BİRİM HABERLERİ

Kütüphaneci Erol Yılmaz Kütüphaneyi ve ÇOMÜ Kütüphanesi’ni Anlattı

Yayınlandı

-

Türkiye’nin önemli kütüphanecilerinden Doç. Dr. Erol Yılmaz, ‘Kültür Gündemi’ adlı yayında ‘Kütüphane Üniversitenin Nesi Olur?’ başlıklı makalesinde akademik kütüphaneciliği ele aldı. Yılmaz yazısında ÇOMÜ Kütüphanesi’ne de geniş yer verdi.

Erol Yılmaz, ÇOMÜ’nün yeni kütüphane binasını şu sözlerle tanımladı: “Çanakkale Boğazı’na nâzır, son derece modern ve kütüphane mimarisine uygun yeni bir bina. İçerisinde çalışmak, okumak, araştırma yapmak bir yana, hayranlıkla görülesi, gezilesi bir bina”.

ÇOMÜ Kütüphanesi’nin batılı anlamda bir kütüphane olduğunu ifade eden Doç. Dr. Erol Yılmaz, ÇOMÜ’nün kütüphane alanındaki başarısının diğer üniversitelerde de tekrarlanması gerektiğini belirtti.

Yılmaz’ın ilgili yazısı şöyle:

“Üniversite denildiğinde ilk olarak akla gelenler; eğitim-öğretim, bilim, araştırma geliştirme (Ar-Ge), teknoloji, yayın ve danışmanlıktır. Ülkeden ülkeye, dönemden döneme kimi ufak tefek farklılıklar olsa da genel durum bu şekilde.

Eğitim-öğretim faaliyetleriyle gelişme ve kalkınmanın motoru olan kalifiye insan gücü yetiştirilirken; bilimsel çalışmalar ve Ar-Ge faaliyetleriyle, çeşitli konularda yeni verilere ulaşılarak, bu veriler bilimin ve teknolojinin emrine sunulmaktadır.

Hiç zorlanmadan görüleceği gibi, tüm bu faaliyetler “bilgi” dediğimiz hayatî nesnenin etrafında şekillenmektedir. Diğer bir ifadeyle, söz konusu çalışmalar gerçekleştirilirken bol miktarda “bilgi” tüketilmekte ve yepyeni bilgiler üretilmekte. (Data – Information – Knowledge ayrımı başka bir yazıya kalsın izninizle)

Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelen meşhur bilgi patlamasının ardından, bugün bombardıman şeklinde devam eden bilgi artışı, bu bilginin kontrol altına alınmasını ve yeni çalışmalar için kullanılabilir duruma getirilmesini zorunlu kılmıştır.

Söz konusu olan öyle bir artış ki, Harvard Üniversitesi’nin 1971-1991 yıları arasında rektörlüğünü yapmış olan Derek Bok’ın 1990’larda dile getirdiği şu bilgi durumu yeterince açıklayabilecek güçte olsa gerek; “Harvard Üniversitesi Kütüphanesi’nin ilk bir milyon kitaplık koleksiyonu yaklaşık 275 yılda oluşurken, son bir milyonunu oluşturmak için sadece beş yıl yetmiştir.” Bugün 1990’lardaki artış hızının çok ötesine geçildiğini ve neredeyse her yıl bir öncekine nazaran katlandığını da ilâve edelim.

Bu devasa bilgiyi sağlayarak, uluslararası standartlar ve yöntemler doğrultusunda organize etmek ve ardından, iletişim teknolojilerinin de yardımıyla etkin bir şekilde hizmete sunmak ise, tam da bu amaç doğrultusunda vücut bulan kütüphaneler eliyle mümkün olabilmektedir.

Anmadan geçmeyelim… Elbette bu kapsamdaki tüm çalışmalar, üniversitelerin Bilgi ve Belge Yönetimi (önceki adıyla Kütüphanecilik) bölümlerinde en az dört yıl süreyle lisans öğrenimi görerek mezun olmuş profesyonel kütüphaneciler eliyle gerçekleşmektedir. Onların gözetiminde çalışan paraprofesyonelleri de hatırlayarak devam edelim…

Kütüphanecilerin bu yol göstericiliği ya da rehberliğidir ki, bilim insanlarının o inanılmaz büyüklükteki bilgi ormanında yollarını bulmalarını ve bilimsel faaliyetleri bağlamında aradıkları bilgiye ulaşmalarını mümkün kılmaktadır.

Artık -ülkemizde bile- aklı başında her bilim insanı şunu tartışmasız bir şekilde kabul ediyor; profesyonel kütüphanecilerin yol göstericiliği olmaksızın bir bilimsel makalenin, araştırma raporunun ve/ya lisansüstü tezin -nitelikten taviz vermeksizin- hazırlanması tek kelimeyle imkânsızdır.

Bu bağlamda, gelişmiş ülkeler onlarca yıl öncesinde, kütüphanesiz üniversitenin burçsuz kaleye benzeyeceği bilinciyle, daha üniversitenin kuruluş aşamasında ilk olarak akıllarına kütüphaneyi getirmiş, planlarını da bu bilinç doğrultusunda yapmıştır. Önemine binaen tekrar edelim; “kütüphanesiz üniversite, burçsuz kaleye benzer”…

Burçsuz kalenin savunma zafiyeti ve giderek yok olma alâmeti olduğunu iyi bilen gelişmiş ülkelerdeki üniversiteler, yıllar boyunca kütüphanelerinin üzerine titreyerek, adeta gözleri gibi bakmış; bu hassasiyet, bugün onlara anıtsal kütüphaneler ve bu çerçevede uluslararası itibar olarak geri dönmüştür.

Geliniz, bu görüşümüzü bir örnekle pekiştirelim…

İlk yöneticisi olan John Harvard’ın 400 kitaplık mirasıyla 1638 yılında temelleri atılan Harvard Üniversitesi kütüphanelerinin (toplam 79 kütüphane) koleksiyonunda 18.9 milyon kitap bulunmaktadır (2013 sonu itibariyle)…  18.900.000 kitap… Tamam, Harvard Kütüphanesi alanında “1” numara, ancak dünyanın tüm gelişmiş üniversitelerine bakıldığında, güçlü burçlara sahip olduklarını görmek mümkün.

Buna karşılık, -bakmasak daha iyi olur ama- projektörleri içeri doğru çevirdiğimizde, sayıları iki yüze merdiven dayayan üniversitelerimizin kütüphanelerinde, toplam on üç milyonu bulamamış bir kitap koleksiyonu karşılar bizi, mahcup bir edâyla.

Bu makûs talihi değiştirmeye çalışan üniversitelerimiz de var elbette. Az sayıda olsalar da… Çoğu vakıf üniversitesi olan ve kütüphanesini de pazarlama paketinin içine koyduğu için, kaynak konusunda cömert davrananları bir yana bırakacak olursak, devlet üniversiteleri içerisinde biri var ki, anmadan geçmek haksızlık olur… Örnek olsun diye…

O üniversite ki, daha yirmili yaşlarının henüz başında… Gencecik… 1992 yılında kurulmuş olan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden söz ediyorum.

Rektörü, Prof. Dr. Sedat Laçiner, tam bir kitap ve kütüphane dostu. Deyim yerindeyse, kütüphane konusuna baş koymuş. Çok büyük de bir hedef belirlemiş üniversitesine, kütüphane odaklı. “Çanakkale Zaferi’nin yüzüncü yılında (2015) kütüphane koleksiyonunda bir milyon kitap”…

Bunun için ülke çapında başlattığı proje kamuoyunda duyulur duyulmaz, Türkiye’nin dört bir yanından kitap yağmaya başlamış üniversitenin merkez kütüphanesine. Koleksiyondaki bu hızlı artış çerçevesinde, kütüphane olarak tasarımlanmamış mevcut kütüphane binasının yetersiz kalacağı belli olduğu için de, Çanakkale Boğazı’na nâzır, son derece modern ve kütüphane mimarisine uygun yeni bir bina planlanarak, çok kısa sürede ayağa kaldırılmış. İçerisinde çalışmak, okumak, araştırma yapmak bir yana, hayranlıkla görülesi, gezilesi bir bina. Eski binadan yeni binaya iç köprülerle geçtiğinizde, ortalama bir Türk kütüphanesinden batıdaki bir üniversitenin kütüphanesine geçmiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. O kadar yani…

Üniversite kütüphanesinin eğitim-öğretim, araştırma-geliştirme ve her düzeydeki bilimsel çalışmalar için ne demek olduğunu yurtdışındaki lisansüstü öğrenimi süresince net bir biçimde gören Rektör Profesör Laçiner, kendisi bu konuda söz sahibi olduğunda derhal harekete geçerek, kütüphaneyi üniversitenin merkezine koyma bilincinde olduğunun somut adımını atıvermiş işbu projeyle.

Darısı diğer üniversitelerimize diyerek, yazımıza başlık olan soruyu, yaygın ve örgün eğitimde kütüphanenin yeri ve önemini bilen ve bu konudaki sağlam bilincini, her türde çok başarılı kütüphane örnekleriyle sergileyen batıdan, asırlık bir bakış açısıyla cevaplayalım.

Sorunun cevabı Chicago Üniversitesi Rektörü William R. Harper’dan… Dile getirildiği yıl ise -lütfen dikkat- 1903… Onlarca yıl öncesinden, kütüphanenin üniversite için ne anlam ifade ettiğini, üniversite yapısı içerisinde yerinin neresi olduğunu açık, net ve tartışmasız bir şekilde göstermiş Rektör Harper; “Kütüphane üniversitenin kalbidir” diyerek. Başka söze ne hâcet…

Geliniz, üniversite-kütüphane ilişkisini 111 yıl öncesinden özetleyen bu üç kelimelik dev cümlenin ışığında, -istisnalar hariç- ülkemizdeki üniversite kütüphanelerini aklımıza getirelim. Hayret emek ve susmak serbest…”

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version