak okuyucuya sunar: Troia kalesine veda, surların önündeki mücadele, orduların ovadaki buluşması, Semadirek Adası’nın zirvesinde tanrıların buluşması ve sonunda Skamender Nehri’ndeki yürekler yakan savaş, dünya kültür tarihi ve kültürel belleğinin en önemli miraslarından biri olmuşlardır.