Genel
Beyin Cumhuriyet, Kalp Osmanlı
Son dönemde cumhuriyet ile Osmanlı arasında fiilen dolaylı, ruhen de doğrudan yaşanan yarıştırma ve manevi üstünlük çabası saklanamayacak bir boyut kazanmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerine ait yaşanmışlıkların, yazarların dünya görüşüne bağlı olarak değişik yorumlandığı bir süreçteyiz.
Çoğu dönemde olduğu gibi bu durumda da tarihi yine kazananların yazacağı malumdur. Yaşanan süreç, kazananın belirleneceği demokratik savaşın mevzi mücadeleleridir. Durumu örneklemek adına taraf olarak gösterdiğim bu çatışmanın cumhuriyet taraftarı askerleri, eski günahları ve hatalarını savunamama ve yeni bir saldırı boyutu oluşturamama arasında sıkışmış durumdadır. Alanın diğer tarafında ki muhafazakâr demokrat cephesini, katı bir ast-üst statüsü görüntüsünde subaylar, hatta generaller belirlemektedir.
Siyaset tarih üzerinden puan kazanmaya çalışadursun, geçmişi tarihsel boyutta değerlendirdiğimizde, benzer değerlendirmelerin çok daha önce de yaşandığını görmekteyiz.
Osmanlı aydınlanma sürecinin yaşadığı sıkıntıların ve bu sıkıntıların II. Meşrutiyetle yerini yeni akıma bıraktığı dönemde tekrar yaşanmasının, Türk toplumunun tarihteki genel sosyolojik yapısını yansıtması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Lale devri ile genel anlamda başladığı kabul edilen batılılaşma sürecinin, II. Mahmut ve akabinde ki Tanzimat döneminde azami hıza ulaştığını görüyoruz. Ancak gerek Osmanlı da gerekse cumhuriyet modernleşmesin de, inkılabı koruyacak ve ilerletecek bir burjuva ve köylü sınıf oluşturulamamıştır. Osmanlıda bürokrasi ve askeri sınıfla sınırlı olan koruma alanı, cumhuriyette de aynı odaklarca sürdürülmüştür.
Değişen ve ilerleyen dünyanın hızına yetişme telaşı, sadece bizde değil tüm dünyada yaşanmıştır. Meiji’nin, I. Petro’nun ve II. Mahmut’un modern olmadığını kimse iddia edemez ancak monarşik yapılarının korunmasına yönelik tedbirleri de ortadayken, totaliter yapılarının da olmadığı söylenemez. Osmanlı penceresinden muhafazakâr resim çizmeye çalışanların imparatorluğun son iki yüz yılını iyi incelemeleri gerekmektedir. Cumhuriyet penceresinden sırf laik bir yapıyla İslam dışı bir tablo görenler de doksan yıllık sorunları ve toplumsal huzursuzluğu iyi tahlil etmelidir.
Cumhuriyet kadrosunun büyük oranda II. Meşrutiyet kadrosu olduğunu ve düşünsel anlamda da çok uzak olmayan bir yapıda olduğunu biliyoruz. Hatta iddialı bir yorumla cumhuriyet’in II. Meşrutiyetle başladığı bile söylenebilir. Şu halde cumhuriyet değerlerinin sıkı bir takiple, rejimi hedefe ulaştırma gayretlerini fazla garipsememek gerekir, zira aynı gayret on, on iki yıl önce padişaha karşı gösterilmiştir. İttihat Terakki ekibinin gözleri önünde sona eren devletlerini, en hızlı ve en doğru bildikleri yol ile –meclis – kurtarma çabaları eleştirilecek ancak kızılacak bir durum da değildir.
Tarihsel olarak topraklarını bir tutmaya çalışan son dönem padişahlarımızın yenilik gayreti ile, Devlet-i Ali’yi yaşatmak için meşrutiyet ipine sarılan İttihat Terakki arasında niyette ve nihayette hiç bir fark yoktur. Aynı şekilde çağ dışı kurumları ve denenmiş birçok ideolojiyle devletinin yaşayamadığını görüp, milliyetçi ulus devlet ipine sarılan, Mustafa Kemal arasında da fark olduğu söylenemez.
Mustafa Kemal’in yeni devletin kuruluşun da ümmet ve İslam düşüncesinin itici gücünü kullandığı bir gerçektir. Bağımsızlık mücadelesinin yâda mevcut dış tehditlerin bitiminin hemen akabinde-inkılâp sürecin de- kadın hakları (medeni kanun ), Tevhid-i Tedrisat, Halk Evleri Tarih Kurumu, Medreselerin kapanması gibi yeniliklerle, laik düzene hızlı geçme gayreti, büyüdüğü devletin asırlık sorunlarının analizinden başka bir şey değildir. Ulu öndere yönelik ön yargılı bir kafaya sahip değilsek, bu süreçleri ‘’yalnız’’ bir adamın millet kaygısı dışında değerlendirmemiz mümkün değildir. Atatürk’ün Türk burjuvazisi ve köylüsü üzerine bu kadar gidip, güçlendirme gayreti de, yeni rejimin ölümünden sonra sağlam koruyuculara kalması çabasıdır. Meşhur Bursa Nutku ve her fırsatta cumhuriyetini gençlerle özdeşleştirmesi kendisinden sonraki süreci düşünme işaretleridir. Atatürk Fransız Devrimini ve aydınlarını iyi tahlil etmiş, iyi düzeyde Batı siyaseti ve sosyolojisi bilgisine sahip bir insandır. Rejimin ve inkılapların alıcı kitlesinin, Müslüman Türk milleti olduğunu hiçbir zaman unutmamıştır. Elmalılı Hamdi’ye Kur’an-ı Kerim tefsiri hazırlatması bunun en açık örneğidir. Korktuğu muhafazakâr Türk nesli değil, bilgisiz ve bağnaz bir kuşaktır. Sultan II. Mahmut ve sonraki liderler Avrupa’ya öğrenci gönderirken nasıl korkmadıysa, Vahdettin, Mustafa Kemal’le Almanya seyahatin de nasıl bir sakınca görmediyse, Ulu önder de muhafazakâr bir nesilden çekinmemiştir. En büyük korkusu bir çok platform da dile getirdiği gibi, ilimsizliktir, fensizliktir. Çünkü kendisi, bilimsel gelişmişliğin olmadığında, hangi acıların yaşanacağını birçok savaşta, bizzat görmüştür.
Cumhuriyeti korumak adına Osmanlıyı yok sayarak oluşturulacak bir tarih ve bilinç algısı ne kadar yanlışsa, Osmanlı adına Cumhuriyet değerlerine vurmakta o kadar yanlıştır. Çünkü her iki durumda bizi aynı hataya götürür; Selçukluya kızmak. Türk Tarihini, belli bir kısmını alarak yâda belli bir kısmını yok sayıp, kızarak siyaset oluşturmak, gereksiz kör dövüş olduğu gibi, parçalanamayacak kadar küçülen milli birliğimizi daha da ufaltacaktır.
Kendinizi laik, dindar, demokrat, muhafazakar yada milliyetçi çizgide ifade edebilirsiniz, ancak bunu yaparken, milliyetçi birinin muhafazakar, dindar birinin demokrat yada laik birinin dindar olabileceğini düşünerek yaşamanız gerekir. Bu süreç, Osmanlı olan bir grubun, Cumhuriyetle büyüyüp güçlenmesi kadar doğaldır. Unutmayalım, hiç birimiz Mustafa Kemal kadar Osmanlı ve Mustafa Kemal kadar Cumhuriyetli olamayız. Kızmamız veya küsmemiz bir şey ifade etmez, kalbimiz kadar Osmanlı, beynimiz kadar Cumhuriyetliyiz…
hakan algul
19 Şubat 2012 at 01:49
cok ınce ve dusunulmesı gereken bır yazı olmuş murat bey.yüreğinize sağlık
Göknur Günay
19 Şubat 2012 at 01:59
Özellikle “…milliyetçi birinin muhafazakar, dindar birinin demokrat ya da laik birinin dindar olabileceğini düşünerek yaşamanız gerekir.” kısmıyla kafamızdaki sert ve düşünülmesinin dahi tuhaf karşılanacağı ince bir noktaya temas etmişsiniz.Çünkü genelde insanlar bazı siyasi kalıpları alıp yaşantılarına uydurmaya çalışırlar. Bu bazı hareketlerine hiç yansımaz ve kişiyi ele verir. Doğru olan keskin kalıplardan, çizgilerden kaçınmaktır. Kültürümüz, kalbimiz Osmanlı’dan, fikrimiz cumhuriyetten bizim… Emeğinize sağlık hocam.
fatih sarı
23 Şubat 2012 at 13:21
emeğinize sağlık hocam.. karmaşık gibi görünen bir yorumda renk belli eden osmanlıdan cumhuriyete geçiş süreci, olay ve kişilerin fikriyatı rasyonal bir şekilde ancak böyle anlatılabilir.