Genel

Lisân

Yayınlandı

-

Geçen günlerin birinde, sevdiğim bir arkadaşım, dersi için ödev olarak hazırladığı kitap tanıtım yazısını okumamı ve varsa imla bozukluklarını tespit edip düzeltmemi rica etti. Ben de kendisini kıramayarak kabul ettim ve başladık kontrol etmeye. Fakat ilk paragrafı bile düzenlemek yaklaşık on beş, yirmi dakikamızı aldı. Başta bu kadar oyalanınca “Bu böyle bitmez.” Dedik, bıraktık kontrol etmeyi. Altından kalkılamayacak derecede bozuk cümleler ile dolu bir metni tamir etmek, onu baştan yazmak demektir.

Peki, neden anlatıyorum bu olayı? Arkadaşımı küçük düşürmek için mi ya da kendi kendime övünmek için mi? Hayır, ikisi de değil. Anlatıyorum çünkü ilim merkezleri olarak görülen, her devirde baş tacı edilen ve günümüzde herkes tarafından “memleketi işte buralar kurtaracak, dört başı mamur edecek.” Gözüyle bakılan bir ülkenin kurumlarında yetişen talebeler, henüz kendi dillerinden bì-haberler. Yarın öbür gün bir okulda öğretmen olacak, onlarca öğrenciye bilgi aktaracak, üniversitelerde bilime katkı sunmaya aday olacak bu gençler, iki satır yazı yazmaktan acizler. Sadece arkadaşım mı bu durumda? Elbette değil. Üniversitelerimizdeki her bölümde bu durum mevcut. Hatta Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nde bile.

Daha önceki yazılarda üzerinde durduğumuz tek mesele okumamaktı. Bugün gördüğüm şu eksikliğin başlıca müsebbibi de budur. Başlıca sebebi diyorum çünkü birtakım başka sebepler de mevcut. Bunlardan bazıları verildiği halde etkisi olmayan eğitimden kaynaklanıyor. Her zaman amacını ıskalayan ya da amacından bilerek saptırılan dilbilgisi dersleri, bu bozuklukları gördüğü halde ses çıkarmayan alanlarında değerli hocalar, sadece Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü bünyesinde dil öğrenilir, bu onların işidir mantığının -diğer bölümlerde YÖK dersi olarak Türk Dili okutulsa bile-  yıkılamaması… Ve daha pek çok irili ufaklı sebep…

Tanıtım

Hâlbuki okumak, sokakta bulamayacağımız dilin, bazen şiirsel bazen resmi söyleyişin yani Türkçe’nin tadına varmaktır. “Türkçe ağzımda anamın ak sütü gibidir.” diyen Yahya Kemal’i, Osmancık’ın duru bir ırmak gibi akıp giden dilini, Tanpınar’ın zamanda gezinen ahengini ve Yunus’un özünü kavramaktır. Bugün biz kelimelerle iki cümle kuramazken, dün o kelimelerle dünyalar kurulduğunu görmektir.

Yunus’a, Yahya Kemal’e, Tarık Buğra’ya, Tanpınar’a ve daha nicelerine “Siz bir medeniyete ruh oldunuz, dil oldunuz, nesilleri aydınlattınız. Şimdi sıra bizde… Gelecek nesiller sizlerden devr aldığımız meşalenin ışığında ilerleyecek, büyüyecekler.” sözünü verebilecek bir gençlik olarak yetişme bilincini taşıyor olmak en büyük vazifemiz, bu şekilde yetiştirilmek ise en büyük talebimizdir.

Tanıtım

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

ÇOK OKUNANLAR

Exit mobile version