03.02.2012 Cuma günü, kâinat peygamberi Hz Muhammed’in doğum günü dolayısıyla İslam âlemi Mevlid Kandili’ni kutladı. Bu manevi iklimde, ibadetlerin doruk noktasına ulaştığı, duaların haddi ve hesabının olmadığı bir gecede Suriye’nin Humus kentinde gerçekleşen olaylar bu önemli geceye gölge düşürür cinstendi. İnsanlar ibadet halindeyken Esad’ın askerleri camileri bombalamakla kalmayıp, yaralıların hastanelere taşınmasını da engelleme girişimlerinde bulundular. Bu olaylar sonucunda bazı kaynaklara göre 337 kişi bazı kaynaklara göreyse yaklaşık 500 kişi hayatını kaybetti.
Anlaşılan Beşar Esad, Hüsnü Mübarek’in, Muammer Kaddafi’nin ve Saddam Hüseyin’in yaşadıklarından herhangi bir ders almamış ya da seçtiği akıl hocalarının akıllı davranma konusunda problemleri var veya Esad kendi kuyusunun kazıldığının farkında değil. Bir defa günümüz dünyasında gelinen noktada gelişmeler dikkate alınacak olursa, diktatörlüklerin yaşama şansları hemen hemen sıfır. Dış politikalar üzerinde insan hakları gibi kavramların kendisine yer bulmaya başladığı bu dönemde insanlara eziyet çektirmek, insanları telef etmek, insan haklarını hiçe sayıp dünyaya yanlış yöntemlerle göz dağı vermeye çalışmak hiç de akıl karı davranışlar niteliğini taşımamaktadır.
Peki Beşer Esad’ı bu yönde cesaretlendiren kişi veya aktörler kimler? Esad bu hamleleri yapma cesaretini nereden alıyor? Bu sorunun yanıtlarından ilki BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye hakkında eli kolu düzgün bir karar alamamış olmasıdır. Bunda en önemli rolü ise Rusya üstlenmekte iken Çin’in de bu duruma katılmasıyla dünya bir kez daha dehşet verici sahneleri izleme yolunu seçmiş oldu. Ne de olsa Müslümanlar kendi kendisini yiyor, bırakın yesinler nasıl olsa birbirlerini kırmaya alışkınlar ve tükenecekleri de yok zaten.
İkincisi olaylara karşı Arap Birliğinin de henüz bir yaptırım uygulayamamış olmasıdır. Bu son olaylar Araplara da mesaj niteliğindedir. “İç işlerime karışmayın yoksa en kutsal günümüzü dahi kana bularım.” Evvelden İsrail’in seçtiği bu yöntemi şu anda Suriye’nin ve Esad’ın seçmiş olması ayrı bir facia. Demek ki su sorunu dolayısıyla İsrail’e düşman olan Esad, iş kendi koltuğa geldiğinde onun yöntemlerini dahi uygulayabilecek kadar koltuk sevdalısı. Hatırlanacağı üzere bu konuda Beşar Esad’ın “kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğim” sözüne Başbakan da “Golan Tepeleri konusunda neden mücadele etmedin?” diye sormuş ve davanın koltuk davası olduğuna temas etmişti. Ayrıca Irak’ta gelişmelere sesini çıkaramayan, Mısır ve Libya’da da olaylara seyirci kalmayı tercih eden Arap Birliği bu defa bir şeyler yapabilmek adına kıpırdadı fakat yine işi eline yüzüne bulaştırdı.
Diyeceksiniz ki yüce Amerika nerede? Bu gelişmeleri hiç mi takip etmiyor? Amerika gelişmeleri yakından takip ediyor ama ne İsrail’e söz geçirebilecek gücü ne de müdahale edebilecek ekonomisi var. Bu yüzden yükü yükleyecek bir araç arar vaziyette. Bu araç ise BM Güvenlik Konseyi. Fakat burada da Rusya ve Çin engeli var haklı olarak. Bir defa Esad rejimi Rus ve Çin rejiminin eski dostlarından. İkincisi Rusya, Mısır ve Libya’da alamadıklarını Suriye’den de alamamaktan çekiniyor ve burayı sizlere kolayca yedirmem. Ya payımı verirsiniz ya gününüzü görürsünüz diyor. Hal böyle olunca Esad cesarete geliyor ve nasıl olsa beni paylaşamıyorlar ben de gücümü birilerine göstereyim mantığıyla hareket ediyor. Burada kurtarıcı aktör olarak Türkiye devreye sokulmak istenmekte. Belirttiğim gibi yükü yüklenecek bir araç lazım.
Katliamların kutsal sayılan bir gecede gerçekleştirilmek istenmesi ise acaba Şii ve Sünni gruplar birbirine düşürülmek mi isteniyor şeklinde yorumlanıyor. Saddam’ı bir Kurban Bayramı arefesinde Şiilere infaz ettirenler, yine Şii rejiminin temsilcilerinden Esad’a acaba yine Sünnileri mi katlettirmekte. Hem de İslam âlemi adına mübarek olan bir gecede. Olayların iç yüzü zamanla ortaya çıkacaktır ama insanlığın yaşadığı bu insanlık dışı katliam ve dramların iç yüzü Suriye’yi kaynar bir kazan haline getirmiştir. Esad eninde sonunda gidecektir fakat gitmeden asıl düşünmesi gereken yarınlara nasıl bir Suriye bırakmalıyım olmalıdır. Eğer bu şekilde uygulamalara devam ederse, Suriye Esad’dan sonra Irak’tan daha beter bir hale gelebilir.
Beşar Esad’ın eşi Esma Esad İngiliz basının önemli gazetelerinden The Times’e ısrarlar üzerine yazılı bir açıklamada bulundu ve katliamda hayatını kaybeden ”kurbanların” ailelerinin sorunlarını dinlediğinden, bu durum ile ilgilendiğinden ortamın yatışması adına elinden gelen ne varsa yapmaya gayret gösterdiğinden bahsetti. Eşi dahi bu kişileri bir hiç uğruna ölen “kurban” olarak nitelerken Esad, eşi kadar olsun bazı şeyleri göremiyor ya da görmek istemiyor. Bu açıklamanın ardından İngiltere’nin bu hatırı sayılır gazetesi Esma hanıma “Kocanızı bu kan gölünün durması için ikna et, yoksa sonunuz ölüm olacak…” şeklinde bir uyarıda bulundu ve bu gelişme dünya kamuoyunda önemli bir yankı uynadırdı.
Washington’da, Avrupa’da durum böyleyken olaya Türkiye’nin, İran’ın ve özellikle İsrail’in tutumları nasıl? Bilineceği üzere Türkiye son dönemde dış politikasını “insan hakları ve demokrasi” üzerine indekslemiş durumda ve olaylara bu açıdan bakıyor. Dikkat edilirse aslında Türkiye biraz da özüne dönmüş durumda. Birçok Avrupalı devlet Osmanlı’yı kötü addederken Osmanlı İmparatorluğu, fethettiği hiçbir coğrafyaya Avrupa gibi sömürge gözüyle bakmamış, inandığı değerleri oralara taşıyarak o coğrafya ile arasında ince bağlar oluşturmaya çalışmıştır. Osmanlı İmparatorluğu insan hakları bakımından da hoşgörülü, hatta demokratik bir imparatorluk konumundaydı. Çünkü insanlara sırf insan olduğu için değer vermiş, hiçbir milletin, azınlığın din, ibadet özgürlüğüne karışmamış, dillerine dokunmamış hatta onları rahat ettirmeye çalışmış, sadece vergisini alarak ekonomik anlamda da gelir elde etmiştir. Demokrasi açısından tek eksiği ise hoşgörülü olmasına rağmen tek kişi tarafından yönetilen bir rejim olmasıdır Fakat Avrupa her gittiği sömürgede farklılaştırma politikaları izlemiş ve sömürge haline getirdiği coğrafyayı kendi kültürüyle donatmak adına hiçbir uygulamadan çekinmemiş, kan dökmüş ve göz yaşının akmasına yeri gelmiş sebep olmuş ve yeri gelmiş göz yummuştur. Yani anlayacağınız, bölmüş elde etmiş, ırkçılık yapmış yönetmiş.
Olaylar bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye, Suriye’de akan kana dur deme niyetini taşıyarak, tıpkı atalarının yaptığı gibi Suriye halkının Şii, Sünni, Kürt ayrımı yapmadan huzur içerisinde yaşamasını istemektedir. İran ise kendi rejimine en yakın bir rejimi kaybetme kaygısı içerisindedir. Olaya sırf Şii – Sünni odaklı baktığı için, Türkiye’yi de kendisine düşman olarak görmekte, hatta Türkiye’nin Batılı devletlere hizmet eden bir aktör olduğunu düşünmektedir. Anlayacağınız onun durumu da koltuğu kurtarma kaygısıdır.
Peki bu olaylara karşı İsrail’den neden herhangi bir açıklama gelmedi? Bu konuda biraz komplo teorisi yapalım. Öncelikle İsrail, bu coğrafyada “One Minute”, “Koltuk Krizi” ve “Mavi Marmara Baskını” gibi konularda tartışmalı olduğu Türkiye’ye karşı Şii İran’ın yalnız kalmasını istemeyebilir. Her ne kadar son günlerde İran ile nükleer silah konusunda tartışmaya girmiş olsa da kendisinin varoluş sebebini sorgulayan ve hatta onu ortadan kaldırmaya çalışan ayrıca bu durumu dünyaya sorgulatmaya uğraşan Sünni bir Türkiye’ye karşı Şii bir İran ve Şii bir Suriye görmek isteyebilir. Golan tepeleri meselesi ve Suriye’nin Lübnan’daki Hizbullah’a desteğinden dolayı İsrail her ne kadar Suriye’den rahatsız olsa da işin içine kendi varoluş sebebinin sorgulanması girdiğinde, yaşam mücadelesi ve çıkarları dolayısıyla bu meseleleri görmezden gelebilir. Ayrıca Suriye içerisinde etkin bir Türkiye, Filistin meselesinde olduğu gibi Golan meselesinde de İsrail’in başına iş açabilir. Çünkü unutulmamalıdır ki geleceğin en paylaşılamaz nimeti su olacaktır.
İkinci olarak İsrail, ABD’de yürüttüğü güçlü lobi faaliyetleriyle Türkiye’nin Suriye’ye girmesini ve orada maddi ve insani kayıplar yaşamasını şiddetle istiyor olabilir. Çünkü ekonomik anlamda bağımsız bir Türkiye’nin, hele hele de Ortadoğu’da ekonomik dengeyi iyi kurmuş ve bölgeyi iyi okumuş bir devletin siyaseten manevra alanı büyüyeceğinden bölgeye örnek olma ve kontrol etme gücü artacaktır. Bu açıdan ekonomik kayba uğramış ve ekonomik dengeleri bozulmuş bir Türkiye, kendi derdiyle uğraşacağından İsrail ile bu konularda tartışamayacak konuma gelecektir. İş sosyolojik boyutuyla ele alındığında ise orada verilebilecek askeri kayıplar ve bu kayıplara toplumun farklı tepkileri, çeşitli spekülasyonlarla ekonomik açıdan zayıflatılmaya çalışılan Türkiye’ye ayrıca bir zarar verecektir! Tabii burada en önemli aktör Türkiye. Acaba Türkiye bölgede kendi gerçek politikalarını uygulayabilecek mi yoksa Batının uygulamasını istediklerini uygulayarak İran’ı haklı mı çıkaracak? Bizimkisi komplo teorisi tabii ki.
Ama gerek bu soruların cevaplarını, gerekse Suriye ve Esad ailesinin akıbetinin ne olacağını bekleyip hep birlikte göreceğiz. Temennimiz daha fazla kan ve göz yaşının akmaması ve amansız çıkarların bu coğrafyada hakim olmamasıdır.