Genel
İslam Kardeşliği
Bu yazı tumhaber.com’dan alıntılanmıştır.
Dünyanın sevgiye ve kardeşliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bugün dünyaya hakim olan küresel-liberal kapitalizm, her şeyi maddi verilerle değerlendirdiği, hedef olarak çok kazanmayı, sınırsız tüketmeyi ve hayat felsefesi olarak salt menfaatçiliğe dayalı pragmatizmi gösterdiği için insanlar neredeyse tamamen bireyselleşmiş, bunun sonucunda yalnızlaşan, yalnızca kendisini düşünen bir varlık haline gelmiştir. Bütün bunlar insanlardaki kardeşlik duygularını zayıflatmış, insanı ve toplumu çok çeşitli maddi-manevi sorunların pençesine atmıştır.
İnsanı ve toplumu koruyan, geliştiren, var oluşunu ve hayatiyetini sağlayan çok çeşitli değerler vardır. Din, dil, vatan, bayrak, ortak ideal gibi bu unsurların korunması ve geliştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Kim ne derse desin bizi bir arada tutan değerlerin başında bin yıldır bayraktarlığını yaptığımız dinimiz İslam gelmektedir. İslam ülkemizin ve milletimizin en kuvvetli çimentosudur. İslam’ın en önem verdiği hususların başında da kardeşlik hukuku ve kardeşlik bağlarının tesis edilerek kuvvetlendirilmesi gelmektedir.
Öncelikle bir Dinler Tarihçisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bugün dünya üzerindeki dinlerden hiçbiri kardeşliği İslam Dini kadar ön planda tutmamış ve bunu İslam’ın gerçekleştirdiği ölçüde gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştır. Bizler de Müslümanlar olarak içinde yaşadığımız problemlerden ve bunalımlardan kurtulmak istiyorsak İslam kardeşliğini hayatımızda yeniden tesis etmek ve bunu daha da kuvvetlendirmek zorundayız. Başka çaremiz yoktur. Yoksa günümüzde maalesef örnekleri görüldüğü gibi kardeşlik unsurlarının yerini etnik, mezhepçi, hizipçi, cemaatçi, gurupçu yaklaşımlar alacak ve Allah korusun toplumumuz çözülme noktasında bundan büyük yara alacaktır.
İşte bu yüzden her fırsatta İslam kardeşliği söylemini tekrarlıyoruz. İslam kardeşliği, kuruluşunu başka hiçbir şey değil, yalnızca “takva” anlayışı üzerinde şekillendiren bir kardeşliktir. Sırf bu yüzden tüm ayrışmaları dışarıda bırakacak bir güce sahiptir ve Müslümanlar arasında en güçlü bağ haline gelerek akrabalık bağlarından daha güçlü bir fonksiyon icra etmiştir. Nitekim bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır/O’na karşı en fazla takva sahibi olanınızdır”. (Hucurat 49/13). Yine bir Dinler Tarihçisi olarak bu ayet-i kerimenin müthiş bir ayet olduğunu ve hiçbir dinin kutsal kitabında bu şekilde bir ayetin bulunmadığını söylemeliyiz. Sırf bu ayetin tesiriyle -adeta çarpılan ve- Müslüman olan Batılılar vardır.
Dinimiz “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.” (Hucurat 49/10) ayetiyle ekonomik ve sosyal statülerine bakmaksızın bütün müminleri kardeş ilan etmiştir. Burada bu ayet ile ilgili çok kısa grametik bir inceliğe dikkat çekmek istiyoruz. “Müminler ancak kardeştirler” cümlesi Arapçada isim cümlesidir, fiil cümlesi değildir. Çünkü fiil cümlesi oluş ve bitiş bildirirken isim cümlesinde devamlılık söz konusudur. Yani müminlerin kardeşliği geçmişte olmuş bitmiş veya gelecekte olacak bitecek bir olay değildir. Müminler geçmişte kardeşti, şimdi de kardeştirler ve gelecekte de kardeş olacaklardır. Bunun yanında ayetin başında “innema” şeklinde hasr edatı vardır. Yani müminler yalnızca kardeştirler, başka bir şey değil. Bu, gerçek anlamda kardeşliği müminlerden başkasının gerçekleştiremeyeceğine de işaret etmektedir.
İslam kardeşliğinden bahseden diğer bazı ayetler de şunlardır:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz”. (Ali İmran 3/103).
Ayet-i kerime çok önemli bir hususa işaret etmektedir ki o da Müslümanların Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak bölünüp parçalanmamaları gereğidir. Her devirde olduğu gibi bugün de Müslümanlar için en büyük tehlike cemaatlere, guruplara, hiziplere ayrılıp birbirlerine düşmeleridir. Biz bu noktada Hindistanlı büyük alim Şah Veliyullah Dehlevî (ö. 1762) örneğini vermek istiyoruz. Huccetullâhu’l-Bâliğa isimli âbidevî dev bir eserin yazarı Şah Veliyullah’ın yaşadığı devir İngilizlerin Hindistan’ı işgalinin yaklaşık bir asır öncesidir. Devrinde Müslümanlar yukarıdaki ayet-i kerimenin tam zıddı olarak bölük pörçük olmuşlar ve birbirlerine düşmüşlerdir. Öyle ki bir gurup güçlenip palazlanması sonucu Delhi’ye saldırarak iktidarı ele geçirmektedir. Kimden? Diğer Müslüman kardeşlerinden. Böylelikle 10-15 yıl iktidarda kaldıktan sonra diğer bir Müslüman gurup yine Delhi’ye saldırarak iktidarı diğer Müslüman kardeşlerinden geri almaktadır. Bu sanki münavebeli/değişimli olarak uzun bir müddet böyle gitmiş, sonunda sanki Yüce Allah Müslümanlara bir ceza olarak başlarına İngilizleri musallat etmiştir. Bu, daha önce Endülüs’te/İspanya’da olanın aynısıdır. Endülüs’te de Müslümanlar Murabıtlar, Muvahhidler gibi şehir devletlerine ayrılıp bölünüp parçalanırken Kral Philip ve Kraliçe Elizabeth siyasal evlilik yaparak güçlerini birleştirmişlerdir. Sonuçta Müslümanlara saldırarak yaklaşık 400 yıl süren İspanya hakimiyetini sonlandırmışlardır. Aynı durum daha sonra Orta Asya’da da yaşanmıştır. Çarlık Rusya’sının sonlarında Orta Asya’da Müslüman Türkler Buhara, Semerkand ve Hive hanlıkları şeklinde şehir devletlerine ayrılmışlar, sonuçta Ruslara esir düşerek yaklaşık 100 yıl komünist hakimiyetinde kalmışlardır.
Bu açıklamalardan sonra kardeşlikle ilgili ayetlere göz atmaya devam edelim.
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır”. (Ali İmran 3/105).
Görüldüğü üzere burada da bir önceki ayette olduğu gibi daha önce Yahudi ve Hıristiyanların birbirlerine düşüp parçalandıkları gibi ayrılıp parçalanmamamız gerektiği ihtar edilmektedir. Yoksa Allah’ın azabına uğramak içten bile değildir. Bu azabı her zaman uhrevi azap olarak düşünmemek gerekir. Dünyada çektiğimiz sıkıntılar da Allah’ın bir azabıdır.
“Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa Sen hepsini harcasaydın yine de onların kalblerini (böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azizdir, hakîmdir”. (Enfal 8/63).
Ayet kardeşliğin gerçekleşmesinde Allah’ın yardımını ve bunun ancak ve ancak Allah’ın kudretiyle olacağının asla göz ardı edilmemesini istemektedir. O halde bunun için Allah’ın yardımını istememiz, bu noktada kendimizi ön planda tutup nefsimize pay çıkarmamamız, yaptığımız şeylerin Allah’ın izni ve yardımıyla olduğunu bilmemiz gerekmektedir.
“Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir”. (Tevbe 9/71).
Bu ayet-i kerime bize, aralarında kardeşlik hukukunu gerçekleştiren müminlerin özelliklerini veriyor ki bunlar arasında “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” denilen “iyiliği emretme ve kötülükten vazgeçirme” prensibi bugün neredeyse unutulan prensiplerdendir. Bu o kadar önemli bir prensiptir ki bununla ilgili Hz. Peygamber “Ya iyilik ile emredip kötülükten nehyedersiniz veya Allah hayırlılarınızın başına şerlilerinizi musallat eder de hayırlılarınız bunun üzerine dua ederler ama duaları kabul olunmaz” (Hatîb, Ebu Hureyre Rh. Anh’dan) buyurarak adeta bugüne işaret etmiştir. Bu yüzden emr- bi’l-maruf için önce kişinin bunu kendi üzerinde yaşaması gerekirken Şafii alimleri bunu yaşamasının şart olmadığına kani olmuşlardır. Yani her hal u kârda iyiliye yöneltme ve kötülükten sakındırma görevi yerine getirilecektir.
Bu yazımızda sadece ayetler bağlamında incelediğimiz İslam kardeşliği, görüldüğü gibi yüce dinimizde birinci dereceden bir öneme sahiptir. İnşallah bir sonraki “Kardeşlik Yine Kardeşlik” başlıklı yazımızda da aynı konuya Hz. Peygamber’in hadis-i şerifleri ve İslam büyüklerinin sözleri bağlamında devam edeceğiz. Burada sonuçtan bir önceki sonuç olarak diyoruz ki: İslam kardeşliğini gerçekleştirmek zorundayız!.. Başka çaremiz yoktur!..